Yaptığı müziklerle dans edenleri başka diyarlara götüren Asaf Zeki Yüksel, yani asıl bildiğimiz ismi ile Deli Köpek, bakmaya doyamayacağımız eşyalarının bulunduğu evinin kapılarını bizlere açarak kendi hayatı, psychedelic kültür ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Deneysel müzik ve performanslarla dikkat çeken Deli Köpek, 70’lerin psychedelic ruhunu günümüz kuşağına da tattırıyor. Özellikle psychedelic akım üzerine konuşarak psychedelic müziğin günümüzde ne kadar dijitalleştiğinin ve her diğer şey gibi ne kadar ticarileştiğini açıklıyor.
Yeşim Özbirinci: Seni festivallerde tanıdım. Aynı zamanda ressamsın, müzisyensin. Klasik olacak ama önce seni biraz tanıyabilir miyiz?
Deli Köpek: Ben Asaf Zeki Yüksel. Aslında ressamım. Daha sonra müzikle uğraşmaya başladım. Son zamanlarda, son 5-6 senedir de psychedelic festivallere gidiyorum. Zaten 90’lı yıllarda İsviçreli sanatçılarla tanıştım, sonra İsviçre’de bir dönem bir kültür fabrikasında kaldım. O zaman deneysel müzik ve performanslarla tanıştım. Ondan sonra da bütün multimedyayı kullanarak bazı performanslar yapmaya başladım. Audiovisual performanslar, Şamanik performanslar… Son zamanlarda da festivallerde hem onu müzik performansıyla birleştirerek -ekip olarak- Şamanik performanslar yapıyoruz hem de ben çalıyorum da.
Normalde, bizim Dinar Bandosu diye bir grubumuz var. Psychedelic rock grubu olarak geçiyor. Tabii daha çok bizimki 70’lerin psychedelic’i. Biz bir de jenerasyon olarak eski olduğumuz için 70’lerin psychedelic’i ile başladık. Şimdi tek başına performans yapmayı seviyorum. Tabii bir de daha farklı şeyler… Grup olduğu vakit kafandaki her şeyi yapamıyorsun. Grupla sadece belli şeyleri paylaşıyorum. Kendi yapmak istediğim şeyleri tek başıma yapıyorum. Bu, performans projeleri de oluyor. O projelerde elektronik müziği kullanıyorum. Çünkü o zaman tek başıma daha rahat performans gösterebiliyorum.
Enstrüman olarak değişik enstrümanları üst üste çalabiliyorum. Elektronik altyapıları yapıp, üzerine canlı çalmayı tercih ediyorum. Şimdi mesela o kısım da ister istemez grubu etkilemeye başladı. Mesela bu kış, yine grup projesi var, festivalde canlı çalmak için. Müzikleri bilgisayardan değil doğrudan enstrümanlarla… Gerçi ben festivallerde doğaçlama takılmayı da seviyorum ama bizim festivaller yeni yeni başladığı için canlı performans için şartlar çok uygun olmuyor. Mixer, müzik tesisatı daha çok DJ performansına göre yapılıyor. Ama şimdi bu yavaş yavaş alternatif sahneler olduğu için oturuyor. Ya da ben zaten gelirken kendi mixer’imi vesaire kendim getiriyorum, öyle yapıyoruz.
Yeşim: Deli Köpek ismi nereden geliyor?
Deli Köpek: Deli Köpek ismi mi? Bak köpek zaten burada! (Gülüşmeler) Ben zaten sürekli köpeklerle yaşadığım için… Daha önce sekiz tane köpeğim vardı. Osman ve ailesi vardı. Ama Osman 18 yaşında öldü. Hatta bizim ikinci albümün adı “Aya da gidelim Osman” Osman’a yapılmış bir albüm. O da vokal yapıyor bir parçada.
Yeşim: İnternette, ekşi sözlükte, “Sahneye çıktı, deli gibi köpek gibi uludu, oradan deli köpek geliyor” diye yazıyor…
Deli Köpek: Öyle değişik şeyler yazabiliyor. Köpekleri severim. Köpeğin şeyi de farklı mesela köpekler bir dakika öncesini ya da bir dakika sonrasını düşünmez. O anı yaşar hayvan. Bir komut vereceksin, kızacaksın ya da seveceksin, ödüllendireceğin zaman. O bir dakika içinde ya da 30 saniye içinde yapman lazım, yoksa anlamaz. Ben köpek eğitimi ile de uğraştım. Köpek arama kurtarma ekibindeydim AKUT’ta. Ayrıca Diyojen’in köpek şeyini “kinizim”, mutluluk felsefesi de buna yakın olduğu için hem de deli olduğum için seviyorum yani “Deli Köpek’i”. İnsanlar şimdi köpek falan deyince aşağılama sanıyorlar ama bana göre daha iltifat gibi geliyor insan olmaktansa bu dünyadaki, dışarıdaki insanlardan olmaktansa köpek olmak benim için daha güzel bir şey.
“Psychedelic ruhun görünür kılınmasıdır”
Yeşim: Kesinlikle katılıyorum. Dinar bandosundan bahsedebilir misin nasıl kuruldu? Neler yaptınız şu anki durum nedir?
Deli Köpek: Dinar Bandosu üç sene önce kuruldu. 20 yakın eleman değişikliği oldu. Bir tek ben varım, değişmeyen. Diğer hepsinde değişiklikler oldu. Üç tane albüm çıkardık. Dinar Bandosu da yine Ece Ayhan’ın hikâyesinden geliyor. Öyle bir bando düşün, müzisyenlerin kurduğu bir bando değil de piyano da Çetin Altan, çello da Aziz Nesin… Değişik farklı disiplinlerden gelmiş insanların yaptığı bir müzik diye düşün, Ece Ayhan’ın hayali bir orkestrası var. Biz de ondan etkilendik çünkü bizim gruptan kimse müzisyen değildi aslında. Ben kendime müzisyen demiyorum. Ben sadece ses performansı yapıyorum. Yani nota falan bilmiyorum ve doğaçlama çalıyorum. Öğrenmek de istemiyorum zaten.
Yeşim: Daha doğal olmuş…
Deli Köpek: Daha doğal oluyor, bir de özgür oluyor, bir de daha psychedelic oluyor çünkü bana göre psychedelic ruhun görünür kılınması. Şimdi akademik bir eğitim aldığın vakit o biraz hem yaratıcılığı öldürüyor hem de insanların ruhu da kaçıyor çünkü notaya bakarak çalıyor, hep aynı şekilde çalıyorlar.
Yeşim: Kısıtlanıyorlar, kalıba sokuluyorlar.
Deli Köpek: Evet, kalıba sokuluyorlar. Benim bir tezim var: “Bilen insanlar bildikleri kadar çalıyorlar. Bilmeyenler ise bilinmeyenin kapılarını aralayabilirler.” psychedelic müzik de öyle. Bilinmeyenin kapılarının aralanmasıdır aslında bence. Çünkü psychedelic elle tutulabilir gözle görülebilir bir şey değil. Daha ruhani bir şey.
Yeşim: Yine ekşi sözlükte okumuştum. “Okyanus sesi çalmak en büyük arzum” diye bir şey demişsin. Böyle bir şey var mı? Varsa okyanus sesini çalmak nasıl bir şey oluyor?
Deli Köpek: Aslında şöyle bir şey var, (Gösteririm sana o enstrümanı da) benim derdim, bir tane nota çalayım. Mesela sokakta bulduğum, çöpte bulduğum su tesisatı bu. Ondan mesela ses çıkartayım. Bundan bir ya da iki nota çıkar. Yeni bir nota bulayım ben. O yedi notanın dışında farklı bir nota bulmak benim derdim ya da doğada deniz kabuklarını kulağına yasladığın vakit okyanus sesini duyarsın. Bak dur istersen getireyim sana.
Yeşim: Ben de deniz kenarında büyüdüm. Çocukken yapardık, böyle değişik bir ses gelirdi.
Deli Köpek: Ayrıca benim en sevdiğim şey bayrak direği çalmak. Bayrak direğini kulağıma koyup da vurarak çaldığım vakit orada çok acayip sesler, tınılar var. O da mesela okyanus sesine çağrışım yaptırıyor. O zaman öyle bir şey söylemiştim de onlar da tamamını almamışlar, öyle yazmışlar.
Okyanus sesi, dalga sesleri, doğa seslerini hep kullanıyorum müzik yaptığım mix’lerde olsun ya da canlı performanslarda. İşte mesela; yunusların konuşmaları, kuşların ötüşü… Çünkü zaten Şamanik performanslar olduğu için doğayla ilgili bütün sesleri kullanıyorum.
“İstanbul çok Psychedelic bir şehir”
Yeşim: Psychedelic kültürü tanımlar mısın? Tam olarak nedir? Aslında Türkiye’de yaklaşık son beş senedir birçok insanın duyduğu, bildiği bir kavram. Onun öncesinde çok daha azınlık bir grup, o kültürü yaşayanlar bunu biliyordu. Türkiye bunun tam neresinde şu an?
Deli Köpek: Bizim aslında bir taraftan avantajımız, bir de dezavantajımız var. O da bu coğrafyada bulunmaktan dolayı kaynaklanan bir şey. Özellikle İstanbul çok psychedelic bir şehir. O nedenle biz zaten doğuştan dışarıda da yaşarken çok psychedelic bir hayat vardı. Onun için bizim Batı’daki gibi bir psychedelic anlayışa çok fazla ihtiyacımız yok. Mesela; Batı’daki psychedelic sanatçılarınki daha çok asit tribinde yapılan işlerdir. Bizim ona ihtiyacımız olmuyor çünkü zaten psychedelic bir yaşam biçimimiz var. Doğal olarak kafamız kendinden güzel (Gülüşmeler.)
Tabii dediğim gibi biraz daha eski kuşak olduğum için 70’lerin psychedelic’leri ile büyüdüm. Benim daha çok punk şeyim de vardır. Asıl punk kuşağıdır benimki. Hatta psychedelic punk, endüstriyel müzik sonradan da erken elektronik müzik… Ama şimdi Türkiye’deki psychedelic müzik 70’lerde de vardı. Sonra 80’lerle birlikte psychedelic, yasaklarla bastırıldı. Sonra başka şeylere yönelmeye başlandı. Punk ve heavy metal gibi sert müzikler yükseliş gösterdi. Toplumdaki o baskı, bastırılmış duygular, dışa vurulmak istenen nefret ve öfke bu türlerle ortaya kondu. Yani bu durumda psychedelic biraz geri planda kaldı. Gerçi, dünyada da zaten biraz öyle oldu.
Bana aslında şu anki psychedelic müzikler çok dijital geliyor ve benim en çok rahatsız olduğum şey festivallerde de fazla dijital olması. Çünkü bir taraftan psychedelic kültürde insanlar daha doğayla iç içe, doğayla barışık bir takım spritüel düşüncelerle bezenmişken öteki tarafta bunun tam tezadı tamamen dijital yapay bir müzik. Bana göre işin dezavantajlı kısmı şu andaki psychedelic piyasa ya da ortamlar aslında o Goa (moa) 60’ların 70’lerin kuşağın bir devamıydı, yani onlar başlattı fakat daha sonra bu iş iyice dijitalleşmeye başladı.
“İnsanları tamamen bireyselliğe yöneltiyor”
İş tamamen asit ve uyuşturucu olayına dönüştü ve müzikler de ona göre yapılmaya başlandı. Zaten o maddeyi almayınca o müzikten tat alamıyorsun gibi olmaya başladı. Ama burada tabii şöyle bir şey var, o maddeyi alınca müzik de çok fazla önemli olmuyor. Ben bunla ilgili bir belgesel yapmayı da düşünüyorum çünkü bakıyorum, takip ediyorum, gidiyorum festivallere…
Festivallerde belli müzikler var dark psychedelic müzik. Mesela; bunlar insanları sürekli tamamen bireyselliğe yöneltiyor. İçe döndürüyor. İçe kapalı oluyorlar. Dikkat ediyorum herkes hemen hemen aynı figürü yapıyor dans ederken. Sürekli dört dörtlük nota kullanılıyor, o da kalp atışı olduğu için hemen yakalıyor insanı. Ama fazla melodik değil. Melodi çok az. Tabii istisnalar var. Çok güzelleri de var. İçinde melodik olanlar; ne bileyim, insan sesleri, hayvan sesleri, enstrümanlar kullananlar da var.
Son zamanlarda makineyle değil hatta bir DJ de var ama onun yanında bass gitarcısı var, davulcusu var. Böyle kalabalık gruplar. Daha tribal işler. Bunlar daha insansı geliyor; öbürküsü çok dijital ve makine robotlaştırıyor insanı. Hatta zombi gibi oluyor insanlar. 70’lerin psychedelic’inde en önemli şey barış, aşk, seks gibi şeyler ön plandayken şimdi mesela onları göremiyoruz. Ben festivallerde çocuklara diyorum zaten: “Ya bu ne biçim festival! Kimse el ele tutuşmuyor, kimse öpüşmüyor, kimse sevişmiyor.” Kimi zaman o içteki şiddete yönelik duygular da ortaya çıkıyor. Çünkü onda kontrolü kaybettiğin için bu tür madde kullanılarak yapılan şeylere ben pek sıcak bakmıyorum. Müzik olsun, resim olsun bana göre ayık kafayla yapılan bir iş. Yani ben müzik yaparken ya da resim yaparken doğal olarak transa geçiyorum. Herhangi bir şey almama gerek yok, en fazla iki duble rakı içsem, tamam, yeter o bana. Ondan sonra kendinden geliyor zaten. Başka bir dünyaya gidiyorsun. Asıl önemli olan o dünyaya girebilmek. Yoksa bir madde yardımıyla o maddenin seni götüreceği yere gidiyorsun. Ve tehlikeli de çünkü o doğallığı yitiriyorsun.
Yeşim: 90’lı yıllarda Kızılderililerle birlikte yaşamışsın…
Deli Köpek: Bir beş sene kadar ben, Amerika’daydım; Upstate New York tarafında… Kanada’ya yakın Ontario Gölü’nün kenarı. Bizim zamanımızda Kaptan Swing vardı. Ontario kurtları, Kaptan Swing işte onların olduğu bölgede, orada mohavklar vardı. Biz de o bölgede bulunduğumuz için Kızılderili arkadaşlar falan vardı. İşte 15 günde bir toplanıp böyle drum circle falan yapardık. Şarkı söylerdik. Filmlerdeki Kızılderililerden artık kalmamış yani. Hatta ben onlardan daha Kızılderili görünüyordum. Çünkü sarışın mavi gözlü Kızılderililer vardı. Ama tabii yine de o kültürü devam ettirmeye çalışan insanlar da var.
“Psychedelic bir hareket var ama o hareket moda olarak var”
Biz de mesela en büyük eksiklik alt kültür eksikliği. Bizdeki altkültürlerin hepsi ya da bir kısmı biraz batıdan gelme yani ithal altkültürler. Onun için çok yapay kalıyor. Geliyor o rüzgâr esiyor sonra bitiyor ve gidiyor. Sonra başka bir şey oluyor. Yani alttan gelen bir kültür değil. Zaten üst kültür de yok. Bugüne kadar devletin bir kültür politikası da olmadı ki. O yüzden resmi ideolojiyi tehdit eden bir altkültür de yok. Yani bu yüzden de psychedelic bir hareket var ama o hareket moda olarak var. Çünkü kapalıydı, belli insanlar geliyordu ama duyulunca başka insanlar gelmeye başlıyor. Ondan sonra işin suyu çıkıyor. Bana kalırsa resmi ideolojiyi tehdit eden bir yapısı da yok. Tam tersine resmi ideolojinin eline yağ süren bir anlayış var. En basitinden, psychedelic bir festivale giriş için çok büyük rakamlar isteniyor. Herkes bir şeyler satıyor. Aslında kapitalizme karşı olmaları gerekirken tam tersine kendileri kapitalist. Ticari bir yapıya büründü artık. Bunlar büyüdükçe, genişledikçe daha da ticari olacak.
Yeşim: Çok pahalı olabiliyor içeride satılan su bile.
Deli Köpek: Dışarıdan içeriye bir şey sokamıyorsun.
Yeşim: Organizatörlerle bunu konuşunca “Bir sürü masraf oluyor, bunu böyle yapmak zorundayız” diyorlar.
Deli Köpek: Tamam masraf oluyor, doğru söylüyorlar da aslında bunun 70’lerdeki ruhu kalmadı artık. Ses sistemi kurmak, dağ başına elektrik vesaire her şey baya bir maliyet gerektiriyor. Bunlar için ya hep sponsor alacaksın ya da sponsor alamayınca büyük parti organizasyonları yapamazsın. Ancak öyle rave parti havasında olabilir. Arada da oluyor zaten. Geçen internette çocuklar “Sistem var, festival yapacaktık iptal oldu. Belgrad Ormanı’na gidiyoruz, hadi gelin!” dediler. “Nereye gideceğiz Belgrad ormanında?” dedik. “Kemerleri geçince sesi duyunca sese doğru gelin” dediler. Ondan sonra gittik. İki gün sürdü. Jandarma, polis falan da var ama kimse gelmedi.
Yeşim: Belki fark etseler gelirlerdi.
Deli Köpek: Tabii tabii, orası büyük bir orman olduğu için de duyulmadı. O tür şeyler daha doğaçlama daha samimi oluyor. Ama organizasyon olduğu vakit yurtdışından DJ’ler geliyor. Onların geliş-gidişi bile… Mesela Hilight Tribe geldi. 4-5 kişi vardı onlar. Ya da Sphongle gelecekti, Freaks in Love’a. Onlar da 7-8 kişi. Bir tek olarak onun elektroniklerini yapan kişi gelecekti. Çok büyük rakamlar istiyorlar. Artık her şey ticari oldu, para oldu. Paranın da girdiği her yer de her şey ölüyor, bir şey kalmıyor.
Ben resimlerim için galerilerle çalışmıyorum, ticariliğe karşı olduğum için. İnsanların alıp da duvarlarını süslemesi için değil, ben sadece kendi hastalıklarımı ve beni rahatsız eden toplumun ya da sistemin hastalıklarını tedavi etmek, onları eleştirmek ya da dile getirmek için resim yapıyorum. Müzikte de aslında aynı şeyler. Müzik de dünyanın gittikçe teknolojik olması, endüstriyelleşmesi, doğanın kaybolması… Onun için de belki de Deli Köpek… O sisteme karşı tabii ama tek başıma ya da üç-beş gibi bir çığlık olarak kalıyoruz. En azından içimizdekini dışa vurabiliyoruz. O da belki bir yerde birazcık rahatlatıyor.
Yeşim: Resme devam ediyor musun?
Deli Köpek: Resme devam ediyorum. Dediğim gibi benim asıl işim resim olduğu için para kazanmak için ders veriyorum. Haftanın hemen hemen dört günü yağlı boya resim dersi veriyorum. Onun dışında kalan zamanda, oradan kazandığım parayla kendi projelerimi finanse ediyorum.
“Punktan sonra yeni bir şey gelmedi”
Yeşim: Gelecekte projeler var mı?
Deli Köpek: Projeler çok var, oluyor elbette. Ama projenin gerçekleşmesi birazcık sürecin ötesinde şartlar, imkânlar, ortamın oluşması, mekân bulmaya bağlı. İşin kötü tarafı, vazgeçtiklerimi hadi diyelim maddi olanakları biz kendimiz halletsek, yapsak bile insanlar gelmiyor. Öyle bir döneme girdik ki, sistem artık öngörüldüğü gibi çıkmadı. Kapitalist sistem acayip bir şekilde kendini yenileyerek, yutarak her şeyi büyüdü. Ona karşı mücadele etmek çok zorlaştı.
Yaşam mühendisleri gibi insanlar, politikacılar olsun sistem olsun bilimsel olarak çalıştıklarından acayip bir kuşak yarattılar. Bence en büyük sıkıntı, 90’lardan sonra en son bir punk vardı. Punk da baya salladı yine. O da dünyayı biraz sallayan bir altkültür. Ama ondan sonra, punk’tan sonra yeni bir şey gelmedi. Dünya onun sıkıntısını çekiyor. Dünya şu anda her bakımdan da sıkıntı içinde. Yeni bir şey olmuyor… Bütün millet televizyon seyrediyor. Yarışma programları, futbol… Eskiden mesela Üçüncü Dünya Savaşı diyorlardı. Artık Üçüncü Dünya Savaşı bile çıkmaz çünkü toplu bir yıkım işlerine gelmez. Toplu yıkım olursa yeniden bir yapılanma gerekecek o zaman. Bunlar kendi sistemlerini yürütmek istiyorlar. Böyle ufak ufak, birkaç ülke arasında terörü kullanarak kendi ideolojilerini devam ettiriyorlar. Devamlı da ceplerini doldurmaya çalışıyorlar. Ama bence dünya zaten kendini temizleyecek. İnsanlardan kendini temizlemek zorunda kalacak. Yoksa dünya yok olacak.
Yeşim: Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Deli Köpek: Sistem, resmi ideoloji insanlara bir şey sunuyor, gösteriyor. Herkes o şekilde yaşıyor, davranıyor, giyiniyor, yiyor, zamanını harcıyor ama mesela bu arada sanat da tamamen sistemin istediği gibi oluyor. Kapitalizmin sanatı, reklamcılar ve grafikerler. Onlar yapıyorlar. Resmin artık bir şeyi kalmadı. Kimse artık galeriye gitmiyor. Sadece artık bir gelenek gibi bir şey kaldı…
Yeşim: Onlar da çok yapay, insanlar sergiye gitmiş olayım demek için gidiyorlar. Gösteriş için…
Deli Köpek: Tabii tabii ama sanatçılara baktığımız vakit eski o anarşist sanatçılar da yok. Onlar da resmi ideolojinin yalakalığını yapıyorlar zaten. Hiçbir zaman için karşı kültür olarak resmi ideolojiye tehdit unsuru olmuyorlar. Onlar sadece sistemden pay almaya çalışıyorlar. Bu yüzden psychedelic festivaller de diğer festivallere ya da konserlere karşı dağlarda, açık alanlarda, ormanlarda yapılıyor. Ama oraya da baktığında sistem farklı bir şekilde devam ediyor.
Yeşim: Teşekkür ederim çok.
Deli Köpek: Ben teşekkür ederim…
Deli Köpek’i takip etmek isterseniz Facebook ve Soundcloud sayfalarını ziyaret edebilirsiniz.
Başlık fotoğrafı Deli Köpek’in Facebook hesabından alınmıştır. Diğer fotoğraflar Yeşim Özbirinci’ye aittir.