Kendisinden önce de halka açık meydanlar olmuş olsa bile, Antik Yunanlılar agoralarıyla ve şehrin kalbindeki merkezi toplanma alanlarıyla bu tür şehir alanlarını yalnızca ünlü değil aynı zamanda çekici kılmıştır. O zamandan bu yana, yalnızca Batı dünyasında değil, dünyanın dört bir yanında bu konuda agoranın bir parçası bulunmaktadır.
Ticaretle uğraşanların, filozofların, şairlerin ve politikacıların omuzlarını ovuşturduğu bu yerde, halk da şikâyetini dile getirmek için boy gösterdiğinde zaman zaman rejimin güçleriyle karşılaşmış hatta bu güçler tarafından katledilmiştir. Öyleyse, agora başlı başına özel ve oldukça keyifli bir yerken, bizlere “halka açık yer korkusu” anlamına gelen agoraphobia kelimesini vermesi de sürpriz olmamalıdır.
Yüzyıllardır, hatta günümüzde bile halka açık alanlar eylemlerin, şiddetin hatta devrimin alanı olmuştur. Halka açık alanların yoklamasını yaptığımızda önümüze uzun bir liste çıkıyor; Tahrir, Taksim, Tiananmen, Trafalgar… Ki bu, yalnızca T harfi için geçerli.
Place de la Concorde, ismine rağmen 1968 yılındaki Paris Öğrenci Ayaklanması sırasında barışçıl hariç her sıfatı alabilecek bir yerdi. St. Petersburg’daki Saray Meydanı sonsuza dek, Lenin ve Bolşevikleri iktidara getiren Ekim Devrimiyle anılacaktı. Rusya’daki Kızıl Meydan ise günümüzde Lenin’in mezarı, Sovyet gösterileri ve Rusya’nın askeri donanımıyla ilişkilendirdiğimiz bir alan oldu. Havana’da bulunan Plaza de la Revolucion’da ise Fidel Castro, ABD destekli diktatör Fulgencio Batista’yı deviren devrim sonrasında milyonlarca kalabalığa seslendi.
Yakın zamanlarda yoğunlaşan halk meydanlarındaki şiddet, İstanbul, Kahire, Trablus ve Kiev’den ekranlarımıza yansıdı, Pekin ve Pyongyang’taki askeri-politik gücün geçitleri evlerimize taşındı. Yaşayan hafızamızda, İngiltere tarihindeki en şiddetli protestoların bazıları, 1990 yılında, Margaret Thatcher’in muhafazakar hükûmetinin sunduğu “kelle vergisi” önerisi üzerine gerçekleşti. Bir şehir her ne kadar politik açıdan olgunlaşmış, sosyal açıdan kapsamlı görünse de halk meydanları her zaman risk altındadır.
Tiananmen Meydanı’nın yuttuğu insanlardan sadece biri: Tank Man
Dünya üzerindeki bir diğer önemli meydan olan Tiananmen Meydanı ise, 1989 yılında demokrasi yanlısı hareketin iktidara karşı ayaklanmasına ev sahipliği yapan bir yerdir. Paris Öğrenci Ayaklanması’nda olduğu gibi, aydınların, öğrencilerin ve işçilerin birleştiği bu ayaklanmada asker ve polisin ateş açması sonucu binlerce kişi ölmüş yedi binden fazla kişi ise yaralanmıştır. O olaydan en akılda kalan kare, belki de elindeki torbayla tankların önünde duran beyaz tişörtlü adamdır. Bugün kendisinden “Tank Man” diye bahsedilen adamın kim olduğunu ya da akıbetini kimse bilmiyor. Tiananmen Meydanı’nın yuttuğu insanlardan sadece biri.
Halk meydanları yalnızca toplanma alanı değil, aynı zamanda kentsel emniyet valfidir. İnsanların kutlamaya, gevşemeye, günlük yaşamın kesinliklerine ara vermeye geldikleri yerdir de; dinlendirici, bahçe tarzındaki meydanlarıyla Londra, görkemli sütunlu Barok Piazzaları ile Torino ve Campi ile Venedik gibi.
Özellikle son yıllarda büyük şehirler tarihi meydanlara sadece yatırım yapmakla kalmıyor, ayrıca bu tarz meydanları deyim yerindeyse modaya uygun hale getiriyor; Birleşik Devletler’deki Pittsburgh Meydanı ve Campus Martius yeniden canlanmaya başlayan yerlerden bazıları. Meydanların bu denli popüler olmasının en önemli ve belirgin nedeni, insanlara bir araya gelecek yer fırsatı veriyor olması.
Tarih boyunca, kibir sahibi iktidarların halk meydanlarını silahlı güçlerin eline bıraktığı, bu meydanlardaki günlük yaşamı askeri ve siyasi hayatla değiştirme girişiminde bulunmuş olmaları kaçınılmaz bir gerçek. Ancak şehirler her ne kadar ve her nasıl gelişirse gelişsin, şehrin kalbi olmaya devam edecek halk meydanlarının gittikçe daha da önem kazanacağı da bir diğer yadsınamaz gerçek.
*Bu yazının orijinal hali BBC’de yayınlanmış olup Gaia Dergi için düzenlenmiştir.