Bazen gitmek gerek

-

Bazen gitmek gerek. Uzaklara… Fiziksel olmasa bile…

Gitmek, sadece ayakların vazifesi değildir ne de olsa.

Bazen çekilmek gerek.

Vazgeçip de çözemediklerimizi halının altına süpürmekten ziyade düşüncelere boğulan beynimize bir uyanma şansı vermek için… İçimizi çürüten sorunlara “iki dakika bekleyin çocuklar” demenin gücünü hissetmek için… Ve her şeyin ötesinde planlarımızın memuru olmak zorunda olmadığımızı anlamak için….

Bazen gitmek gerek.

İnsanın yaşama tutunmasında, günlük hayatını devam ettirebilmesindeki en büyük dayanak noktalarından birisi de alışkanlıklarıdır. Alışkanlıklarımız hayatımıza çekidüzen verir, hatta bazen kafamız bambaşka yerlerde olsa bile rutinlerimizi yapabilmemizi sağlar. Fakat aynı zamanda bizi kölesi haline de getirir.

İşte, bu noktada hayatımızı kolaylaştıran alışkanlıklarımız, bir yardımcıdan ziyade bir efendiye dönüşür. Bize yardım ederek işimizi o kadar kolaylaştırır ve kendisine bizi o kadar bağımlı kılar ki bir müddet sonra bu konforun devamı için biz de tüm ipleri onun eline verir, sonunda ona farkına bile varmadan teslim oluruz. Hatta birçok noktada savunma mekanizmalarımız olup çıkarlar. Alışkanlıklarımız olmadan nasıl yaşayacağımızı bilemez hale gelebiliriz. Zamanla da bizi köreltirler.

Bu sarmal biraz da Fight Club filmindeki Tyler Durden’in şu ünlü repliğini hatırlatır: Sahip oldukların sonunda sana sahip oluyor.

Hepimizin günlük hayatının akışında yapması gereken birçok zorunluluğu, sorumluluğu var. İşlerimiz, ailemiz, geçim derdimiz, çocuklarımız, arkadaşlarımız, sevdiğimiz insanlar ve daha birçok şey… Bunların kimisi sorumluluğumuz kimisi ise zorunluluğumuz haline gelir. Bunlardan çok daha fazlası vardır; herkes içinde bulunduğu duruma göre en basite indirgeyerek bir liste hazırlasa, birkaç sayfa yazabilir. Ve bu satırlarımızı uzatarak sayfalar doldursak, belki de en son sırada bir şeye yer veririz: Kendimize!

İnsanların kendi bencilliğinden sıyrıldığı gibi bir adanmaya düşmemek lazım burada. İnsanların bencillikleri, kendilerinin farkına vardıkları noktada değil, hayatlarında her şeyi ben merkezci bir yaklaşımla yönetmeye çalıştıklarında ortaya çıkar.

Hayatın merkezine kendini koyanlar bile aslında kendilerinin farkında olamaz çoğu zaman. Çünkü gerçekten de dünya kimsenin etrafında dönmez. O bir yanılsamadır. Alışkanlıkların getirdiği körelmenin merkezine kendinden ziyade, kendi çıkarlarını koyanların da göreceği kaçınılmaz son budur.

Kimisi de “kendini soyutlamak” der bu uzaklaşmaya… Yanlış bir tanımlamadır. Yanlıştır çünkü soyutlamak; olanı olduğundan farklı bir şekilde algılayıp, onu gerçeklik diye atfedilen bir kabuktan kurtararak yorumlamaktır.

“Uzaklaşmak, kendini keşfetmek için bir yolculuğa çıkmaktır,” diye son dönemlerin popüler ama altı doldurulamayan içi boş söylemlerinden bahsetmek bile bu noktada saçmalık olur. Çünkü uzaklaşmak bir eylemdir ama öyle derin nefes al, kendine vakit ayır, hobilerinle uğraş gibi beylik öğütlerle kendini oyalamaktan başka bir işe yaramayan eylemlerden ziyade bir tepkinin eyleme dönüşme halidir.

Bu tepki, insanın kendisine karşı tepkisidir. Durması gereken yere işaret eder. Yoluna devam edebilmesi için ara vermesi gerektiğini gösterir. Yoksa alışkanlıklarının mahkumiyetinde sürekli aynı şeylerden şikâyet edip aynı şeyleri devam ettirmenin kısır döngüsünde çürüdüğünü fark edemez hale gelir.

Her şeyin ötesinde başkaları için bir alışkanlık haline geldiğini anladığında insan, en çok da gitmesi gerektiğini anlar. Nasıl ki duvarda yıllarca asılı duran bir resim, zamanla artık bir resim olmaktan çıkıp da sanki duvarın kendisiymişçesine algılanmaya başlanırsa, insan da bir müddet sonra başkaları için böyle olur. Duvarda asılı duran bir resim gibi artık fark edilmez. Resmi duvara ilk astığında ondan gözlerini alamayan, evine her gelene gösteren, hatta her baktığında farklı anlamlar aramaya çalışan kişi yıllar geçtikçe resmi göremez olur. Çünkü alışmıştır resme. O resmi duvarda görmeye… O yüzden artık gördüğü resim değil, duvarın kendisidir. Hatırlamaz bile onun bir resim olduğunu…

Ne var ki bir gün duvardaki o resim yok olduğunda, orada bir boşluk olduğu dikkatini çeker. Ve bu boşluk sayesinde hatırlar o resmi.

İşte, gitmek o yüzden bir tepkidir.

Bazen var olabilmek için yok olmak gerekir.

Bazen gitmek gerekir.

SON YAZILAR

Hiçliğe Övgü

Yanılgılarının kıyısındaki sonsuz evrende bilinmezliğe yelken açtın. Ne kovaladığın bir şey vardı ne de aradığın herhangi bir şey… Sislerin arasında yol alırken, güneşe kavuşacağını ummaktan...

Kayıp, yas ve ötesi

Aslında hepimiz yaşam kadar ölümün de kaçınılmaz olduğunu biliriz. Tıpkı kazanmak kadar kaybetmek gibi. Ancak birçoğumuz kazanılan başarıları, doğumları, elde edilen kazançları coşkuyla kabul ederken;...

Tek kişilik azınlık

Sürekli bir şeylere yetişme çabası... Hep geç kalmışlık hissi içerisinde geçen günler... Düşünmeye bile zaman bulamayan insan selleri... Düşünmek bile istemeyen ve bundan kaçmaya çalışan...

Sessizliğin Sesi ve Mizofoni

Sümer’in baş tanrılarından Enlil, bir gün insanlardan çok rahatsız olduğu için onları yok etmeye karar verir. İnsanlardan rahatsız olmasının tek nedeni ise çok fazla üremeleri...
Derya Gül
Derya Gül
1 Mart 1980 doğumlu sanatçı, on sene boyunca «usta-çırak kültürü» içerisinde yetişti. Sanat ve atölye eğitimleri alırken bir yandan da resim çalışmalarına başladı. Sanatçı, ilk eserlerinde kolaj tekniğini kullandı. Ardından çalışmalarına, kendi oluşturduğu teknik ve üslupla devam ederek buna yönelik eserler üretti. Uzun bir süre sadece portre üzerine çalışan sanatçı, ilerleyen yıllarda soyut figüre yöneldi ve son iki yıldır ise tamamen soyut dışavurumcu resimler yapmaya başladı. Sanatçının ilk dönem eserlerinde «denge» arayışı göze çarparken, son döneme ait çalışmalarında «kontrollü otomatizm ve geometrik soyutlama» dikkat çekmektedir. Edebiyat, felsefe, mitoloji ve tarihle de yakından ilgilenen Derya Gül’ün “Ayadaki Göz” ve “Ah Şu Cahil Filozoflar” isimli iki kitabı bulunmaktadır.

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol