“Şansıma Auschwitz’e 1942 yılından sonra getirildim.’’ (Levi Promo- “Se questo è un uomo)
“… Çok yaman kızdır. Bütün törelerle alay eder. Çok ileri kafalı kızdır. (…) Kımız da içiyor…’’(Oğuz ATAY- Tutunamayanlar)
“Kimseler olmadı bu feth-i mübine mazhar,
Ne skender ne Hülagü ne Sezar-ü Anibal
(Zafername- Ziya Paşa)
Dil bizimle oyun mu oynuyor? Biz mi dili kontrol ediyoruz yoksa dil mi bizi kontrol ediyor? Gerçekten de dil, anlatmak istediklerimizi çevremize aktarmamızda başarılı olabiliyor mu? Eğer başarılı oluyorsa neden sadece kelimelerin sadece bir gerçek anlamı dururken bizler bunun yanına mecaz, kişileştirme, ironi gibi anlamlar üreterek dolambaçlı yollara girdik? İnsanlığın evreni ve dünyayı anlama ya da tanımlama konusunda nesnelere verdiği isimlerin tek bir anlam üzerine kurulamayacağının nedenini insanın sürekli gelişmek üzerine kurulu doğasıyla açıklanmanın mümkün olduğunu savunabiliriz. İlk çağlardan bu yana sürekli kendi fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarıyla ilgili ilerlemeler kaydedip değişik nesneler icat eden felsefik ve siyasal düşünceleri kavramsal hale getirip bu düşünceler etrafında kamplaşmalara giden kurduğu ekonomik modellerle dünyaya iktisadî anlamda yönlendirmeye çalışan insan konuştuğu dilde kelimelerin tek bir anlamına bağlı kalmaz. Nesnenin tek bir anlamına bağlı kalınmaması felsefe, edebiyat, tiyatro gibi yazınsal ve sözel sanatlarla ilgilenen filozofların, şair ve yazarların eserlerinde mecaz, kişileştirme ve ironi gibi mecazlaştırma (söz oyunu) yollarına yer vermesine sebep olur. Bu bakımdan ironiyi incelerken öncelikle ironinin tarihsel kökenini, anlamının neyi karşıladığını, dilbilimsel altyapısını, konuşma dilinde ve yazınsal-edebi dilde ve görsel sanatlarda nasıl var olduğunu, temel olarak İngilizce olan kelimenin Türk dilinde karşılığının olup olmadığı sorularının cevabını bulmaya çalışacağız.
TARİHSEL OLARAK İRONİ
İroni, sadece bir söz oyunu mu yoksa bütün hayatımıza yerleşen kelimelerin ardına usulca saklanmış bir hayalet mi? Sadece anlamsal olarak bakılırsa ironinin ne olduğunu ya da ne için kullanıldığını anlamakta yetersiz kalırız. Çünkü ironi milattan önceki dönemlerden beri öncelikle filozofların daha sonra dilbilimcilerin üzerine hayli kafa yorduğu bir kavramdır. Dolayısıyla ironiye herhangi bir dilin sözlüğünden anlamsal bir karşılık bularak genel-geçer bir izahat getirmek kavramın doğasına ters bir araştırma yöntemi olacaktır.
“İroni eski Yunan filozoflarının kafasını kurcalar. Kelime ilk defa Platon’un (MÖ. 347) Devlet eserinde “eironia” olarak kullanılır.(1) İlginçtir ki ironi Sokrates tarafından uygulanan bir öğretim metodunun içindeki bir yol olarak ortaya çıkar. Filozof çok şey bildiğini düşünen kişileri kurban olarak seçer ve bu kişilerin aslında bildiklerini sandıkları şeyleri tam olarak bilmediklerini ortaya koymaya çalışır. Filozof karşısındaki insanın bilgisizliğini ortaya çıkarmayı bildiği halde bilmiyor gibi davranarak(tecahülü arif) başarır. Bu yönteme verilen isim “diyalektik metodu”dur. Sokrates, karşısındakine bir şey öğretmek istediği zaman, bunu direkt olarak yapmaz, karşısındaki kişiye sorular sorarak onu doğruyu bulmaya yönlendirir.
Sokrates’in yöntemi, kişiler tarafından bilgi olarak adlandırılan şeylerin aslında bilgi başlığı altında kullanılamayacak kadar boş şeyler olduğunu gösteriyordu. Sokrates’in kullandığı bu yöntemi olumlu ve olumsuz yönde iki farklı şekilde yorumlamak mümkündür. Olumsuz yorumlar, kelimenin kökü göz önünde bulundurularak yapılmıştır. “Eironia”nın kökünde yer alan “eiron” kelimesinin Demosthenes (M.Ö.322)’e göre tanımı, layık olmadığını iddia ederek vatandaşlık görevlerinden kaçan kişi demektir. Theophrastus (M.Ö. 287) ise “eiron”un kaçak, bağlanmayan ve düşmanlığını saklayan, arkadaş gibi davranıp, hareketlerini farklı göstererek doğru bir cevap asla vermeyen kişi olduğunu söylemektedir.’’(2)
Tüm bu tanımlamalar ışığında ironinin sadece gramatik ya da edebi bir yanının olmadığını aslında çok güçlü bir felsefik altyapısının olduğunu söyleyebiliriz. Sokrates’in ironiyi bir yöntem olarak kullanması ironinin insan bilgisini sorgulamada kullanılacak bir öğretim metodu bile olabileceğini gözler önüne serer. Günümüzde ironi, sadece “alaysama’’ ya da söylenilmek istenilen durumun tersini algılatma yolu olarak düşünülür. Fakat ilk çağlarda ironi “alay cümlesi’’ pozisyonunu aşıp yukarıda söylediğimiz gibi bir öğretim metodu haline gelir. Buradan ironinin anlam ya da kullanım alanının daraldığı sonucu çıkartılabilir. Kısacası ironi sadece insanlarla alay etmek için başvurulan gelişigüzel bir söz oyunu değildir. Geçen zaman içinde insanlık ironiyi başka amaçlar için kullanılır. Bazı teoriler ironiyi, anlam zıtlığını tek bir yapıda sınırladığı için aslında zıtlığı uyum ve birliğe kavuşturan bir arabulucu olarak tanımlar.(3)
Zıtlığı uyum ve birliğe kavuşturmak amacında olan ironi kendisine Sokratik(diyalektik) öğrenim metodunda geniş bir yer bulur. Arabuluculuk kavramının içini doldurmak için Sokrates’in Menon ile yaptığı meşhur diyaloğu ironi başlığı altında inceleyelim.
………….
“SOKRATES. – Bu kenara ne uzunluk vereceksin?
KÖLE. – Üç ayak.
SOKRATES. -Üç ayaklık kenarı elde etmek için ilk kenara yarı uzunluğunu Ekliyeceğiz. İşte iki ayak, işte bir ayak, öteki kenarları da çizelim, işte iki ayak, işte bir ayak… istediğin kare meydana geldi.
KÖLE.- Evet.
SOKRATES.- Peki, şeklin boyu üç ayak, eni de üç ayak olursa, şekil üç kere üç ayak olmaz mı?
KÖLE.- Evet
SOKRATES.- Üç kere üç ayak ne eder?
KÖLE.- Dokuz.
SOKRATES. – Ama birinci şeklin iki misli olması için kaç ayak lâzımdı?
KÖLE.- Sekiz.
SOKRATES.- Öyleyse bize sekizlik şekli verecek olan, üç ayaklık kenar değil.
KÖLE. – Tabii değil.
SOKRATES.- O halde hangisi? Bunu doğru olarak söylemeye çalış. Hesap etmek istemiyorsan bize sadece göster.
KÖLE. -Bilmiyorum, Sokrates.
SOKRATES. – Anımsama yolunda onun şimdiden ne kadar ilerlediğini görüyorsun, değil mi, Menon. Düşün bir kere, sekiz ayaklık kare kenarının ne olduğunu bilmeden, bunu şimdi de bilmiyor ya, bildiğini sanıyor, hiçbir güçlüğün farkında olmadan, bilen adamların güveniyle cevap veriyordu. O şimdi çıkmaza girdiğinin farkında… Bilmiyor ama, bildiğini sanmıyor.
MENON.- Hakkın var.
SOKRATES. – Bilmediği şey karşısında şimdiki durumu daha iyi değil mi?
MENON.- Evet, bence de öyle
SOKRATES.- Onu çıkmaza götürdük, yassı balığın yaptığı gibi uyuşturduk, ona bir zarar verdik mi?
MENON. – Sanmam.
SOKRATES.- Ya ben çok aldanıyorum, yahut onun, gerçeğin karşısındaki durumunun ne olduğunu bulmasına iyi yardım ettik. Çünkü şimdi, bilmediği için, araştırmaktan zevk duyacak; halbuki daha önce, herkesin karşısında bir karenin iki mislini elde etmek için, kenarının iki mislini almak gerektiğini hiç çekinmeden söyleyebiliyordu.
MENON.- Herhâlde.’’(4)
…………
Sokrates burada iki zıt durumu bir araya getirmek ister(bilgisizlik ve bilmek). Sokrat Menon’la bir iddiaya tutuşur. Ona göre bilgi doğuştan vardır, yapılması gereken bilgiyi ortaya çıkarmak için kişiye bazı sorular sormaktır. Bu soruların içeriği ironik özelliktedir. Sokrat öncelikle bir takım sorular sorarak kişinin bildiklerini ortaya çıkartır. Daha sonra kişinin bildiklerinin aslında yanlış olduğunu ironik bir “tersinme’’ (5) yaparak gösterir. Sekizlik şekil verecek olanın üç ayaklık olmayacağını köleye sorarak kişinin bilgisizliğini ortaya çıkarır. Bu bilgisizliği ortaya çıkartırken de iki zıt kavramı yani kişinin var olan yanlış bilgisiyle aslında doğru olan bilgiyi aynı potada eriterek ironik bir söylem ortaya koymuş olur. Kısacası ironik söylem kişinin kendi düşüncesini keşfetmesinde bir arabuluculuk yapar. Bu öğretim metodu daha sonraki filozoflar ve günümüz eğitim bilimcileri tarafından kişiyi sindirmesi nedeniyle eleştirilir.
Sokrates’ten sonra ironinin hakkında çıkan tartışmalar daha çok ironinin işlevi konusunda olur. Sokratik ironide kişiyi övermiş gibi yapıp kötülemek, kötülemiş gibi yapıp övmek durumu mevcuttur yani olumlu ve olumsuz işlevin her ikisi de görülür. Anaksimenes de tıpkı Sokrat gibi ironiyi övgü ve yerginin merkezinde bir olgu olarak görür. Çiçero’ya göre ironinin olumlu bir işlevi vardır. İroninin sonradan bir güldürü unsuru olarak daha fazla ön plana çıkmasının temelinde kavramın olumlu bir işlevinin olduğunu savunmak yatar.
Günlük yaşantımızdan örnekler verirsek ironik cümleler her zaman güldürü unsuru olarak karşımıza çıkar. Bu durumda insanların neden güldüğü ile ilgili teorileri incelememiz gerekir.
GÜLMEK VE İRONİ
İnsanlığın neden güldüğü ya da neden gülmeye ihtiyaç duyduğuyla ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Düz bir mantıksal yaklaşımla savaşların, haksızlıkların, zulümlerin olduğu bir dünyada insanlığın bir şekilde deşarj olması gerekir. Dolayısıyla üzüntüye karşı gülmek âdeta bir panzehir görevi görür. Ancak bu tanım tam anlamıyla neden güldüğümüze bir cevap oluşturmaz. Bilimsel olarak gülmek bilişsel ve fizyolojik unsurlara dayanır. Bilişsel başlığı altında gülmeyi incelediğimizde uyumsuzluk teorisiyle karşılaşırız.
“Uyumsuzluk teorisi, gülmenin daha çok bilişsel yanı ile ilgilidir. Teoriye göre, dünyadaki nesneler ve bu nesnelerin özellikleri, olaylar vb. arasında bazı kurallar (kalıplar) vardır ve bu kurallar sayesinde insanlar düzenli bir hayatta yaşamaktadırlar. İnsanların beklentilerine uymayan bir durumun varlığı gülmeye neden olur. Bu uyumsuzluklar, bazen bir unsurun eksilmesi, bazen sıranın değişmesi, beklenilen şeylerin olmayışı şeklinde ortaya çıkabilir. Pascal bunu, “Kişiyi, umduğuyla bulduğu arasındaki şaşırtıcı orantısızlıktan başka hiçbir şey daha fazla güldürmez.” şeklinde ifade eder’’ (6)
Teoriye göre, güldürü unsuru olan ana etmen, insanlara uyumsuz gibi görünen olguların sanki geçmişten bugüne kadar uyumlu olduğunu gösterip aslında içeriğinde uyumsuzluk olan bu uyumluluğa gülünmesidir. İnsanların doğru ya da gerçek olarak kabul ettiği kalıpların aslında öyle değilmiş gibi gösterilerek anlatılması insanları güldüren bir unsur olarak kabul edilir. Teoride asıl vurgulanmak istenen birbiriyle zıt iki durumun bir arada gösterilmeye çalışılmasıdır. Kieerkegard‘a göre zıtlığın olduğu yerde güldürü vardır.(7) Teorinin kökenine inersek karşımıza Aristoteles’in düşünceleri çıkar. Aristoteles, Rhetoric’de dinleyiciler üzerinde belli bir beklentinin oluşturulup sonra da onları umulmadık bir şeyle vurmanın konuşmacı için güldürme yollarından birisi olabileceğini söyleyerek bu kurama ait ilk açıklamalardan birisini yapmış olur. Uyumsuzluk kuramı üzerinde çalışan Schopenhauer ve Kant’ın görüşleri de bu kuramın gelişmesinde önemli bir rol oynar. Schopenhauer, konuyla ilgili olarak “Her durumda gülmenin nedeni, bir kavramla, o kavram ilişkisi içinde düşünülen gerçek nesneler arasındaki uyumsuzluğun aniden algılanmasıdır ve gülmenin kendisi bu uyumsuzluktan başka bir şey değildir.” şeklinde bir değerlendirme yaparak uyumsuzluğu algılamanın ani olması gerektiğini vurgular.(8)
Uyumsuzluk teorisini bir Bektaşi fıkrasıyla açıklayıp fıkranın içindeki ironik unsurları bulduktan sonra gülmenin fizyolojik dayanaklarına geçebiliriz.
Emr-i-hak ile Allahın Bektaşi kullarından birisi Azrail ile sırat köprüsüne gelir.
Azrail: – Ey Bektaşi köprüden geç.
Bektaşi: -Geçmiyorum ey Azrail!
Azrail: Bre insan! Öldün artık geç köprüden!
Bektaşi aynı şekilde geçmiyorum cevabını verirken köprüden geçmek için bekleyen ölülerden biri bu diyaloğu duyar. Ölü Bektaşi’yi tanır. Bunun üzerine ölü Azrail’e dönerek:
-Ey Azrail, bu adam Bektaşi’dir. Onun köprüden geçmesi için senin karşı tarafa rakı koyman gerekir.(9)
Baştan sona uyumsuzluk ögeleriyle dolu olan bu fıkrada ölünün Azrail’e önerdiği çözüm tamamen ironiktir. Çünkü Azrail‘in karşı tarafa rakı koyması ihtimal dışıdır. Burada bize anlatılan ve kafamızdaki sırat köprüsü motifiyle bir uyumsuzluk söz konusudur. Bu uyumsuzluk ironik söylemi yaratmıştır. Gülmenin fizyolojik boyutu üzerinde yoğunlaşan rahatlama teorisi, psikoanalitik kuram olarak da bilinmektedir. Bastırılmış ve biriktirilmiş enerjinin aniden ortaya çıkması ile gülmenin gerçekleştiği fikrini savunan bu kuram, gülmenin rahatlatıcı etkisini ön plana çıkarır (Türkmen, 2002: 373; Eker, 2003: 75-76) (10)-(11)
Sosyal hayattaki pek çok kısıtlayıcı ve yasaklayıcı tutum insan üzerinde ister istemez baskı oluşturur ve bu baskıda belli ölçüde enerji birikimine sebep olur. Cinsellikle ilgili yasaklar, günlük hayatta bireylerin istemeseler de yapmak zorunda oldukları davranışlar, uymak zorunda kaldıkları kurallar vb. daha pek çok husus insanda tepkiye sebep olacak bir enerji birikimine yol açar. Uygun şartların oluşması neticesinde ortaya çıkan bu enerji de gülme sonucunu doğurabilir. Bunlara ek olarak gülmenin nedenleri arasına Bergson’un gülme yankıya muhtaçtır.(12) sözünü koyabiliriz. Bergson’a göre gülmek kolektif yapılan bir iştir. Mutlaka bizi güldüren bir olayın olması gerekmektedir. Bizi güldürecek olan olay başkalarını da güldürecektir ve bu durum dalgalar halinde bir grubu etkisi altına alabilir. Tam bu noktada ironinin de tekil değil çoğul yapılan bir mekanizma olduğunu vurgulamak durumundayız. İroni bir söz sanatı ya da kelime oyunu olarak yapıldığı zaman karşısında bir muhatap ister. Tek başına yapılan ve alıcısı olmayan bir ironi, ironi başlığı altında ele alınamaz.
Görüldüğü gibi ironi gayet derin bir temele sahip olan ve aslında anlaşılması güç ve üzerinde felsefik, dilbilimsel ve edebî olarak kafa yorulması gerekilen bir olgudur. Bu kadar geniş bir kapsama alanına sahip olan ironinin değişik alanlarda tezahürlerine bakmak, ironinin aslında hayatın neredeyse her yerine sirayet ettiğini anlamakta bizlere katkı sağlamış olur.
Gülmenin ironiyle ilişkisini anlatırken konunun bağlanması gereken başka bir yer vardır. Türkçe’de ironinin anlamı hep gülmece olarak karşılanmıştır.(13) Bunun nedeni yazımızın başından beri sözünü ettiğimiz ve günlük hayatta ya da yazınsal dilde sıkça karşılaştığımız zıtlık durumlarının yarattığı “komedi’’ havasından ötürü Türk dilindeki tanımlamalarında “gülmece’’ olarak kullanmamızdır.
İRONİNİN GÖRÜNGÜLERİ
Sokakta yürürken yıllardır sizinle bilerek görüşmeyen bir arkadaşınızla karşılaşıyorsunuz. Bir anda beyniniz arkadaşınızın hayırsız biri olduğu düşüncesini oluşturuyor. Arkadaşınızın bütün görmezden gelme çabalarını ustaca bertaraf ettikten sonra düşünce dünyanızda arkadaşınızla ilgili oluşan vefasız ya da hayırsız düşüncelerine taban tabana zıt bir cümle kuruyorsunuz.
– Vefalı arkadaşım, beni o kadar sık arıyorsun ki yokluğunu hiç hissetmiyorum!
En basit konuşma dilinden en karışık edebî yapıtların içinde kendisini hemen göstermeyen kelimelerin anlam dünyasının ve telaffuz gücünün arkasına gizlenmiş ve cümle düzeyinde kendini daha net hissettirebilen bir olgu olan ironiyi psikoloji bilimi(özellikle pedagoji) tedavi ya da terapi uygulamalarının içerisinde kullanır. Örneğin dersini çalışmayan ya da brokoli yemeyen bir çocuğun bunları yapması için sık sık başvurulan bir yöntem olan ters psikolojinin cümle düzeyindeki uygulamalarında ironik söylemi görebiliriz.
– “Bu kadar ders çalışmaya devam edersen korkarım ki gözlerini kaybedeceksin.’’
Çalışmamaktan ötürü yanınıza gelip
-“Anne/Baba ben bugün de ders çalışmadım’’ diyen bir çocuğa
– “Okumasan da olur. Nasıl olsa dışarda okumayan işsiz insan çok’’ dediğiniz zamanda ironik bir söyleme başvurmuş olursunuz.
Meseleyi göstermeye bağlı sanatlara getirecek olursak bu tip sanatlardan tiyatroda ironinin çok önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntısı içinde insanların yaşadığı üzüntü, savaşın mental anlamda insanların üzerinde yarattığı büyük çöküntü ve “boşluk’’ duygusu tiyatroda yeni bir akım oluşturur. “Absürd’’ denilen bu akım tam anlamıyla şiddetin ve duygusuz yaşamanın kural olduğu bir dünyada bütün mantık ilkelerine karşı çıkarak işe başlar. İnsanları sözel saçmalıkların ve anlaşılmazlığın kural olduğu bir sahneye davet eden Eugéne Ionesco (d.1912), Jean Genet (d.1910), Samuel Beckett (d.1906), Arthur Adamov( 1908-1970), Harold Pinter (1930) gibi absürtçüler insanlığı bir nebze de olsa yıkım dünyasından uzaklaştırmaya çalışırlar. Bu şekilde amaçsızlığı amaç edinen yasaları ve kanunları alaycı bir şekilde eleştiren absürd tiyatronun tiyatro metninde ironiyi sık sık kullanması gayet normal bir durumdur.
Tiyatroda modern sonrasına/postmoderne bir geçiş olarak değerlendirilebilecek ve Martin Esslin tarafından “absürd tiyatro” başlığı altında sınıflandırılmış oyunlar, yansıttıkları durumun yoğun trajik boyutu ile oyun kişilerinin içinde bulundukları duruma verdikleri komik tepkilerin iç içe geçmesiyle ironi aygıtının varlığının ilk ipuçlarını verir.(14)
Yukarıda yaptığımız alıntının bir örneğini Samuel BECKET’İN “GODOT’YU BEKLERKEN’’ adlı oyunundan bir bölümde bulabiliriz.
“ESTRAGON- Ne var?
VLADIMIR – Pişman olalım mı, ne dersin?
ESTRAGON- Neye?
VLADIMIR- Şey… (Bulmaya çalışır.) Ayrıntılara girmemiz gerekmez.
ESTRAGON- Doğduğumuza mı?
(Vladımır kahkaha atarken elini kasığına götürerek kendini tutar.)
VLADIMIR – Artık gülmek için bile yürek gerekli.
ESTRAGON- Bir yoksunluk tabii.
VLADIMIR- Kala kala bir gülümseme kaldı. (Yüzüne çok geniş, bıçak gibi bir gülümseme yayılır ve donar, uzunca bir süre öyle kalır, sonra birden kaybolur.)
Aynı şey değil. Ne yapalım… (Bir süre.) Gogo…
ESTRAGON (rahatsız edilmiş gibi)- Yine ne var?
VLADIMIR- İncil’i okudun mu?
ESTRAGON- İncil’i mi? (Düşünür.) Bir göz atmışımdır herhâlde.
VLADIMIR (şaşırmış)- Tanrısız okulda mı?
ESTRAGON – Tanrılı mıydı, Tanrısız mıydı, bilmiyorum.
VLADIMIR- Sen la Roquette’yi ıslah eviyle karıştırıyorsun.’’
Bu diyalogda geçen “–Pişman olalım mı?, – Doğduğumuza mı?….” konuşmalarında Estragon Vladımir’in garip sorusuna karşı “doğduğumuza mı?’’ diyerek alaysamalı bir cevap verir ve bir anlamda yaşamanın gereksizliğini “ironi’’ yaparak değerlendirir. Bunun yanı sıra Vladımır’in “tanrısız okulda mı?’’ sorusu birbirinden ayrı değerlendirilemeyecek iki olgunun yani İncil ve Tanrı’nın ayrı gösterilmesiyle yapılan bir ironidir.
“Vladimir: Ne hoş bir akşam geçiriyoruz.
Estragon:Unutulmaz
V:Berbat!
E:Ucuz piyesden de kötü
V: Sirkten de
E: Müzikholden de” (15)
Bu diyalogda da Beckett oyunla dalga geçmiştir. Vladimir’in aslında berbat olan bir akşam için “ne unutulmaz bir akşam geçiriyoruz’’ cümlesiyle Estragon’un bu cümleye verdiği karşılık diyalogdaki ironik bölüm olarak belirlenebilir.
GÖSTERGEBİLİM VE İRONİ
Anımsamak ve kısa bir özet yapmak gerekirse göstergebilim (semiotics, semiology) göstergeleri ve gösterge dizgelerini inceleyen bilimdir. Göstergebilim kendisinin temel uğraşı alanı olan göstergeden(sign) ayrı düşünülemez. Gösterge “genel olarak bir başka şeyin yerini alabilecek nitelikte olduğundan kendi dışında bir şey gösteren her türlü nesne, varlık ya da olgu” dur.(16) Mesela bir tablodaki bir renk öğesi ya da bir figür bir gösterge olarak değerlendirilebileceği gibi, bir yazınsal yapıtta bir kahramanın amacı ya da davranışı, veya moda açısından bir bluz, bir etek, bir kazak vb. çevresindeki öbür birimlerle ilişkiye girmiş bir gösterge olarak değerlendirilebilir.(17) Bu bakımdan ister konuşma düzeyinde olsun ister yazı düzeyinde olsun kelimeler ya da cümleler vermek istediği mesajı açık ya da kapalı olarak verirler. Kapalı anlatım ise daha çok örtük anlatım şeklinde adlandırılır. Doğan GÜNAY örtükleşmeyi dolaylı ya da dolaysız yoldan ulaşılabilecek bilgiler için kullanılan (Günay, 2007: 86) (18) bir kanal olarak belirler. İroninin bu bakımdan açık anlatım yolundan ziyade kapalı anlatım yolunu benimsediğini söyleyebiliriz.
Herhangi bir mahallede dükkanının dış kapısında oturmuş bir berberin dikkati birden yoldan geçen yaşlı adama takılır, yaşlı adamın sakalları uzamıştır. Tam dükkanın önünden geçerken berber yaşlı adama bağırır:
-DELİKANLI! Sakalların çok uzamış içeri gel de sakallarını keseyim!
Bu cümlede yaşlı bir adama delikanlı diye hitap edilmesi cümlenin arka planında örtük bir anlam olduğunun mesajını verir. Cümleyi söyleyen berber(söyleyen) gerçek anlamı kapatarak ya da örterek yaşlı adama(alıcı) delikanlı(gösterge) diyerek doğaçlama bir şekilde cümlenin içine gizli bir çıkarım koyar. Bu çıkarımı anlaması gereken yaşlı adamdır.
“İroni, tamı tamına herkesin söylediğinin aynısını söylememek için, son derece yapmacıklı olarak tersini söyleme biçimidir. Ama belki de bu söz oyununun daha derin bir işlevi vardır. İroni belirsiz bir söz oyunudur.(…) İroni üst düzeyde bir üslup stratejisi içine sıkıştırılmışsa ki bu haliyle ironi olduğu konusunda kuşkulanmamak olanaksızdır, işte o zaman gerçeği vurgulamada akıl almaz bir araç haline gelir. En büyük ikna stratejisi hâline gelebilir. (…) Kendini olduğu gibi ortaya koyan iyi bir ironi stratejisi, dünyanın öz niteliğiyle ilgili bilgileri bile değiştirmeye kadar gidebilecek, kesinlikle çok büyük bir ikna aracı olabilir”(19)
Yazımızın genelinde ironinin bir zıtlıklar toplamı olduğunu belirttik. Eco ise bu zıtlık toplamının stratejik olarak kullanıldığında bütün evrensel doğruları değiştirebilecek bir gücü olduğuna dikkat çeker. Örnek resmimize baktığımızda ise ilk olarak ağacın yanından geçen insanların ağacın dibine sürekli olarak sigara attığı(görmememize rağmen) çıkarımında bulunuruz. Bunu engellemek için duyarlı bir vatandaş ağaca sigara atılmaması için ironik bir söyleme başvurmuştur. Buna göre izmaritin toprakta yetişmeyeceği herkes tarafından bilinen bir gerçekliktir fakat buradaki ironik söylem zihnimizdeki “toprakta yetişebilecek nesneler’’ şemasını alt üst etmektedir. İroninin zıtlık dünyası bu resimde Eco’nun söylediği gibi ikna aracı olarak kullanılır. Söylediklerimizin yanısıra, Eco bu sözüyle ironinin sadece alaysamalı cümleler kurup basit bir kapalı cümle söyleme olayı olmadığını, ironinin altyapısında insanların evrensel doğrularını bile değiştirebilecek bir güce sahip olduğunu anlatır. Çevremize baktığımızda reklamların, bilbordların, kitap kapaklarının aslında ironik bir altyapıya sahip olduğunu biraz daha iyi incelemeyle algılayabiliriz. Bu durumda Eco’nun söylediği ironinin yüksek ikna kapasitesini bilerek ya da bilmeyerek algılayan bazı girişimcilerin ironiyi çokça kullandığını söyleyebiliriz.
SONUÇ YERİNE
“Oxford tarihsel sözlüğünde yer alan bilgiye göre ironi kelimesi ilk defa 1502 yılında kaydedilmiş ve Sokrates’in kullandığı retorik tekniğini açıklamak için kullanılmıştır. XVII. yüzyılın ortasından itibaren kesin tarih verilecek olursa 1649 yılında, ironi kelimesinin anlamı biraz değişime uğrayarak mecaz anlamla ‘olayların beklentilerle alay edercesine çelişkili sonucu’ anlamını taşımaya başlamıştır. Bu kullanım Sokrates’in bilinçli olarak kendini azımsamasından farklı olmak üzere ironinin kaynağı değişmektedir. Sokratik ironide ironiyi yapan kişi ön plandayken, XVII. yüzyıldaki kullanımıyla beraber ironinin kurbanı bu sefer insan olmakta, ironinin kaynağı ise kader ve dünya olmaktadır. Bu anlam Fransızca’da “ironie du sort” (Şemsettin Sami’nin tercümesiyle “cilve-i kader”), İngilizce’de ise 1884 yılında kayıt edildiği şekliyle “irony of time” yani “zamanın acı alayı” deyimleri ile tanımlanmıştır. Fransızca’da aynı sözcüğün Littre’nin anıtsal sözlüğündeki tanımının “anlaşılması istenenin tersini söyleyerek takınılan alaycı tutum” olmasını da, bu deyimin içerdiği anlamdan türediğini söylemek mümkün olacaktır.’’(20)
İroni bütün anlamlara gelebilecek bir anlamsızlık mı? Ya da bu kadar çelişkili ve zıtlık içerisinde yaşayan insan bu zıtlık ve çelişki dünyasının durmaksızın süren saldırılarına karşı son kozunu gülerek ya da alay ederek mi oynuyor? Sözel dünyamızı çepeçevre kuşatmış bir hayaletle yaşıyoruz, bu hayaletin adı ironi… Bu çalışmamızda sözünü ettiğimiz bu hayaleti tezahür ettirmek, ironiyi(tersinme, alaysama, gülmece…) kelimelerin karmaşık anlam dünyası içinden çıkarıp kavramın düşünsel altyapısını ortaya çıkarmak istedik.
“Muhteşem bir iklimin ortasında, insanların birbiriyle hiçbir sorunun olmadığı ve refah içinde, güvenle yaşadığımız ülkemizin yeni yılını tüm içtenliğimizle kutlarız. Bol ironili günleriniz olsun.”
(1) Cebeci, Oğuz: Komik Edebi Türler, Parodi, Satir ve İroni(2) Muecke, Douglas Colin: Irony, Methuen, 1970
(3) Norman Knox, Dictionary of the History of Ideas, University of Virginia, (Çevrimiçi)http://xtf.lib.virginia.edu/xtf/view?docId=DicHist/uvaGenText/tei/DicHist2.xml&chunk.id=dv2- 70&toc.id=dv2-70&brand=default,
(4) www.felsefedersligi.com/FileUpload/op30412/File/platon-menondiyalogundan.pdf
(5) 4 Savaş Kılıç, İroni, İstihza, Alaysılama, Cogito, Kış, 2008, s.143-148; Fatma Jale Gül Çoruk, Hiciv Üzerine BirÇalışma, (Türk, İngiliz ve Ermeni Edebiyatları Örnekleminde), Ankara
(6) Bektaşi fıkraları ve gülme teorileri; Türk kültürü ve hacı Bektaş-ı-veli araştırma dergisi 2010/55
(7) 1 Mehmet Çolak, “Humour in Turkish: A Study on the Basic Linguistic Features of Humour Language”,(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2006, s.15
(8) Morreall, John. (1997). Gülmeyi Ciddiye Almak. çev.: Kubilay Aysevener-Şenay Soyer. İstanbul: İris Yayıncılık.
(9) Kaynak kişi
(10) Türkmen, Fikret. (2002). “Gülme Teorileri ve Bursa Yöresi Yörük Fıkralarının Analizi”. Bursa Halk Kültürü I.Bursa Halk Kültürü Sempozyumu (4-6 Nisan 2002) Bildiri Kitabı. Cilt 2, Bursa, 367-375.
(11) Eker, Gülün Öğüt. (2003). “Fıkralar”. Türk Dünyası Ortak Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyat Tarihi. Cilt III.Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 63-130.
(12) Henri Bergson, Gülme, çev. Mustafa Şekip Tunç, Ankara, 1989, s.8.
(13) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.585d58d9bea966.68874599
(14) GÜÇBİLMEZ beliz, Öğretim Görevlisi, Doktor Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi TiyatroBölümü(absürd tiyatroda ironi)
(15) http://www.kitapso.com/kitaplar/roman-hikaye-oyku-kitaplari/27/Samuel-Becket—Godot_yu-Beklerken.pdf
(16) Vardar, Berke yönetiminde, Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, ABC Yay., İstanbul, 1988, s.111
(17) Rifat, Mehmet, Göstergebilimin ABC’si, Simavi Yay., İstanbul, 1992, s.6
(18) Günay, D. 2007 Metin Bilgisi. İstanbul: Multilingual
(19) Eco, U. 1991 .Alımlama Göstergebilimi. Çev. Sema Rıfat. İstanbul: Düzlem Yayınları.
(20) Kılıç savaş, İroni, istihza, alaysama adlı makalesinden alıntıdır.