Breakthrough Institute mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımızı iddia ediyor.
Kurdukları Breakthrough Institute (TBI) ile Ted Nordhaus ve Michael Shellenberger, 2004 yılında yayınladıkları Çevreciliğin Ölümü isimli makaleleri ve enerji verimliliğine olan karşıtlıklarıyla uzun zamandır çevre provokatörleri olarak biliniyorlar. Özellikle el üstünde tutulan inanışlara karşı çıktıkları ve delillerle konuştukları (örneğin, sekme etkisi konusundaki görüşlerine ben de destek vermiştim) için iklim değişikliği ile ilgili çalışmaları yavaşlatmak veya durdurmak isteyen bazı politikacı ve organizasyonların gözdesi haline geldiler.
Onlar “bilimsel olarak kanıtlanmamış” demek istediğiniz zaman alıntı yapmak isteyeceğiniz faydalı insanlar. Belki de çevrecilerin çoğu için kabul etmesi en zor şey; onların teknoloji konusundaki iyimserlikleri ve teknolojinin (özellikle nükleer) bizi parlak, sıcak, yeşil ve refah dolu bir geleceğe götüreceğine dair inançları. Geçtiğimiz günlerde, İnsan Çağı’nın Antroposen ikliminden övgüye bahsettikleri Ekomodernist Bir Manifesto‘yu yayınlayarak bu düşüncelerine yeni bir boyut kazandırmış oldular:
“Öğrenciler, bilim insanları, kampanya üyeleri ve vatandaşlar olarak bilim ve teknolojinin, bilgelikle harmanlandığında iyi hatta mükemmel bir Antroposen meydana getireceğine inanıyoruz. İyi bir Antroposen; insanların gelişen sosyal, ekonomik ve teknolojik güçlerini daha iyi bir yaşam elde etmek, iklim dengesini sağlamak ve doğayı korumak için kullanmasını gerektirir.”
Antroposen nedir?
Antroposen, insanın iklim ve dünya ekosistemi üzerinde ciddi etkiler yaratmaya başladığı çağa verilen isimdir. On yıl önce petrol şirketi Exxon’un finanse ettiği Competetive Enterprise Institute (CEI)(CO2: Buna Hayat Diyoruz!) dışında, bunun iyi bir şey olduğunu öne süren pek kimse olmamıştı. Andrew Revkin yıllar önce yeni çağın doğuşuyla ilgili şöyle yazmıştı:
“Kimileri bunun kendimizden utanmamız gereken bir dönem olduğunu öne sürecek. Diğerleri bunu insan gücünün abartılması olarak değerlendirip alay edecekler. Bazıları daha küçük yaşamak ve iz bırakmamak gerektiğini savunacak. Diğerleri, insan hâkimiyetinin türlerin yolculuğunun normal ve doğal bir parçası olmasından zevk alacaklar.”
Breakthrough’nun hangi tarafta olduğunu hepimiz biliyoruz. Mükemmel bir antroposen oluşturabileceğimizi düşünüyorlar. Candide’nin danışman profesörü Pangloss’un da dediği gibi, mümkün dünyaların en iyisinde yaşıyoruz. Büyümeyi yavaşlatmayı, doğal kaynakların korunmasını ve tasarrufunu unutun. Ekomodernistler bize “Daha az toprak kullanmak ve doğaya daha az müdahale etmek için insan aktivitelerini -özellikle çiftçilik, enerji üretimi, ormancılık ve yerleşim- yoğunlaştırmamız” gerektiğini söylüyor. Gwyneth Paltrow gibi onlar da bizi ekosistemimize daha az bağımlı hâle getirecek bir “bilinçli ayrışmayı” savunuyorlar. Ekomodernist dünyada enerjimizi nükleerden (fisyon, toryum, füzyon), suyumuzu tuzdan arıtma tesislerinden elde edeceğiz. “Kullanılmamış doğa, korunmuş doğa demektir.“
Bunun için yeni nesil güvenli nükleer reaktörlere ve henüz var olmayan yeni teknolojilere ihtiyacımız olduğunu kabul ediyorlar ama aynı zamanda şimdilik yeni barajlar ve kömür santralleri inşa edebileceğimizi söylüyorlar. Çünkü çok fazla güce ihtiyacımız var: “Gücünü sıfır karbon enerji kaynaklarından alan bir dünyaya dönüşmek; gelişen insan ekonomisini güçlendirmek için ekstra güçlü ve gücünü onlarca terawatt arttırabilecek enerji teknolojileri gerektiriyor.“
Şimdiye kadar, manifestoya eleştirel bir yanıt gelmedi. Belki de içinde gerçekten yeni bir şey olmadığındandır. Stewart Brand ve diğerleri yıllardır nükleer gerçeği hakkında öğüt veriyorlar. Belki de bu, “ekomodernizm” teriminin son on yılda yeşil bina tasarımına yakın bir şey olarak görülmesine bir cevap niteliği taşıyor. Belki de “mükemmel antroposen” fikri o kadar saçma ve anlamsız ki CEI’nin bir yansıması olarak görülüyor. Belki de sebebi eko-optimizmin aslında çevreci hareketin üzerindeki en büyük baskıyı oluşturmasıdır. Yıllar önce Alex Steffen’ın yazdığı gibi:
En basit haliyle, parlak yeşil çevrecilik düşüncesi, sürdürülebilir yeniliklerin refaha ulaşmak adına en doğru yol olduğunu ve refah ve bolluk vadetmeyen sürdürülebilirlik görüşlerinin başarısız olacağını savunur.
İklim sorunu…
Okuduğum yazılardan biri olan “Technofix devrede” başlıklı yazıda Clive Hamilton şöyle diyor: “Ekomodernist Manifesto iklim karmaşasına yeni bir çözüm değil, o sadece eski moda Amerikan ‘technofix’inin ısıtılıp önümüze sunulmuş hali.” Asıl soruna şu şekilde dikkat çekiyor:
“İklim etkilerini azaltmanın önündeki engel teknolojik değil. Ekonomik de değil. Politik. Ekomodernistlerin iklim üzerindeki etkileri gerçekten azaltmak için yeni teknolojilerin geliştirilmesini beklememiz gerektiğini söylemesi gerçek dışı olmakla birlikte sorumsuz bir düşünce.
Gerçek şu ki, en büyük problemlerimiz olan kömür ve arabaya yeşil çözümler getirebildik. Artık güneş enerjisi kömürden daha ucuz, ancak hükûmetler kömür kaynaklı kurumları korumak için insanların solar panel kurulumu yapmasını zorlaştıracak kanunlar çıkarıyor. Otomobiller karbondioksidin en büyük kaynağı, ama altyapı çalışmalarına ve fosil yakıt üretimine destek vermeye ve demir yolu projelerine hatta bisiklet yollarına bile karşı çıkmaya devam ediyoruz. Kaliforniya’da su kaynakları azalıyor ama bizler hâlâ bademlerden ve ucuz çileklerden vazgeçmeyi reddediyoruz.
Toryum reaktörlerine ya da milyar dolarlık tuz çıkarma tesislerine ihtiyacımız yok. Mantıklı düşünmeye, daha az propagandaya ve zor kararlar vermek için gerekli politik iradeye ihtiyacımız var. O zaman herkes zaten sahip olduğumuz aletlerle yeşil bir geleceğe kavuşabilir. Ama bunun yerine parlak yeni aletlerin bir gün çıkıp gelmesinin hayalini kurmak her zaman için çok daha kolay.
MNN internet sitesindeki “The Ecomodernist Manifesto: How to have a great Anthropocene” başlıklı yazıyı Esin Bolut Gaia Dergi için çevirmiştir.