–Bu ülkedeki en büyük sıkıntı ne biliyor musun anne?
–Nedir annecim?
–Hiçbir şeyin çeşidinin olmaması! Oyuncağın, kıyafetlerin, hiçbir şeyin çeşidi yok burada.
Taksi dolmuşta yanımdaki annesinin kucağına oturan dokuz yaşlarındaki çocuk İstanbul Türkçesini andıran dil yapısıyla içimi darlıyordu. Kafamı diğer yöne çevirip sadece sesini duyduğumda; Zeki Müren’in, otuz yaşlarındaki bir kadının üzerine oturduğunu sanıyor, konuşan yöne döndüğümdeyse gördüğüm gerçeklik aklımı bulandırıyordu. Çocuk düzgün Türkçesiyle konuşmaya devam ettikçe içimdeki sıkıntı katlanarak artmaya başlıyor. Sayın Müren’e cevap vermek istiyordum. Aklımda söyleyeceklerimi toparladım.
“Bakınız sevgili Müren bu ülkenin gerçek sıkıntısı çeşit azlığı değildir. Siz Ankara’da yaşayan biri olarak nasıl böyle düşünürsünüz? Valide hanımınızın da izni olursa sizinle Maltepe Pazar’ını en olmadı Kızılay’daki Bazaar’ları dolaşmak isterim.”
Bu tepkimi büyük bir olgunlukla karşılayan Zeki Bey, “Beni tamamen yanlış anladınız. Valide hanım her gün 80 kiloyu kucağında taşıdığından yorgun düşüyor, o yüzden onunla basit şekilde konuşmayı tercih ediyorum. Lakin sizinle ülke meselelerini konuşmak büyük zevk verecektir. Gerçek düşüncemi soracak olursanız; bu ülkedeki en büyük sıkıntılardan biri, insanların içindeki intikam alma duygusudur derim. Sohbet halindeki bir grup insana baktığınızda bile laf sokma kültürü denilen şeyi bünyelerine adapte edip birbirinden hınç almaya çalışan bir toplulukla karşı karşıya kalabilirsiniz. Ayrıca burada herkes, her konuda birbiriyle rekabet içinde, kimse tutkuyla ya da gerçekten istediği için bir şey yapmıyor, her şey bir diğerini geçebilmek, küçük burjuva intikamlarıyla kendini tatmin etmek için yapılıyor.
Dünyadaki felaketlere bile tepki ya da tepkisizliğimizi bir rekabet haline dönüştürmüşüz sayın beyfendiciğim. Uzun süre etkisinden kurtulamayacağımız Güvenpark’taki patlamadan sonra burada on binlerce kişi ‘You were be Charlie, you were be Paris, will you be Ankara?’ yani ‘Sen Çarli olmuşsun, Paris olmuşsun, Ankara olacaksın değil? Yok olmayacaksan babam bundan sonra ben de seni sallamayacağım ha, ölürsen öl, bana ne!’ düşüncesine girdi, batı ikiyüzlülüğü kavram tartışması, ölümleri yarıştırma seviyesine getirildi.
Ayrıca efendim belirtmeliyim ki Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Çerkez’iyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle bu ülke kardeş değildir. Bu ülkede, öz kardeşler bile birbiriyle ‘kardeş’ değildir. Artık bırakalım sıralaması bile değişmeyen, herhangi bir yararı olmayan, milliyetçilik hastalığına tutulmuş insanların bile dilinden düşmeyen, bu tümceyi kurmayı. Bu coğrafyada, insanların mutluluğunu sağlayan ilk şey, yanı başındakilerin mutsuzluğudur; onların başına kötü bir şey geldiğinde, ‘Oh şükür benim başıma gelseydi dayanamazdım’ ikiyüzlülüğüdür. Bu yüzdendir ki, şu an yaşanan olaylarda Türk basını, askerlerin ölüm haberiyle beraber; tam olarak yüz kişinin de, Türk askeri tarafından öldürüldüğünü söyler. Yani şunu demek ister, pek sevgili basın kuruluşları: ‘Ya bizden de ölenler oldu ama çok da şey yapmayın, bakın onlardan daha fazla kişi öldü moral bozmayın. Yüze kırk beş öndeyiz, onlarda daha fazla acı var. Merak etmeyin’ derler kendileri. Ya da ülkenin başındaki kişi, insan ölümlerini iyice normalleştirmeye çalışıp iddia oranı açıklayacak seviyede insanın midesini bulandıran açıklamalar yapar, ‘Bizden’ der ‘bir kişi ölüyorsa onlardan otuz kişi ölüyor. Bire otuz, bire kırk’ diye açıklamalar yapar.
Bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak, kendi çevremizle barışamamışken, içimizde sevgiden, iyi niyetten eser yokken, başkalarının üzüntülerine vah vah demeyi bekleyerek, en ufak olaylarda alınganlığımızı en üst seviyede tutup; bu alınganlıkla beraber öç alma duygumuzu perçinleyerek, kendi bildiğimiz doğrunun kesinliğine inanıp; karşıdakini sadece konuşmasını bitirsin hemen cevap vereyim diye dinleyerek ya da hiç dinlemeyerek, bu olaylar karşısında kendi payına düşen suçu hiç üzerine almayarak yıllardır insanların öldüğü bir savaş için barıştan söz etmek, yine de güzeldir ama samimi değildir ve bir faydası olmayacaktır. O yüzden ilk başta, insani olarak normalleştirmeye çalıştığımız intikam duygusundan tamamen arınmak, barışı hayatımızın her noktasına yerleştirip, içselleştirerek genele yayma düşüncesini benimsememiz gerekiyor.”
–Ah oğlum ne çok konuştun öyle kendi kendine, hadi kalk geldik Kızılay’a.
–Burada hiçbir şeyin çeşidi yok be anne niye geldik ki?