Hayal ya, demem o ki, zaman yolculuğu yapıp antik dönemde yaşayan birisiyle karşılasanız size denizlerin kıpkırmızı rengi olduğunu söyleyecekti.
Renkleri ve renklerin tarihini hiç araştırdınız mı?
Biraz araştırırsanız şu iddiaya denk gelebilirsiniz: “İnsanlar eskiden mavi rengi göremiyorlardı. Örneğin Antik Yunan’da mavi renk diye bir şey yoktu. Mavi rengi sonradan keşfettik ve kullanmaya başladık.”
Araştırmaya devam ettikçe bu iddianın çok doğru olmadığı ve yanlış ifade edildiğini görebiliyoruz. Her renge spesifik olarak dilde isim verilmemesi insanların o rengi göremediği sonucunu vermiyor tabii ki.
Peki, antik dönemde yazılan metinlerde denizin tanımının “şarap koyusu” şeklinde tanımlanması sizde de derin duygular uyandırmıyor mu?
İnsanların renkleri duyguları ile betimleme arzusu.
Yani tam olarak söylemeye çalıştığım şey şu ki şarap içinde hissedilen duygu ile denizle vakit geçirildiğinde hissedilen duyguların benzerliği bu betimlemeyi yapmasına neden olmuş.
Birkaç farklı metinde ise denizin kırmızı renkli bir içecek olarak nitelendirildiğini görüyoruz. Antik dönemde bu zayıf renk algısı sizce duygu betimlemelerini güçlendirmemiş mi?
Denizde geçirdiğimiz vakit genelde bizi iyi hissettiriyor, iç sıkıntımızı geçirmek için kadim kültürde bize verilen tavsiye “denize bak için açılır” şeklinde.
Yine aynı şekilde canımız sıkıldığında modern kültürün bize sunduğu tavsiyelerden bir tanesi “bir kadeh şarap iç, iyi gelir” şeklinde. Bence denizin o dönemde koyu bir şarap rengi şeklinde tarif edilmesi çok da şaşırtıcı olmamalı.
Peki ya siz, en son ne zaman zihninizi meşe fıçısının içinde yıllanmış koyu şarap rengi denizlere bıraktınız?
“Oysa bir gün ben kurtardıydım onu,
Bir gemi omurgasında tek başınaydı,
Yıldırımla Zeus yarmıştı onun da hızlı gemisini, sürmüştü şarap rengi denizlere”
ODYSSEIA
Kaynak: A Winelike Sea, Caroline Alexander,Lapham’s Quarterly