Penis… Özellikle Freudiyen psikoloji ile birlikte ürologlardan sonra penisle en çok ilgilenen bilim alanlarından birisidir psikoloji.
Erkeğin agresyonunun da çaresizliğinin de atfedilen gücün gerekliliklerini yerine getirebilmesiyle, kadının edilgenliğinin de yabancılaşmasının da bu güce karşı konumlanışıyla açıklandığı bir dünyada penise yapılan vurgunun az bile olduğu düşünülebilir. Öncelikle şunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor sanırım. Penis, gücün kaynağından çok sembolüdür. Öyle ki kadın erkek eşitsizliğinin “sınıf” kavramından öncesine dayandığını varsayarsak -her ne kadar sınıfla birlikte bu eşitsizlik pek çok hiyerarşisinin temel taşı olmuşsa da- ilkel toplumların yaşam kalımı için merkezi öneme sahip fiziksel gücün bu sanal hiyerarşiyi yarattığı söylenebilir. Bu sanal hiyerarşinin modern toplumla birlikte fiziksel gücün etkisini kaybetmesiyle tehlikeye girmesi penise yapılan vurguyu arttırarak, penisin gücün kaynağı olduğu yönündeki sanrının dönemler boyu pompalanmasını sağlamıştır. Haliyle penis aslında erkeklik için bir zafer fişeği değil aşağılık duygusunun metalaşmış halidir. Bir nevi Osmanlı’dan kalan Anadolu’dur.
Erkekliğin Sevr antlaşması olan modern toplum ile birlikte fiziksel gücün yaşam kalımı arttırıcı etkisinin giderek yok olması erkekliği elinde kalan son güç kırıntısı olan penise sarılmak durumunda bırakmıştır. Bu sarılma metaforu hem gerçek anlamına yakınsak bir biçimde erkeğin gücünü tüm tabiattan silinme tehlikesine karşı hiç değilse yatak odasında sürdürme umudunu- adonisli ve cinsel açıdan tatmin edici erkek metası- hem de sosyo-politik alanlarda penise indirgenen gücü tekrar açığa çıkarma umuduyla maskulenliğin erdemini yansıtmaktadır.
Evet, penis erkekliğin gururla dalgalandırdığı bir flama değil, aşağılık duygusunun moral bozucu bir metasıdır ve dahası erkek egemen dünyanın her alanda yaptığı giderek artan erkeklik vurgusu bu aşağılık duygusunun çoktan bir kompleks halini aldığının işaretidir. Adleryen psikolojiden bildiğimiz üzere aşağılık kompleksinin anti sosyal davranışlar doğurması muhtemeldir. Bugün bu sanal hiyerarşinin sürdürülmesi için uğraşan aile gibi en küçüğünden hemen hemen tüm devletler gibi en büyüğüne bu anti sosyal davranışları göstermektedir. Gerek düşmanca gerek de korumacı cinsiyetçiliğe bu perspektiften bakmak yerinde olacaktır.
Penissizleşmek
Kadınlar sosyal açıdan bu cinsiyetçilikle mücadele etmekte oldukça önemlidir. Ancak bu kurumların “erkek” olması ve çözümün de bu penis psikopatolojisinin üstesinden gelmekte yattığı düşünüldüğünde, kurum bazında cinsiyetçiliğin üstesinden gelmek erkeklerin kendi kendini sağaltmasıyla mümkün olacaktır. Yani o “büyük” gücün küçücük bir organda sıkışıp kalmasının o organa ve erkekliğe yüklediği korkutucu değerin sürdürülebilirliğinin kaygısını yaşamaktansa penissizleşmek tüm erkek kurumları ve erkekleri rahatlatacaktır. Buradaki misyonu erkeklere yüklememin bir sebebi de penissizleşmenin bir vajinaya sahip olmak demek olduğu yönündeki bilinç dışı kolektif sanrıdır.
Kadınların böyle bir problemi yoktur çoğunlukla çünkü kadınlar zaten penissiz ve vajinasız yaratıklardır. Kadınların cinsel organları yalnızca biyolojiktir. Erkeklerinki ise biyolojik, psikolojik ve politiktir. Tam da bu yüzden Queer teorinin son yıllarda yaptığı cinsiyetsizleşme çağrısı kadına değil erkeğe ve erkekliğe yapılmış bir çağrıdır. Anlayacağınız penis patolojiktir. Son olarak tüm bunlardan çıkan sonuçlardan birisi de şudur: Sürekli kadının naif ve kırılganlığına vurgu yapan tüm o erkek kurumların aslında bahsettiğim penis psikopatolojisinden ve gücün sürdürülebilmesi kaygısından ötürü kendileri çok naif, kırılgan, kaygılı ve muhtaçtır. Tüm bu saçmalıkları da işte bu yüzdendir.