Yaşama hakkı. Çok öz, bir o kadar da içi boşaltılmış bir kavram. İçi boşaltılıp sonra doldurulan bir “hayvan” gibi. Yani o ceylan doğada sekse idi çok daha sevimli, hakkaniyetli ve doğal olacaktı; fakat biz onu öldürüyoruz, içini yapay olarak dolduruyoruz, sonra bir yerlerde süs mahiyetinde bekletiyoruz. Neden; göze hitap ediyor, birilerinin egosunu tatmin ediyor.
Hayvanlar apayrı bir mesele, henüz türcülük kavramını kavrayamamış bir çoğunluk içinde olduğumdan ötürü, yaşama hakkının insan boyutunu ele alacağım. Biraz benciliz ya hani, belki önce kendi türümüzle alakalı bir farkındalık yaratıp, sonra da bu en temel hususu, “yaşama hakkını” canlılık temeline dayandırabilirim.
Yaşama hakkında 5N 1K:
Konu çok derin. İnsanların yaşama hakkı. Kim bu insanlar? Kimlerin yaşama hakkı var, hangi koşullarda koruma altına alınabilir ve neden saf dışı kalabilir? Nerelerde özgür, yani olması gerektiği gibi yaşayabiliriz? Ne zamanları yaşayabiliriz? Kimler ile yaşayabiliriz? Sakız gibi bir konu ki; çektikçe uzuyor, nereye çeksen gidiyor.
Mesela kızlı erkekli yaşadığımız takdirde birileri bunu hoş karşılamayabilir. Birileri tahrik olabilir, birileri de ahlaksızlaşabilir. Bunlara istinaden toplumun ahlak çıtasını düşürdüğümüz gerekçesiyle o birileri gelip bizim yaşama hakkımızı elimizden alabilir. Henüz siyasi, dini, etnik, cinsel kimlik ve benzeri farklılıklar bile “yaşama hakkı” çizgisini değiştirebiliyorsa… Ama‘lar ile başlayan cümleler sonunda bir kişinin, bir insanın ölümüne sebep olmak haklı karşılanabiliyorsa… Bu yanlış bir durum olmanın ötesinde, tarih kitaplarında kara birer nokta olarak yer alacak hususların bizzat kendisidir. Geleceğimiz, gelecek nesillerimiz, yavrularımız, torunlarımız, komşularımızın çocukları ve diğer ülkelerin yurttaşları bizden; bu davranışlarımızdan ötürü, minnet ve sevgiyle değil; nefret ve acıma ile bahsedecek.
Failini seç: Meçhul, meşhur her ikisi de meşru
Çok eski değil, yakın geçmişimiz bile hak ihlalleri ile dolu. Küçük bir örnek olarak Türkiye’yi ele alırsak; geçmişimiz geleceğimizi astığımız darağaçları ile dolup taşıyor. Faili meçhul cinayetlerimizin çokluğu ile bu cinayetlere methiyeler düzenlerin sayısı doğru orantılı. Bir Başbakan astık mesela. Yıllarca bayram olarak kutlandı bir idamlar silsilesinin yıldönümü. Bir insanın yaşama hakkını elinden aldığımız için yas tutacağımız yerde biz alkışladık, onu kutladık resmi bayram niyetine. Yani başladık tarihi yazmaya, kara delikleriyle. Deniz, Yusuf, Hüseyin
Faili meçhuller var. Failler sokaklarda geziyorlar, meçhul değil aslında oldukça tanıdıklar. Merhum ile merhumeler toprak altında, çoğunu unuttuk, bazısına da anma yapıyoruz yılda 1 kez, bir avuç kalan dostlarla.
Çok cinayet meşru bu topraklarda. Herkesin ama’sı var. Popi konuşuyoruz, çünkü “herkesin bir popisi var; kimi şu şekil sever, kimi bu şekil”, kırıyoruz arkada kalanları. Ölenle ölünmüyor, ölen şanslı sayılıyor. Arkada kalan sağlar bizim olmuyor; yeni ötekilerimize dönüşüyor.
Sözleşmede yaşama hakkı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi: Yaşama hakkı. Buna göre; herkesin yaşama hakkı, yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez. Ayrıca öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış sayılmaz:
- Bir kimsenin yasadışı şiddete karşı korunması için;
- Usulüne uygun olarak yakalamak için veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin kaçmasını önlemek için;
- Ayaklanma veya isyanın, yasaya uygun olarak bastırılması için.
Sözleşmenin 2. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı ile insan hayatı kastediliyor. Yani bir hayvan birey sayılmıyor. Ayrıca sözleşme insanın can güvenliğini tam anlamıyla da sağlamıyor; bir yaptırımı da yok. Yani idam cezası verilen bir suçlunun yaşam hakkı savunulmuyor, kaçan bir suçluyu öldürmek, bir isyan bastırmak gibi konularda temel olan hak söz konusu değil; söz konusu devletin bekâsı, vatanın bölünmez bütünlüğü.
Yaşama hakkı büyük bir özgüven ile ihlal edilenler, klişe ismi ile: Ötekiler! Ötekilerden birilerinin yaşamı bir kepaze veya kepazeler tarafından sonlandırıldığı zaman, öteki için ama ile başlayan cümleler kuruluyor.
Ama; açık saçık giyinmiş, adam da tahrik olmuş canım… (adam mı?)
Ama; travesti imiş, o da böyle gezmeseymiş.
Ama, çocuk baklava çalmış.
Ama, kadın kocasından gizli gezmeye çıkmış.
Ama, bölücüymüş.
Ama, hakaret etmiş.
Ama, aşıkmış. Ama; psikolojisi bozukmuş. Ama, töreymiş. Ama, ama, ama, ama.
Hiçbir “ama” bir hayata bedel değil. Bu bahaneler bitmez. Bitecek olan, bitmesi gereken bu zihniyetin ta kendisi.
Suça sessiz kalan ebe olsun: Suçlu kim?
Trans cinayetleri, sebebiyet verdiğimiz veya bizzat davrandığımız çocuk ölümleri, aşk cinayeti perdesiyle sansürlediğimiz kadın cinayetleri, siyasi düşüncesinden ötürü ötelediğimiz insanlar, dininden mezhebinden ötürü yaktığımız kesimler… Bu liste o kadar uzun, o kadar köklü ve o kadar dayanılmaz ki; insan insan olduğuna üzülüyor, insanlaşma dersleri olsa da gönüllü herkese versem, diyor. Ne hikmetse hepimiz her şey oluyor iken, hepimiz bir türlü insan olamıyoruz. Türcülüğe giriyor hakaretlerimiz, sınırlarımızı aşıyoruz, yalnızca hakaret ederken sınırsızlaşıyoruz. Mevzu toprakların üstündeki dikenli tellerin oluşturduğu sınırlara gelince hepimiz taş kesiliyoruz, ödün vermiyoruz, işte orada tabularımız çıkıyor meydana. Ölüyoruz. Tabularımız ağır geliyor, kendi yalanlarımızın altında eziliyoruz. Farkında olmadan evriliyoruz. Evrime karşı çıkıyoruz, yalan diyoruz, ama basbayağı evriliyoruz. Hem de Darwin’i utandıracak boyutlarda bir evrim geçiriyoruz. İnsanlıktan çıkıp evrildiğimiz şey ise tam olarak bir canavar. Bir ego makinesi adeta, mekanikleşiyoruz, bir duygusuzlaşma politikası uyguluyoruz.
Erdal Eren geliyor aklıma, katilinin cenazesi kalktı tam da 12 Mayıs 2015’te, ulusal bir törenle, tüm katillerin veya alınmasınlar, katillere destek verenlerin buluşması oluyor bu cenaze aynı zamanda bir geç yok oluş. Suça susan, suçun ortağı oluyor. Susuyoruz. Yıllarca sustuklarımız içimizi acıtırken, çok ama çok pişman oluyoruz. “Ama” ders çıkarmıyoruz, devam ediyoruz. Suçluyuz, suça sessiz kalıyoruz.
Özgecan geliyor aklıma. O da bir annenin evladı, katili de bir annenin evladı. İkisi de insan evladı. Nasıl oluyor da iki farklı anneden doğan iki farklı çocuk bu denli farklı oluyor ve biri diğerini öldürüyor? Nasıl oluyor da biri böylesi acılarla yok olurken yeryüzünden, biri hâlâ hayatta kalabiliyor, inanamıyoruz. Ama değişmiyoruz işte. Üzülüyoruz, ağlıyoruz, sosyal medyada paylaşıyoruz ve unutuyoruz.
Organize suçlarla mücadele: Bir insanlık savaşı
Bizim ülkemizde her cinayet, her yok olan yaşam unutulmaya mahkum. Faili meçhulse de, faili meşhur ise de. Biz bu suçların hepsine de ortağız. Biz büyük bir organize suç çetesiyiz.
Şimdi bir iç savaş çıkmalı aramızda, canavarlaşanlarla henüz canavarlaşmayanlar arasında. Denemeliyiz.
İnsanlık evrildi işte, artık hepimiz Ermeni, LGBTİ, Özgecan, Deniz Gezmiş, Mustafa Pehlivanoğlu değiliz. Artık Hepimiz Suçluyuz, Hepimiz Canavarlaşıyoruz.
Bu canavarlıktan utanan var ise şayet, kalabalık olabilir insandan evrilmeyenler tarafı. Bunu denemeliyiz. Yeniden insan olabiliriz, suça ortak olmayabiliriz. Bunu başarabiliriz. Yapacağımız tek iş ise; özümüze dönmek, gerçeğimizi hatırlamak, benliğimizi temizlemek. Bir temizlik her zaman canlandırır. Buyurun dostlar, bahar temizliğine!