Bugün 108. doğum gününü kutladığımız sanatçı Frida Kahlo hakkında bir yazı yazmak, onun iç dünyasına girip çocukluğunu, aşklarını, korkularını ve onu bu denli eşsiz yapan detayları öğrenmek tarifsiz bir deneyim. Frida Kahlo hakkında anlatılacak çok şey, onun sıradışılığına yakışan birçok sıfat var fakat sanki sevgilimmiş gibi uykuya onu düşünerek daldığım, uyanır uyanmaz ilk olarak onu hatırladığım birkaç günün ardından anladım ki bu hadiseli hayatın bazı detaylarına yer vermekten vazgeçmek zorunda kalacağım. Kendimce en önemli olduğunu düşündüğüm olayları sizin için bir araya topladım. Şimdi kahvenizi (ya da tekilanızı) alın ve benimle çalkantılı bir yolculuğa hazırlanın.
Frida Kahlo 6 Temmuz 1907’de kökleri Arad’a dayanan, Almanya’dan Meksika’ya göç etmiş babasının kendi elleriyle inşa ettiği Mavi Ev‘de dünyaya geldi. İleride doğum yılını Meksika Devrimi’nin başlangıcı olan 1910 olarak değiştiren Frida Kahlo’nun arası banal ve sıkıcı gerçeklerle hiçbir zaman iyi olmadı.
Henüz altı yaşındayken geçirdiği ve yetişkin hayatındaki en derin izlerden biri haline gelecek çocuk felci nedeniyle tam dokuz ay yatağa bağlı ve oldukça yalnız kalan Frida, bu süre boyunca sık sık hayalinde yarattığı bir arkadaşı ile zaman geçirdi. Nefesinin buharı ve parmağı ile odasının penceresine çizdiği bir kapıdan çıkarak toprağın içine daldığını ve orada hayali arkadaşı ile buluştuğunu anlatan Frida, kendinin aksine sağlıklı ve hareketli bu küçük kızla saatlerce dans ettiğini, ona tüm sırlarını ve hislerini açtığını hayal ediyordu. Buluşmalarının sonunda ise çabucak camdaki buharı silip, kimsenin bilmediği bu sırrın mutluluğuyla tıpkı bir kutlamayı andıran anlar yaşıyordu. Geçirdiği hastalık nedeniyle büyük bedensel acılarla erken yaşta tanışan Frida’nın, ince ve güçsüz kalan sağ bacağını kapamak için bulduğu çözüm ise zekiceydi: Birkaç kat çorap ve uzun, geniş etekler!
Sağ bacağının gelişimini hızlandırması için doktorunun tavsiye ettiği ve dönemin Meksika’sında bir kız çocuğunun yapması hoş karşılanmayan spor türlerini (futbol, boks, yüzme) yapan Frida, bunların dışında paten ve bisiklet sürüyor ve ağaçlara tırmanıyordu. Tüm çabalarına ve hareketliliğine rağmen sağ bacağının gelişimi sol bacağından geri kalan genç kız, başlarda arkadaşlarının çocuk zalimliği ile kendisiyle dalga geçişini umursamasa bile arkasından “Tahta bacak Frida!” diye seslenilmesine, yaşı ilerledikçe gitgide daha da içerlemeye başladı.
Frida, babasının en sevdiği çocuğuydu. Kendinden “Frida çocuklarımın arasında en zeki olanı, bana en çok benzeyeni” diye bahseden Guillermo Kahlo (doğum ismi Carl Wilhelm Kahlo), genel anlamda çok ilgili bir baba olmasa da Frida ile zaman geçirmeye özen gösteriyordu. Babasının okuması için kitaplar verdiği ve entelektüel merakını uyandırmaya çalıştığı kız, sadece bilime değil, hayatın her unsuruna ilgi duyuyordu. Sık sık birlikte parkta gezinti yapıyorlar; Guillermo resim yaparken, Frida taş, yaprak ve böcek topluyor, bunları eve götürüp bilim kitaplarındaki resimleri ile karşılaştırıyor, bazense babasının mikroskobu ile yakından inceliyordu. Başarılı bir fotoğrafçı olan babasının estetik anlayışını ve mesleğinin inceliklerini miras alan Frida, şüphesiz ki sonraki sanat hayatının temellerini bu dönemde atmıştır. Henüz erken yaşta zekası ile dikkat çeken genç kız, 15 yaşındayken Meksika’nın tartışmasız en seçkin okulu olan Preparatoria‘nın zorlu giriş sınavını kazandı (üniversite hazırlık). Hayali doktor olmaktı.
Guillermo, kızının baba mesleğini sürdürmesini istiyordu ve bu yüzden Frida’yı kız öğrenci sayısı yüzde 2’nin altında olan okula gönderirken, eşi Mathilde’nin yaşadığı onurunun tehlikede oluşu tedirginliğine kulak asmıyordu. Babasının kütüphanesi sayesinde Kant ve Hegel okumaya alışık olan genç kız, okuldaki sayısız öğrenci grubundan kendine en uygununun sanat ve felsefeye ilgi duyan, ileride her bir üyesinin kendi alanında ülke çapında isim yapacağı Cachuchas (Bereliler) olduğunda karar kıldı. Bu grupta tanıştığı ve ileride erkek arkadaşı olacak Alejandro Gómez Arias, Frida’nın o yıllarını şu sözlerle anlatıyor:
“Frida ile olan ilişkim, sınıf arkadaşı olduğumuz Preparatoria’da başladı, yani üniversite hazırlık okulunda. Frida buradan önce Alman Koleji’nde okuyordu ve tavrı ve kıyafetleri de Alman Koleji’nde okuyan bir kız gibiydi – oldukça genç, hareketli ve tüm kurallara karşı koyan… Bu yüzden arkadaşlık kurmak için kendisi gibi disiplinden çok anlamayan çocuklar arıyordu. Yavaş yavaş arkadaş grubumuza dahil oldu, ta ki bir gün bu grubun en ilginç figürü haline gelene dek.”
Cachuchas grubunun en önemli özelliği ortak ilgi alanları değil, otoritenin hiçbir türüne saygı duymuyor oluşlarıydı. Okul koridorlarında sosyalist propaganda yapan, kendine mesken olarak bir kütüphane seçmiş grup Frida’nın hayatında, onun çocuksu inadını eleştirel düşünme yeteneğine dönüştürdüğü için oldukça önemli bir rol oynamıştır. Metodundan hoşlanmadığı öğretmenlerin derslerinden kaçan Frida, bir defa okul müdürünün bürosuna gidip bir öğretmen hakkında şikayette bile bulunmuştur: “Bu öğretmen işinde başarısız. Konuştuğu konu hakkında bilgi sahibi değil. İşlediği metin saçmalıktan ibaret, ayrıca bir soru sorduğumuzda cevap veremiyor; onu kovup bu pozisyonu yeni başvurulara açmalıyız!”
18 yaşına geldiğinde okulda geçirdiği üç senenin Frida üzerindeki değişimi oldukça netti: O artık kendinden emin, hayat dolu, sivri dilli ve muhafazakar ahlak anlayışından soyutlanmış genç bir kadındı.
Frida, bir süre Preparatoria’da bir fresk üzerinde çalışan Diego’yu ilk olarak burada görmüş ve o zamanlar Alejandro ile beraber olduğu halde Diego’ya karşı çocuksu bir aşk beslemeye başlamıştır.
İlk Kaza: Kan ve Altın Tozu
Hayat boyu süren ölümün başlangıcı
17 Eylül 1925 akşamüstü, Frida ve erkek arkadaşı Alejandro okuldan eve dönmek üzere bir otobüse bindi. Kısa süre sonra Frida, o gün satın aldığı güneş şemsiyesini almayı unuttuğunu fark etti; otobüsten apar topar inip, şemsiyeyi bulduktan sonra bir başka otobüse bindiler ve birkaç dakika sonra bir tramvay otobüslerine çarparak onu sürüklemeye başladı. İlk başta esneyerek bükülen otobüs, sonunda parçalara ayrıldı ve Alejandro dahil bazı yolcuların düşerek otobüsün altında kalmasına neden oldu. Tramvay tarafından bir süre sürüklenen otobüs, sonunda bir duvara çarparak durabildi.
Bu korkunç kazayı yalnızca birkaç çizik ve ezilme ile atlatıp ayağa kalkan Alejandro, kaza yerinde Frida’yı aramaya başladı ve nihayet bulduğunda karşılaştığı manzara inanılmazdı: Çarpışmanın etkisi Frida’nın kıyafetlerini üzerinden çıkarmış ve onu çırılçıplak bırakmıştı. Badanacı olduğu tahmin edilen bir yolcunun elindeki altın tozu ile dolu kutu kaza esnasında açılmış, içindeki toz havaya saçılıp Frida’nın çıplak ve kanlı bedenini kaplamıştı. Onu kanlar içinde ve altınla kaplı gören kalabalık, “Dansçıya yardım edin, dansçıyı kaldırın!” diye bağırmaya başladı.
Alejandro Frida’yı tutup kaldırmak istediğinde, bir tutunma direğinin bedenini delip geçtiğini fark etti. Bir başka yolcu, ortayaşlı bir adam, “Bunu buradan çıkarmamız lazım, o direk oradan çıkmalı” dedi ve diziyle Frida’nın üzerine bastırarak direği bedeninden çekip çıkardı. Alejandro’nun dediğine göre, Frida bu olayın acısıyla öyle bir haykırdı ki sesi olay yerine varmış olan ambulansın sirenini bastırdı.
Doktorların umut görmediği ve ilk ameliyattan sonra bile sağ kalıp kalamayacağı kesin olmayan Frida için kazanın faturası oldukça ağırdı: Alt omurgasının üç yerinde hasar, bir köprücük kemiği ve iki kaburgasında kırık, çocuk felcinin zayıf bıraktığı sağ bacağında on bir kırık, sağ ayağında çıkma ve ezilme, sol omzunda çıkık ve kasık kemiğinin üç yerinde kırılma. Otobüsün tutunma direği sol kalçasından girip, vajinasından çıkmıştı.
Doktorların bedenini tıpkı bir yapboz gibi bir araya getirdiği Frida’nın sağ kalacağı kesinleştikten sonra bile bir daha yürüyüp yürüyemeyeceği kesin değildi. Ameliyatın ardından bir ay belinde alçı ile, geri kalan iki ay ise sıkı kontroller altında evindeki yatağında geçirecekti – “Bu hastanede geceleri ölüm yatağımın etrafında dans ediyor.”
Kaza nedeniyle final sınavlarına gidemeyen Frida, bir sonraki dönem için okula kayıt yaptırmadı – onun yerine, tedavi masraflarına ortak olup ailesine destek olabilmek için çalışmaya başladı. Üç aylık yatak istirahatinin sonunda, kazadan beri mesafeli bir tavır takınmış Alejandro ile olan ilişkisi bitme noktasına gelmişti. Zekasını ve acılarını etrafındaki insanları yakınında tutabilmek için kullanmaktan çekinmeyen Frida, kısaca Alex ismini verdiği erkek arkadaşına üzerinde gözyaşı izleri olan bir mektup gönderdi: “Beni terk ettin ya, artık seni her zamankinden daha çok seviyorum.”
Okula gidemediği için doktor olma hayali suya düşen Frida, bu dönemde yatağa mahkûm olduğu için kendini meşgul tutmak, can sıkıntısı ile mücadele etmek için resim yapmaya başladı. İlk önemli eserini 19 yaşındayken ortaya çıkaran Frida, onu yeniden kendine bağlama ümidiyle (ümidi boşa çıkmayacaktı) Alejandro’ya hediye etmek üzere bir otoportre üzerinde çalışmaya başladı. Bu esnada Alejandro eğitimi için Avrupa’ya gitmişti.
“1926’dan önce resim yapmak hiç aklıma gelmemişti; ta ki bir kaza yüzünden alçı içinde yatağa mahkum oluncaya dek. Can sıkıntısından çıldırmak üzereydim ve bir meşgale arıyordum. Ben de babamın yağlı boyalarından bazılarını kaptım ve annem bir marangoza yatarak resim yapmamı sağlayan bir tuval yaptırdı.”
İkinci Kaza: Kurbağa Kral
Frida yirmi yaşına geldiğinde eski okul arkadaşları aracılığıyla fotoğrafçı Tina Modotti ile tanıştı ve çabucak arkadaş oldu. Bu arkadaşlık sayesinde Frida Meksika’nın solcu aydınları ve bohem sanatçı dünyasına giriş yapmış oldu. Eğitim için gittiği Avrupa’dan dönmüş olan Alejandro, Frida’nın bir parçası haline geldiği bu yeni dünyada kendine yer bulamadı ve böylelikle ilişkileri tamamen son buldu. Yaklaşık bir sene sonra Frida Meksika Komünist Partisi’ne üye oldu ve burada Diego Rivera ile tanıştı.
Diego, Frida ile tanıştığında dönemin en büyük sanatçılarından biriydi ve aynı zamanda o dönem, Diego’nun evli olmadığı ve yalnız yaşadığı nadir dönemlerden biriydi. Tek eşliliğe inanmayan Diego’nun kadınlarla olan iletişimi yalnızca bedensel bir düzlemde kalmaz, onlarla uzun ve yoğun sohbetler etmekten keyif alırdı.
İlk olarak Tina Modotti’nin evinde düzenlediği, dönemin aydınlarının hem sanat ve siyaset üzerine fikir alışverişinde bulunmak, hem de içki içip eğlenmek için bir araya geldiği gecelerden birinde tanıştılar. Bundan kısa bir süre sonra Frida, sanatına uçsuz bucaksız bir hayranlık duyduğu Diego’ya bazı çalışmalarını gösterdi:
“Tanıdığım bazı insanlar senin sözlerine itibar etmememi tembihledi, onun için lafı dolandırmadan söyle: Resim yapmaya devam mı edeyim, yoksa para kazanıp aileme destek olmak için başka bir meslek mi arayayım?”
Diego, bu tavır karşısında duyduğu hayranlığı kısmen gizlemek zorunda kalsa da yetenekli olduğunu ve kesinlikle resim yapmaya devam etmesi gerektiğini söylediği genç kadına oldukça kısa süre sonra aşık olacaktı.
Aptallıktan ölesiye sıkılan, orta sınıf ahlak anlayışından haz etmeyen ve hayata neşe, ironi ve kara mizah ile yaklaşan çift için bu, Frida’nın 1954’teki ölümüne dek sürecek çalkantılı ve yoğun bir ilişkinin başlangıcıydı. Diego, Frida’nın kurbağa suratlısıydı, Frida ise Diego’nun köpek suratlısı.
Diyalektik Materyalizm ve Sosyal Realizm hakkında tartışan, Realizm’in hayal gücü ile iç içe geçtiği dünyalarında banallik ile Harikalar Diyarı arasında köprü kurabilen çift adeta birbirleri için yaratılmışlardı. Diego’nun Genel Başkanı olduğu Meksika Komünist Partisi’nin Gençlik Kolları’nda aktif olarak yer alan Frida işçi toplantılarına ve gizli oturumlara katılıyor ve bu toplantılarda konuşmalar yapıyordu. Diego 1928’de Eğitim Bakanlığı’nın duvarına çizdiği bir resimde Frida’yı işçilere silah dağıtan genç bir halk kahramanı olarak betimlemiştir.
Annesi Mathilde Kahlo’nun karşı çıkışlarına rağmen çiftin nikahı 21 Ağustos 1929’da vuku buldu. Frida’nın ailesinden katılan tek kişi olan babası Guillermo Kahlo, Diego’ya, nikah kıyılmadan önce son bir uyarıda bulundu:
“Sakın unutma ki benim kızım hasta ve tüm hayatı boyunca hasta kalacak; çok zeki fakat çok güzel değil. Şimdi son bir kez kararını gözden geçirebilirsin. Eğer onunla hâlâ evlenmek istiyorsan, size mutluluk dilerim.”
Nikahın ardından verilen partide Diego’nun tekilayı fazla kaçırıp silahını konuklardan birine doğrultması sonucu Frida ile birbirlerine girdiler ve Frida, gözyaşları içinde ailesinin evine döndü. Birkaç gün sonra Diego kendisini almaya gelinceye kadar yeni evine yerleşmedi.
1930 senesinde, hamileliğinin üçüncü ayında düşük yapan ve bunu asla tam olarak atlatamayan Frida, kısa süre sonra Diego’nun asistanlarından biri ile ilişki yaşadığını öğrenecekti.
Evliliğinin ilk sekiz yılını Diego’nun küçük sevimli eşi kimliği ile kokteyl partilerinde, akşam yemeklerinde veya alışveriş yaparak geçiren Frida, nadiren resim yaptı ve ressam kimliğini katıldığı ortamlarda neredeyse hiç anmadı. İşi nedeniyle defalarca kez Diego ile birlikte ABD’ne yolculuk eden Frida, burada Amerikan kültürünü sindiriyor, müze ve sergilere gidiyor, hızla İngilizce öğreniyor ve bol bol alışveriş yapıyordu. Bu dönemde sanatçının tarzında Meksika’ya duyduğu özlem ve Diego’nun ilişkilerinden duyduğu acının üstüne yaşadığı düşüklerin de sonucu olarak açıkça gözlemlenen değişimler meydana geldi. Kendini ölümün nöbet tuttuğu yatağında yatarken, iç organları vücudunun dışına çıkmış veya rahimdeki bebekleri vücudun dışında fakat bedene damarlar yoluyla bağlı olarak resmeden Frida, 1933 senesinde nihayet üç yıllık Amerika oturumunun ardından Diego ile Meksika’ya döndüklerinde inşaatı bitmiş olan, aynı arazide fakat ayrı binalarda yer alan evlerine taşındılar.
Bağımsız bir sanatçı
1934’te Diego, Frida’nın en sevdiği kız kardeşi Christina ile ilişki yaşamaya başladı. Bu dönemde Frida, Diego ile bağlarını tamamen koparmasa da ilişkinin bu şekilde sürmesi imkânsızdı. Bazı kaynaklara göre yalnızca birkaç ay, diğerlerine göre ise tam bir sene süren bu ilişki, Frida’da asla kapanmayacak yaralar açılmasına neden oldu ve bir daha uyumlu ve sağlıklı bir varoluş sürdürebileceğine dair tüm umutlarını yok etti. Bu dönemde ortaya çıkan resimlerden biri, aldığı darbenin boyutlarını açıkça gösteriyor. Aynı senenin Ekim ayında Frida’nın doktoruna yazdığı bir mektuptan bir kesit, içine girdiği çıkmazı net bir şekilde gözler önüne seriyor:
“Diego ile aramız her geçen gün daha da kötüleşiyor. Birçok şeyin benim suçum olduğunu biliyorum, çünkü onun ne istediğini en başından beri anlayamadım ve geri dönüşü olmayan unsurlara karşı direndim. Korkunç acılar yaşadığım ayların ardından nihayet kardeşimi affettim ve bu her şeyi düzeltecek sandım ama her şey ters yönde ilerliyor. Belki bu durum Diego için daha iyi oldu ama benim için hâlâ her şey çok korkunç. Öyle yılgın ve mutsuzum ki, yaşamaya nasıl devam edeceğimi bilemiyorum. Biliyorum ki Diego şu an ona benden daha çok ilgi duyuyor ve biliyorum ki, eğer Diego’nun mutlu olmasını istiyorsam uzlaşmacı olmalıyım. Ama bu benim için öyle ağır bir bedel ki… Nasıl acı çektiğimi asla anlayamazlar. Her şey öylesine karışık ki açıklayamıyorum; ama inanıyorum ki beni açıklama olmadan da anlayabilirsiniz.”
Tam olarak ne zaman başlayıp ne zaman bittiği bilinmeyen bu ilişkinin sonucu olarak 1935’te güç toplamak için evi terk edip şehir merkezinde bir daire tutan Frida, Diego’dan yine de ayrılmadı. Kısa süre sonra iki arkadaşı ile birlikte New York’a giden Frida, buradan Diego’ya aşağıdaki satırları yazacaktı:
“Artık anlıyorum ki tüm o mektuplar, astar mevzuları, İngilizce kursları, modeller, iyi niyetli asistanlar, uzak şehirlerden gelen önemli milletvekilleri, bunların hiçbiri birer flört olmaktan öteye geçemez ve sadece sen ve beniz birbirini en derinden seven. Daha çok maceralar yaşayacağız, duvarlara toslayacağız, çok küfürler edeceğiz ve bağıracağız, uluslararası tozları kaldıracağız ve kim bilir daha neler yapacağız – ne olursa olsun birbirimizi daima seveceğiz.
Bunların hepsi birlikte geçirdiğimiz yedi sene boyunca sıkça tekrar etti; yaşadığım tüm öfke patlamaları sonunda yalnızca tek bir gerçeği görmemi sağladı: Seni kendimden de çok sevdiğim gerçeğini ve senin, beni benim kadar sevmesen bile, az da olsa bana bağımlı olduğun gerçeğini, doğru değil mi Diego?! Bunun asla bitmeyeceğini umuyorum ve bununla yetinmek istiyorum.”
Frida bu yıkımın sonucu olarak daha da güçlendi ve artık hayatı sadece Diego için değil, kendi mutluluğu için yaşaması gerektiğini anladı. Sağlık sorunlarına rağmen sık sık partilere katıldı, birçok arkadaş edindi, dans etti, bar turları yaptı, sık sık sinemaya gitti… 1935 senesinin sonunda iç dengeleri yeniden oturmuş olan Frida, 1937 ve ’38 seneleri boyunca, evliliğinin ilk sekiz senesinin toplamından daha çok eser verdi. 1938’de ilk sergisini Meksiko Üniversitesi Galeri’sinde yapan Frida; aynı sene 25 çalışmasını New York’ta tek başına sergileyerek ismini daha büyük kitlelere duyurdu. Bu galeri vasıtası ile ünlü fotoğrafçı Nickolas Murray ile tutkulu bir aşk yaşayan Frida, ertesi sene Paris’teki bir serginin ardından, Louvre’da yer alma hakkı elde eden ilk Latin Amerikalı sanatçı olma ünvanını elde etti. Aynı sene doğduğu Mavi Ev’e dönen Frida, Diego’dan boşandı.
1940’ta Meksiko Uluslararası Sürrealistler Sergisi’nde iki eseri ile yer alan Frida, gelecek birkaç sene içinde ABD’de sayısız sergiye katılacaktı. Aynı sene Diego ile yeniden evlenen Frida, 1942’de Meksika Kültür Atölyesi’ne kurucu üye olarak seçildi ve ardından La Esmeralda adlı sanat okulunda resim öğretmenliği yapmaya başladı.
1946 senesinde New York’ta bir omurilik ameliyatı geçiren Frida, ameliyattan sonra durumunun kötüye gitmesinin ve dayanılmaz acılarının bir sonucu olarak ağrı kesici ilaçlara bağımlı hale geldi. Dört sene sonra 1950’de tam bir sene hastanede kalacak; bu esnada hem üretkenliği artacak hem de Komünist Partisi ile olan bağları kuvvetlenecekti. Bir senenin ardından taburcu edildiğinde oldukça zayıf düştüğü için sürekli bakıma ihtiyaç duyan Frida, kullandığı ilaçların da etkisiyle daha kaotik, vahşi ve özensiz resimler yapmaya başladı.
1953 senesi Frida’nın hem Meksika’daki ilk tek kişilik sergi kazanımını hem de sağ bacağının kesilmesi kaybını beraberinde getirdi. Meksika Modern Sanat Galerisi’nde gerçekleşecek, kariyerinin doruk noktası niteliğini taşıyan serginin açılışından birkaç gün önce doktoru yataktan çıkmayı kesinlikle yasakladığı için yatağını sergi salonuna taşıtan sanatçı, alışılmamış tarzı ve dehasını bir kez daha bu yolla kanıtlamış oldu. Yatak daha sonra salonda bırakılarak serginin bir parçası haline geldi.
Aynı sene sağ ayağının iki parmağını kaybetmesine neden olan kangren durdurulamadığı için bacağının dizden aşağısı kesilen ve yerine protez takılan sanatçı, bu kaybın şokunu ölümüne dek atlatamadı (“Ayaklar, uçmak için kanatlarım varken sizi neden arayayım?” sözü bu olaya istinaden söylenmiştir). Kısa sürede eski neşe ve sevgisini tamamen yitiren Frida, sabırsız ve huysuz bir insan haline geldi. Zamanının çoğunu yatarak geçirdiği ve yardıma muhtaç olan kadın direktiflerini bağırarak veriyor; bağırmak yetmediğinde yardımcısı ve ziyaretçilerine bastonu ile vuruyordu. Bir süre ağrı kesici yerine alkol almayı deneyen Frida bu dönemde günde iki şişe konyak içiyordu.
Doktorunun yasağına uymayarak soğuk ve yağmurlu bir günde Komünist Partisi’nin bir eylemine katılan Frida, bunun sonucunda akciğerinde meydana gelen embole sonucu hayatını kaybetti.
Ölümünün ardından vasiyet ettiği gibi yakılan Frida’nın külleri bugün, Meksiko’daki Frida Kahlo Müzesinde, doğduğu ve öldüğü Mavi Ev’deki yatağının üzerinde duruyor.
Yaşasın Hayat!
Hayatı boyunca bedensel ve ruhsal acılarla tek vücut haline gelen Frida, Diego’nun ilişkileriyle başa çıkabilmek için bu kadınlarla arkadaş oluyor, onlarla duygusal bağlar kuruyordu. Bir noktadan sonra kendi de başka kadın ve erkeklerle ilişki yaşamaya başlamış olsa bile bu ilişkileri gizli tutuyor, Diego’nun kıskançlığı yüzünden bu erkeklerin can güvenliği için endişe duyuyordu (Diego Frida’nın kadınlarla yaşadığı deneyimleri kıskanmıyor, aksine bu konuda onu cesaretlendiriyordu). Eşi ile arasında aynı zamanda bir anne – oğul ilişkisi olan sanatçı sağlığı izin verdiği müddetçe kocasını yıkıyor, onun kıyafetlerini dikiyor, her ihtiyacını kendi karşılıyordu. İlişkinin bu boyutunu El Abrazo De Amor Del Universo isimli çalışmasında görmek mümkündür.
Bir yıllık hastane oturumunun ardından tekerlekli sandalye ve alçıdan yapılmış bir korse ile yaşamak zorunda kalan Frida’nın zihnini, tıpkı 18 yaşında geçirdiği kaza sonrasında olduğu gibi, ölüm düşünceleri meşgul ediyordu. Hayatının son yıllarında siyasete, dine benzer bir bağlılıkla yaklaşan sanatçı, bu hislerini şu şekilde dile getirmiştir:
“Devrim, renk ve biçimin uyumudur ve her şey tek bir kanun ile hareket eder ve var olur, hayatın kanunu ile. Hiç kimse, bütünün küçük bir parçası olmaktan öteye geçemez.”
Frida, hayatı hakkını vererek yaşadı. Resim yaptı, sevdi, sevildi, sevişti, çalıştı, keşfetti, öfkelendi, mutlu oldu, mutlu etti, paylaştı, acı çekti, acı verdi… Sanatı sadece resimleriyle sınırlı değildi; aynı zamanda kostümleri, takıları ve saçı ile yaşadığı her an yaratıyor ve paylaşıyordu. Yaşadığı acılar onu bazen yıldırsa ve bazı intihar teşebbüslerinde bulunsa bile hayatı çok sevdi, ona var gücüyle tutundu. Belki tam da bu acılardı onu bu denli eşsiz yapan; ne de olsa eğer o gün o şemsiyeyi unutmamış ve o otobüse binmemiş olsaydı, belki asla resim yapmaya başlamayacaktı.
Frida’nın hayata bakışı kısaca en sevdiği doktoru Dr. Eloesser’a hediye olarak hazırladığı bir otoportrenin altına yazdığı gibi özetlenebilir:
Yaşasın hayat!
Yaşasın Diego!