“– Bir sonraki film için 3 yıl bekleyecek misiniz?
Z.D: Bu benim tercihim değil aslında. Senaryosuyla, çekimiyle sinema, içtenlikle yaklaşıldığında böyle bir zamanı gerektiriyor. En mühim mesele bu. Şöyle kenara çekilip sinemaya baktığımda şu ülkede insanların film bekledikleri en son insanım ben. Ben meselelere bu ideolojinin dışındaki gerçeklikle bakmak isteyen insanlara film yapıyorum. Onlara film yapmanın da bir bedeli oluyor. Tek başına olmak, her şeyi istediğin gibi yapmak, en inandığın ve en ahlaklı şekilde olmasına dikkat etmek çok yorucu. Bunların hepsi birleştiğinde böyle bir sonuç çıkıyor. Yoksa inanılmaz malzemesi olan bir insanım. Milletin iki-üç senede düşünemeyeceğini iki gecede düşünüp, bunun enerjisini bulabilecek bir hayat duygum var.” (Sinema Dergisi, Nisan 2012)
Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” romanıyla Demirkubuz’un zihnindekilerin örtüştüğü serbest bir uyarlama olan “Yeraltı” filminin üzerinden üç sene geçti ve yönetmen, 2 Ekim’de gösterime girecek olan yeni filmi “Bulantı” ile tekrar karşımızda. “Yeraltı”ndan önceki filmi “Kıskanmak” da Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı romanından uyarlanmıştı. “Bulantı” adını ilk duyduğumuzda yeni bir uyarlama filmiyle karşılaşacağımızı düşünmüş olabiliriz, ancak Sartre’nin “Bulantı”sıyla filmin bir bağıntısı olmadığı konusuna Zeki Demirkubuz’un Facebook sayfasından şöyle açıklık getirilmiş:
“Filmin konusu ya da temasının Jean-Paul Sartre’ın ünlü romanı Bulantı’yla bir ilgisi yoktur ama şöyle bir bağı vardır: Zeki Demirkubuz, yedi yıl önce –çekebilir miyim düşüncesiyle- Sartre’ın romanını çalışmaya karar vermiş, bilgisayarında Bulantı adında bir dosya açmış ama bir süre sonra bu fikirden vazgeçip filmin şimdiki haline yönelmiştir. Önceleri acelesi olmadığından, sonra vakit daraldığında yeni bir isim bulamadığından, zaten filmlerine isim bulmakta hep zorlandığından, bulduğu diğer isimlerden hoşlanmayıp bu arada Bulantı’ya alıştığından ve çok sevdiğinden filmin ismi bu şekilde kalmıştır.“
Filmlerinde “açıklama”dan daha çok ”anlama”ya önem veren yönetmen, açıklama işini toplumu yönlendiren insanlara bırakıyor ve şöyle diyor: “ …çünkü, insanlık olarak öncelikli meselemiz anlamaktır.”
Filmlerinin geneline baktığımızda akış hep, yarattığı karakterlerin kişilik olgusu üzerinden yürümektedir. Bekleme Odası’ndaki Ahmet, Yazgı’daki Musa, Yeraltı’ndaki Muharrem, Bulantı’da da, sevgilisiyle birlikte olduğu gece, karısı ve küçük kızını trafik kazasında kaybeden “mühim” bir adam Ahmet olarak karşımıza çıkıyor. Karakterlerinin kişiliği üzerinden olay örgüsü yaratan yönetmen bu defa bizi Ahmet’in peşinden sürüklüyor.
Çağlar Çorumlu, Cemre Ebuzziya, Ercan Kesal ve Nurhayat Demirkubuz gibi isimlerin rol aldığı, görüntü yönetmenliğini Türksoy Gölebeyi’nin üstlendiği film, sevgilisiyle birlikte olduğu gece karısı ve küçük kızını trafik kazasında kaybeden Ahmet’in, kimseyi umursamayan, hiçbir şeyin önünde eğilmeyen biri olarak bu trajik olaydan pek etkilenmeden yaşamına devam etmesini konu alır. Ancak bir süre sonra, görünürde bir sebep olmaksızın Ahmet’in hayatında küçük terslikler, tuhaf aksilikler art arda gelir. Artık çok sevdiği kadınlarla arası bozulmakta, hayat karşısında zorlanmakta ve kendisinden beklenmeyecek zafiyetler göstermektedir.
Ayrıca yaklaşık üç yıl önce Twitter hesabından “Bu filmleri kendileri jürilik yapsın diye çektiğimi zanneden gerzeklerden çok sıkıldım artık. Bundan sonra Türkiye’deki festivallerde yarışmak yok” şeklinde açıklamada bulunan yönetmen dediği gibi yeni filmini hiçbir festivalde yarıştırmadı.
İnsan doğasına ilişkin fikirlerini sade, açık, etkileyici ve derin bir samimiyetle filmlerine yansıtan yönetmen, “Zamanın ve olgunlaşmanın insanı götüreceği yer kesinlikle sadeliktir; tabii dertlerin başkalaşmamışsa” diyor. Bir üst paragrafta bahsettiğimiz tavrından dertlerinin başkalaşmadığı hissine kapılıyor ve aynı olgun sadeliği “Bulantı”dan umarak 2 Ekim’i heyecanla bekliyoruz. Özlemiştik.