22 Nisan Dünya Günü’nde, Revolution isimli etkileyici çevre belgeselinin yapımcısı, dünyamızın hastalığının ne kadar korkunç olduğunu ve bizim neslimizin dünyayı nasıl kurtarabileceğini açıkladı.
Doğduğumuzdan beri, dünyanın ne kadar değiştiğini bir hayal edin. Evrim saatine göre bir dakika önce bu gezegen, sayısız tür için bir cennetti. Yaşam yayıldı ve neredeyse her yarıkta, derinlikte, dağ zirvelerinde, çevredeki her değişimle gelişip evrimleşerek büyüdü. Şu anda varlığımız dünyadaki yaşamı öyle kökten değiştirdi ki, bir tür olarak hayatta kalmamız tehlike içinde. Duyarlı yapımcılar, bu hikâyeyi anlatmak için, 15 ülkede dört yıl boyunca sürecek çeşitli maceralara atıldılar ve sonunda Revolution filmini çektiler.
Ormanlarının yüzde 90’ını kaybetmiş Madagaskar’da, 1500 yaşında bir Baobab ağacı bulduk. Birçoğu daha yaşlıdır, hatta hayata, biz zamanı saymaya başlamadan önce (MÖ) gelmişlerdir. Bir ağacın ömrü boyunca, gezegende meydana gelmiş değişiklikleri hayal etmek inanılmaz. Çünkü biz insanlar; bu ağacın hayatta olduğu süre boyunca motorlar ürettik, hastalıkları tedavi ettik, gökyüzüne dokunduk, aya, denizin en dip noktasına ulaştık, yaşanabilecek neredeyse tüm yerleri kolonileştirdik ve sömürdük, sanatı geliştirdik ve iyileştirdik, milyarlarca insanı teknoloji ile birbirine bağladık, nüfusumuzu birkaç milyondan 7 milyara kadar artırdık! Ve bu devasa bir etki yarattı.
Yüzyılın ortasına kadar, eğer böyle gidersek; balıkçılığın, mercan kayalıklarının, yağmur ormanlarının olmadığı, oksijen konsantrasyonunun azaldığı ve geriye kalan besinler için birbiriyle savaşan 9 milyar aç ve susuz insanın olduğu bir dünyayla karşı karşıya kalacağız. Çalışmalar da, büyük balıkların yüzde 90’ının, ormanların yüzde 75’inin gittiğini, okyanusların yüzde 30 daha asidik olduğunu, fitoplanktonların (soluduğumuz havadaki oksijenin en azından yarısını üretmekten sorumlu okyanus canlılarının) çok hızlı bir biçimde azaldıklarını gösteriyor. Temiz su ve tahıl kaynakları ise tarihte hiç bu kadar düşük olmamıştı. Yani başka bir deyişle, bir ağacın ömrü süresince, kendi yaşam destek sistemimizin çoğunu tükettik…
İnanıyorum ki bu krize cehalet ve yoksun hayal gücüyle ulaştık. Çevreci hareket bu zamana kadar bizim problemlerimize karşı bir savaş veriyordu. Tabii bu da çevre hareketini mazlum, çevrecileri radikaller olarak ünvanlandırıyor ve bizi dünyanın en büyük kurumları ve ekonomileriyle karşı karşıya bırakıyor.
Bu açıdan düşünülünce, yüzde 10 veya yüzde 20’lik karbon salımındaki düşüşler bile çok büyük bir başarıymış gibi kutlanabilir tabii! Ne yazık ki bu bize, karbon dengesi açısından inanılmaz zarar görmüş dünyada yüzde 1’lik bir zaman bile kazandırmaz… Böyle bir durumda, tutkularımızın bizi felakete sürüklediği bir dünyada tüm bu olanlara kayıtsız kalıp, pesimist olmak kolay.
Ama yine de, bence, uğruna savaşılacak bir dünya hayal etmeliyiz. Mesela ya kirlilik (hava, su, toprak vs.) illegal olsaydı? Ya da biz ekonomik gelişme yerine ekosistem onarımına odaklansaydık? Veya nehirler, göller ve okyanuslar, yaşamlarla dolup taşmış kuvvetli ve muhteşem ekosistemlere dönüştürülseydi tekrar? Yahut biz karaları yeniden ağaçlandırsaydık, yerel besinler üretseydik, atmosferden akıllıca yapılmış bir tarımla karbonları yakalasaydık ve güneşin gücünden faydalansaydık enerji için? Veya doğayı geri getirseydik? Fosil yakıt ve çevre savaşının üstesinden olağanüstü şeylerin olduğu bir yol planı çizerek gelebilir miydik?
Neler kaybettiğimizi (büyük balıkların yüzde 90’ı, ormanların yüzde 75’i vs.) biliyoruz. Eğer balıkları, ormanları ve hayatı tekrar yerine koysaydık, böyle bir hayatta muazzam miktarda karbona sahip olabilir, paha biçemeyeceğimiz ekosistem hizmetlerini geri kazanabilirdik. Tarımcılığı, tür çeşitliliğini artırmaya odaklı yöntemlerle değiştirmek ve karbonu toprakta yakalamak, besin üretimini ve okyanus asitlenmesini artırabilirdi. Dünyayı hem kendimize hem de diğer türlere güzel gelecek bir yer şeklinde tasarladığımızı düşünün. O zaman dünyanın nasıl bir yer olabileceğini hayal etmek, insanları ve özellikle de gençleri içine çekip dahil etmeye yetecek derecede aşırı heyecan verici bir umut oluveriyor. Ama öncelikle değişimin neden gerekli olduğunu anlamamız lazım.
Bugün, nüfusun çok küçük bir kısmı içinde bulunduğumuz kötü durumun büyüklüğünü anlayabiliyor. Çevreci hareket dünyanın diğer ucundaki türleri korumak; Çin’deki pandaları kurtarmak ya da Bangladeş’teki deniz seviyesinin yükselişini durdurmak gibi görülüyor. Ne durumumuzun vahametini ve büyüklüğünü ne de birey olarak sahip olduğumuz gücü görebiliyoruz. Çünkü etkiler şu ana kadar sıklıkla, bir şekilde ortadan kaldırıldı. Okyanuslarda, 20 milyon tondan fazla ölü balık artığımız hâlâ fark edilmemiş bir şekilde duruyor. Denizlerde yaptığımız karbon kirliliğinin birikintileri asitleşmeye ve daha belki de bilim tarafından henüz keşfedilmemiş hayatlar ile diğer birçok hayata ait kabuk ve iskeletlerin çözülmesine sebep oluyor. Bilinçsizce, yıkıcı davranışlarımıza, üretimlerimize, politikalarımıza ve kurumlarımıza bağlı kalmaya devam ediyoruz…
Benim umudum insanlığımızda yatıyor. Duygularımız, hislerimiz bize rehberlik edebilir. Bir kere öğrendik mi, yıkıcı faaliyetlerde bulunmaktan dolayı kendimizi kötü hissetmeye başlarız ve ekosistemle geleceği destekleyici tüm şeyler için de iyi hissederiz. Bu da yıkımı acıktırabilir, faydalı olanı ise besleyebilir.
Geçmişin her devrimi, çoğu zulüm ve vahşetten doğrudan etkilenmiş kişilerin öncülüğünde gerçekleştirilmiştir. Şu anda tehlikede olan ise “geleceğimiz” ve gördüklerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, şimdinin çocukları bu devrime öncülük edecekler. En çok şeyi kaybedecek de kazanacak olan da onlar.
Gençler ise, bu krizi; hayatın anlamını yaşayabilecekleri, ekosistem için, türler ya da gelecek için bir kahraman olabilecekleri ve ailelerinin yaşadığı hayattan farklı bir hayat yaşayabilecekleri bir fırsat olarak görüyorlar. Toplumun bir anlama ihtiyacı olduğu zamanlarda, yapılmış en büyük savaş insanlık için en iyisini haykırmak ve onu potansiyelinin en üst seviyesine çekmektir. Bu meydan okuma, dünyanın hangi tarafında yaşadığımızın bir önemi olmaksızın hepimiz içindir. Tarihte ilk kez, bizi, tüm dünyalıları birleştirecek, ırk, vatandaşlık ve din sınırlarını kaldıracak bir şeye sahibiz.
Topluma bu mesajı iletmek adına Revolution isimli bir belgesel çekildi. Dünya’da hayat hakkında bir film! Umarız Revolution, insanlığı bu konuya bağlayacak ve bizi uğruna savaşılacak bir dünya hayal etmeye teşvik edecek bir araç olabilir. Hepimiz, muazzam bir şeyin kıyısındayız; milyonlarca doğa koruyucusu grup ve milyarlarca birbirine bağlanmış insanla, çevreci hareketin bir sonraki aşamasının nasıl görüneceği konusunda heyecanlıyız.
Kaynak: The Daily Beast
Hazırlayan: Rob Stewart
Çeviren: Alican Anay