İçimizde birden bire oluşan bir kıpırtı… Daha önce bu şekilde terlememiştiniz… Yüzüne bakamayacak kadar, çılgın şekilde bir başkasına bu derece hayranlık duymamıştınız… Aşk, yüzyıllardır bir kişiye duyulan aşırı sevgi ve koşulsuz şartsız bağlı olma duygusu olarak tanımlanır. Hele ki genç yaşta bu aşk, sizi vezir de edebilir rezil de… Ama bir insana çılgınca şeyler yaptırabilen aşk; bazı hisleri arkadaşlık, hatta dostluğun temellerine de geçirebilmiştir. Ataol Behramoğlu’nun da dediği gibi: “Kucakladın mı, sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını! Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin!”
Dünyaya geldiği günden bu yana sinema ve dizi sektörüne farklı bir soluk getiren Netflix, uzun zamandır ülkemizde de oldukça başarılı iş birliklerine imza atıyor. Hakan Muhafız’ın dünyada gördüğü ilgi, yadsınamaz. Beren Saat’li Atiye’nin üstüne koyduğu daha büyük başarı da göz ardı edilemez. Osmanlı’nın tarihini, Türk oyuncularla İngilizce dilinde anlatan “Rise of Empires: Ottoman”ın ‘doküdrama’ alanına sunduğu katkı da önemli. Ve geçtiğimiz yıl duyurulan, ilk tanıtımından bu yana merakla beklenen “Aşk: 101”e, evde kaldığımız günlerde de olsa nihayet kavuştuk. Ahmet Katıksız ve Deniz Yorulmazer’in yönettikleri dizinin senaristi ise Meriç Acemi. Dizide başlıca rolleri Alina Boz, Kubilay Aka, Mert Yazıcıoğlu, Selahattin Paşalı, İpek Filiz Yazıcı, Pınar Deniz ve Kaan Urgancıoğlu paylaşıyor.
1998 Türkiyesi’ni arka planına alan Aşk 101 yani Love 101, 5 farklı özelliğe sahip lise gencinin yaşamlarına ve hayatlarına devam edebilmek için kendilerine sahip çıkma hikayesine odaklanıyor. Günümüze de uzanan Aşk 101’de 5 gencimiz; okulda kalabilmek için arkalarında duran idealist öğretmenleri Burcu’nun ayrılmaması için bir plan kuruyorlar. Bunun için okula yeni gelen basketbol koçlarını seçen ekip, türlü türlü planlarla ikiliyi bir araya getirmek için uğraşıyorlar. Bu esnada birçok ortak özelliklerinin olduğunu ve aşkın aslında yanı başlarında, asla zoraki olamayacağını da keşfeden gençler, sevmekten ve sevilmekten korkmamak üzerine yeni duygular fark ediyorlar…
Yaptıkları her bir hareketle ya da yaşadıkları her bir duyguyla, bu dünyaya meydan okuyabileceğini düşünen gençlerin ayrı ayrı her bir hikâyesi, akıllıca ve gerçekçi bir dille oluşturulmuş. Meriç Acemi’yi kutlamak gerek… Dünya düzenine boyun eğmeyen ve farklı olduğunu düşünen gençlerin okulda adaptasyon sorunu yaşaması, tabii ki bir idealist öğretmenin belirmesiyle bir denge tahtasına oturabilir. Ancak Aşk 101, klasik “vur enseye, al lokmayı” tadındaki bir dizi klişesi ile hikâyesine devam etmemiş. Öğrencilerin verdiği kaybetmeme mücadelesi, tesadüflerin sevdiği “aşk” duygusunun hiç beklenmeyen yardımı ve istenilen şeylerin bir süreç içinde gerçekleşmesine dikkat edilerek kaliteli bir senaryo oluşturulmuş. 98 fonunda geçen dizide telefon, araba ve mahalle dayanışmaları da öne çıkıyor. Ve o yılların ‘iyi insan-kötü insan’ karşılaştırmasına da dizide önemli bir yer verilmiş. Bu karşılaştırma, mont öğesi, yağmurlu hava ve acıma duygusu harman edilerek gayet açık ve akıllıca yol alınarak anlatılmış.
Dizinin birçok yerine yerleştirilmiş detay sahneler de unutulmamalı. 3. bölümde, karakterlerin uyuduğu ve sabah olduğu sırada martı ve güvercin ile uyandırılması fikri, diziye güzel bir hava katan unsur olmuş. Osman’ın okul kantinleri için verdiği emeğin anlatımı ve paranın hayatındaki önemini tartıştığı sahneler de önemli. 6. bölümde gençlerin gece vakti sandalla denize açıldıkları, artık saklamanın anlamsız olduğu duyguların fışkırdığı sahne de, dizinin zirvelerinden bir tanesi konumunda. Laboratuvarda iki grup arasında yaşanan kavga sahnesi ise, gidişatın yönünü değiştiren ve sinirlerin arttığı yüksek tansiyon sahnesi olmuş. Kavgayı başlatan ve yaratan mı suçludur, yoksa her zaman kavgacı ve asi olup kışkırtılan mı suçlu olmak zorundadır?
Dizide izleyenlerin tansiyonunun en çok yükseleceği sahne ise, kuşkusuz sön bölümdeki ‘özür dileme’ sahnesi. Gençlerin okuldan atılmaması için şart koşulan özür, izleyicinin hiç beklemediği bir yöne doğru sapıyor ve izleyenlerin tahminlerinin birçoğu doğru çıkmamasıyla da şaşırtıyor. Ellerimize ‘çikolatalı süt’lerimizi alıp bol eğlencenin olduğu bir sahne konumunda dizide… Ahmet Katıksız ve Deniz Yorulmazer’in yönetmenlik başarılarını da konuşmadan geçmemek gerek. Dizinin görüntü başarısı, kusursuz kurgusu ve müzik seçimleri bol artı kazandırıyor.
Dizinin oyuncu kadrosu, dönemimizin genç ve başarılı oyuncularının bir araya gelişiyle oldukça tebrik edilesi bir halde. Pınar Deniz daha önceki performanslarının üstüne koyarak, idealist öğretmen Burcu rolünde alkışlanacak bir performans sergiliyor. Özellikle Burcu’nun hayatını değiştireceği kararı verdiği anda sinirlendiğinde verdiği tepkiler olukça gerçekçiydi. Ve tabii sarhoş olduğu sahnelerdeki duygu fışkırmaları da cabası. Kaan Urgancıoğlu ise, burnu havada basketbol koçu Kemal için doğru bir seçim olmuş. Alina Boz’un da daha önceki projelerinin bir üstüne koyduğu performansta görmek, sevindirici. Eda’nın aşk korkusu yaşadığı anlardaki performansı, takdire şayan… Kadıköy sahilinde bağıra bağıra ‘Sözlerimi Geri Alamam’ şarkısını söylediği sahnede çevredeki kimseyi umursamadığı o sahnede de ayrıca bayıldım. Kubilay Aka ise Kerem’in isyankâr, öfke dolu ve kavgacı ruhunu başarıyla canlandırırken, aşkı tattığı andaki masum ve saf yanını da hissederek izleyenlere aktarıyor. İpek Filiz Yazıcı, saf ve içinde art niyeti olmayan Işık karakterine, renk katarak hayat veriyor. Karakterin yaşadığı içsel değişimi de başarıyla üstleniyor genç oyuncu… Mert Yazıcıoğlu, genç kuşak oyuncuları arasında kendine çok kaliteli yer edinmiş bir oyuncu oldu her bir performansıyla. Ancak Sinan karakteri, Yazıcıoğlu için de eminim çok apayrı olacak. Manzarası herkesin imreneceği ancak ‘virane’ olan bir yerde, hareket edemeyen dedesi ile yaşayan Sinan; ailesi sevgisi görmemiş olması, çok genç yaşında alkol bağımlılığı olması ve hayatı kale almaması ile yazarlar tarafından başarıyla oluşturulmuş. Yazıcıoğlu karakter yaşayarak oynarken, aşkı tatması ve zamanla değişim göstermesiyle de hikâyeye ayrı bir hava katıyor. Selahattin Paşalı, son dönemde ilgimi çeken ve kendini zaman aldıkça çok yol alarak ileriye götüren bir oyuncu oldu. ‘Babil’ dizisindeki performansını zevkle ve heyecanla izlediğimiz yakın zamanlarda, Aşk 101 dizisinde de efsane bir performansa imza attığına şahit oluyoruz. Oldukça gizemli, her bir hareketiyle şaşırtan ve kararlar alınacağı her bir anda yediği ‘fındık’ sahneleriyle izleyene kendini hayran bıraktırıyor. Müfit Kayacan’ın herkesin sinir olacağı okul müdürü rolüyle verdiği imzayı da demeden geçmemeli. Bade İşçil’i gördüğümde yaşadığım sevinç ise, görülesiydi. Sürpriz bir hikâye ile dâhil olan karaktere hayat veren İşçil’in nefes aldıran performansı ise diziye farklı bir hava veriyor.
Dizinin müzikleri üzerine oldukça kafa yorulmuş. Keyif veren yönünün yanı sıra, bir yandan dönemi ve hikâyedeki duygu kırılmalarına da alkışlanacak bir destek niteliğinde belirlenmiş. Diziyi izlediğim anlarda ne zaman bir şarkı duysam, içime güzel bir mutluluk yayıldı… Karakterlerin sevmekten ve sevilmekten korktuklarını, verdikleri öfkelerle anladığımız sahnelerde Mor ve Ötesi’nden ‘Daha Mutlu Olmamam’ın çalması; ritmin yükseldiği anlarda Duman’ın ‘İstanbul’ ve ‘Hayatı Yaşa’ ile koşması; içimizdeki isyankârı her zaman duyan Şebnem Ferah’tan ‘Bugün’ ve ‘Bu Aşk Fazla Sana’yı duymak; aşkın filizlendiğini anlara eşlikte bir numara olan Baba Zula’dan ‘Bir Sana Bir de Bana’, Mehmet Güreli’den ‘Sen ve Ben’ ve Nina Simone’den ‘Feeling Good’ ile Cem Karaca’nın ‘Adsız’ ile tam da vermesi gerektiği yerdeki selamı en güzel örnekler olabilir. Ayrıca The Clash’ten ‘Should I Stay or Should I Go’ya da hayran olduğumu demeden geçemem..
Aşk 101, önceki yerli projelerin üstüne senaryo ve hikaye bağlamında koymayı başarabilen bir gençlik dizisi olmuş. 90’ların 2000’lerle kaynaşmaya başladığı günlerin fonunda; daha önceki gençlik işlerine fark atan dizi, eksikliklerini fazla hissettirmeden başarılı teknik ekibi ve oyuncu kadrosuyla izleyene merak ettirici bir macera vaad ediyor. Ben şimdiden 2. sezonu merak etmeye başladım bile… İyi ki bu dünyada olan bir duygusun aşk!