Karabük’teki evinde bizi ağırlayan BRTV Yönetim Kurulu Başkanı ve gazeteci Mehmet Çetinkaya ile hem Gaia Dergi için hem de BRTV için samimi bir röportaj gerçekleştirdik.
Çetinkaya, Karabük’ün doğa harikasından Batı Karadeniz’deki termik santral projelerine; yurtdışı anılarından gazeteciliğine kadar birçok konuyu bizimle paylaştı.
Yeşim Özbirinci: Okurlarımız için sizi biraz daha tanıyabilir miyiz?
Mehmet Çetinkaya: 1961 Eflani doğumluyum. Küçük yaşlarda babamın Karabük demir çelik fabrikalarındaki işi nedeniyle Karabük’e geldik. İlkokul ortaokul ve liseyi Karabük’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi Basın Yayın o zamanki adıyla Gazetecilik Yüksekokulu’nu bitirdim. Okuldan sonra hemen çalışma hayatına atıldım. Aslında çalışma hayatım küçük yaşlara dayanıyor. Daha ortaokul öğrencisiyken İstanbul’a yaz aylarında gidip akrabalarımızın pastanesinde çalışıyordum. Küçük yaşlarda başlayan çalışma hayatıma emekli olmama rağmen devam ediyorum. Okuldan sonra mesleğimi yapmak istedim ama mesleğimle ilgili pek bir alan bulamadım. Kısa bir süre devlet memurluğu yaptım. İçimde mesleğimi yapma aşkı her zaman vardı. Devlet memurluğu ve bir sendikada basın müşavirliğinin ardından kendi ilim Karabük’te gazetecilik hayatıma sıfırdan muhabir olarak başladım.
Daha sonra İstanbul’da biri gıda alanında biri demir çelik sektöründe olmak üzere iki dergi çıkardım. Bu iki dergi de Türkiye genelinde dergilerdi. Hatta Gıda Dünyası dergisi uluslar arası bir dergiydi. 13-14 yıl devam ettirdik. Uluslararası fuarlara katıldık İngilizce Almanca Fransızca özel sayılar yaptık. 20 yıl önce sanayici dostumuz Nazım Çapraz’ın teklifliyle bu TV ve radyoyu bana devralmamla 16-17 yıl karasal yayıncılık yaptık. Üç yılı aşkın bir zamandan beri, bir yıl Alman uydusu olan Astra, iki yılı da milli uydumuz Türksat olmak üzere Türkiye ve Asya’dan Avrupa’ya Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayın yapan BRTV (Bizim Radyo Televizyon) adlı kanalın sahibiyim.
Aslında kanalın adı şu an kafamda Batı Karadeniz olarak geçiyor. Eskiden kanalımızı Karabük’ün dünyaya açılan penceresi olarak tanımlıyorduk. Batı Karadeniz illerinin birçoğunda hiç TV kanalı yok. Bazı illerde TV kanalı olsa da karasal yayın yapıyor uydu kanalı olarak sadece biz varız. Batı Karadeniz bölgesinin kanal ihtiyacını karşılamayı hedefleyen bir çalışmamız var. Bu nedenle şu anda da kanalımıza Batı Karadeniz’in dünyaya açılan penceresi diyoruz.
“Eflani doğasını koruyan insanlara sahip bir bölge”
Yeşim: Eflani ve Yenice’de çok güzel bir doğaya sahipsiniz. Bunlarla ilgili gerekli önlemler alınıyor mu; alınmıyorsa bir gazeteci olarak bunlarla ilgili bir müdahalede bulundunuz mu?
Mehmet: Eflani benim doğduğum yer ve bana göre Türkiye’de doğası çok güzel yerlerden
biri, keza Yenice de öyle. Karabük ilinin yüzde 70’i ormanlarla kaplı. Karabük denildiğinde insanların aklına hemen demir-çelik fabrikaları ve hava kirliliği geliyor. Fakat Karabük o düşünülen yer değil. Eflani de Yenice de müthiş doğa güzelliklerine sahip. Eflani kendi kendini koruyabilen çok hoş bir ilçe. Talana, doğa kirletmesine karşı orada toplumsal bir reaksiyon var. Eflani doğasını koruyan insanlara sahip bir bölge. Bütün ilçelerimiz de Safranbolu ve Yenice de kendini koruyabilmiş ilçelerimiz.
Yeşim: İnternet çağıyla birlikte basılı yayınlar giderek dijitalleşiyor. Aynı zamanda internet üzerinden çeşitli TV kanalları ve yayınlar oluşturuluyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde internetteki gelişmelerin televizyon dünyasını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Mehmet: Ben bu konulara çok kafa yoran birisiyim. Teknolojiyi çok yakından takip etmeye çalışıyorum, zaten takip etmezseniz geri kalırsınız diye düşünüyorum. Dünya zaten küçük bir köy benim için ben her zaman bu tabiri kullanırım. İnternet dediğimiz kavram dünyayı giderek küçülttü. Biz de sosyal medyayı ve interneti iyi kullanmaya çalışıyoruz. İnternet sitemizde yayınlarımız hem görüntülü izlenebiliyor hem de haber portalımızda bölgemizdeki gelişmeleri dünyanın her yerindeki insana aktarabiliyoruz. 10 yıla kalmadan birkaç yıl içinde anormal gelişmeler olacağını tahmin ediyorum.
Altı yedi sene önce Sayın Başbakanımız Binali Yıldırım ile -o zaman kendisi dönemin Ulaştırma Bakanı idi, ben de Yerel Televizyonlar Birliği Genel başkan Yardımcısı iken- yemekteydik. Telefonunu çıkarıp “Çok yakında kendi televizyonlarınızı artık televizyona gerek kalmadan bu telefonlardan izleyebileceksiniz” dedi. O zaman herkes şaşırıp birbirine baktı. Bir iki sene sonra anladık ki bize bir şeyler anlatmak istiyormuş. Şimdi kendi yayınlarımızı cep telefonlarımızdan izleyebiliyoruz. Bu tabii ki yedi sekiz öncesi için anormal bir olaydı.
Yeşim: Gazeteciliğin şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Genç gazetecilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Mehmet: Gazetecilik dünyanın en kutsal mesleklerinden biri. Çok ağır sorumlulukları olan ve kamu görevi yapan bir meslek. Az önceki sorunuzla da bağlantılı olarak günümüzde hasbelkader bir internet sitesi açan kişi kendini gazeteci oldum sanıyor. Gazetecilik bu değil, evrensel bir olay. Bu mesleği yapacak herkeste sorumluluk bilincinin olması gerekiyor. Laf olsun torba dolsun diyerek bir internet sitesi açıp üç-beş kuruş para kazanırım diye düşünerek yapılacak bir meslek değil.
“Savaşların birçoğunun sebebi artık enerji savaşları”
Yeşim: Karadeniz Ereğli’den Bartın’a uzanan 78 km’lik kıyı bandına 13 adet termik santral projesi vardı. Dördüncüsünün yapımına devam edilirken dokuz adet projeye onay verildi. Dünya yüzünü yenilenebilir enerjiye dönerken Türkiye’nin termik santral projelerine bu denli onay vermesi hakkında ne düşünüyoruz? (İlgili haber için tıklayınız.)
Mehmet: Bu konular aslında bizim boyumuzu aşan konular ama naçizane bizim de bir fikrimiz var. Dünyadaki savaşların birçoğunun sebebi artık enerji savaşları. Türkiye’nin de enerjiye ihtiyacı var ve bilindiği üzere hem petrolde hem enerjide dışa bağımlı bir ülkeyiz. Türkiye’nin en güzel yerlerini katleden, talan eden birtakım santrallerin yapılmasını hoş karşılamıyorum tabii ki. O bölgelerdeki halk da bu konuya oldukça duyarlı. Sürekli tepkilerini gösteriyorlar ve birçok projeden de vazgeçiliyor. Olmazsa olmaz yapılacak çalışmalar için de çevreye duyarlı yatırımlar yapılabilir. Güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisi dünyada çok önemli hale gelmiş kavramlar. Türkiye’nin bu enerjileri güçlü bir şekilde denemesi gerekiyor. Yapılan denemelerin de hızlandırılması gerekiyor.
Yeşim: 60’a yakın ülkeyi gezmişsiniz. Hollanda, Norveç gibi ülkeler bisiklet yollarına çok önem veriyor, kentleşmelerini bu yönde planlıyorlar. Türkiye’ye baktığımızda ise sürdürülebilir kent tasarımlarını ne yazık ki göremiyoruz. Bisiklet yollarını kendi şehirlerimize nasıl uyarlayabiliriz?
Mehmet: Geçen sene sonbahar aylarında Danimarka’ya Kopenhag’a gitmiştim. Sağanak yağmur yağıyordu. İnsanlar bisikletlerine binmiş kadın-erkek genç-yaşlı kafalarına kapüşonlarını geçirip bisikletleriyle tıkır tıkır gidiyorlardı. Müthiş bir olay. O ülkelerin başbakanları da bisiklete biniyor. Türkiye’de de yavaş yavaş gelişmeler oluyor çok şükür. (Gülüşmeler) Bisiklet dağıtıyorlar törenler ile fakat yol yok. Baktığınız zaman Karabük ve Safranbolu arasında bisiklet yolu yok. Duble yola 1 metre sağa 1 metre sola bisikletler için yol yapılabilir.
Yeşim: Biraz göstermelik gibi sanki…
Mehmet: Ya herhalde Türkiye genelinde hükûmetin böyle bir politikası var. Gelişmiş ülkeker 1900’lü yıllardan 1800’lü yıllardan itibaren bu işleri çözmüşler. Ben bir anımı anlatayım geçen sene Almanya üzerinden, Danimarka taraflarına gideceğiz karayoluyla, Bremen tabelasını görünce dedim ki “Ya bu Bremen Mızıkacılarının kesin bir heykeli meykeli bir şeyi vardır, onu bulacağız.” Kafam Bremen Mızıkacılarının heykelini bulmakta, Bremen’de de bir çekim yapalım diye güzel hoş bir köyde durduk. İnekler falan var; doğa, köy güzel. Ben orada çekim mekim yapıyorum, dıt dıt dıt dıt bir zil, dedim bu bir inek çanı falan mı nedir? Hemen bizim Almanya’daki arkadaş işaret etti. “Ne yapıyor bu?” dedim. En sonunda tuttu beni, kolumdan çekti. Meğer bir köylü bisiklet yolundan geliyormuş, ben de yolu işgal etmişim ne bileyim, böyle bir kültürümüz yok ki görmemişiz bisiklet yolu nasıl bir şeydir, nedir, rengi ayrı bilmem nesi ayrı köyde.
“Bisiklet dağıtıyorlar fakat yol yok”
Bremen yakınlarında bir kasabanın köyünde bisiklet yolları var. Bizde de bisiklet dağıtıyorlar illerimizde, bisiklet yolu denen bir şey yok, Çaycuma ilçemiz var, oranın belediye başkanını da tebrik ediyorum buradan, örnek bir Avrupa şehri haline getirmeye çalışıyor Çaycuma’yı. Orada bisiklet yolları yaptı, insanın hoşuna gidiyor. Artık gelişen Türkiye’de de madem bisikleti dağıtıyor, bu ülkenin yöneticileri, gençlere yani gençler de değil yaşlılar yani herkes bisiklete biniyorsa bisiklet yolları yapılması lazım. Karabük valimiz başta olmak üzere Karabük milletvekillerine ve ilgili belediyelere çağrıda bulunuyorum: Karabük ile Safranbolu 8-10 km bir güzergâh, kardeşim bisiklet dağıtıyorsunuz Safranbolu’da, Karabük’te, Yenice’de şurada, burada… Bir bisiklet yolu yapın, Karabük Üniversitesi, 50 bin dolayında öğrencisi olan bir üniversite, bisiklet yolu yok, ben utanıyorum vallahi.
Geçen gün Almanya’dan arkadaşlar geldi, ya diyorlar ki bu kadar geniş bir yol var madem şuraya bir 1 metrelik, 1,5 metrelik bir bisiklet yolu yapmak bir Allah’ın kulunun aklına gelmemiş mi? Biz bunları dillendireceğiz, bizim görevimiz bunları dillendirmek. Çok önemli bir olay, sağlıklı yaşam için bisiklete binmek gerekiyor. Bana sorarsan bisiklete binmesini biliyor musun diye ben bilmiyorum, niye? Çocukluğumda orta okul öğrencisiyken ilk bisiklete bindiğimde düştüm dizimi parçaladım, korkuyorum bisikletin yanına yaklaşmaya korkuyorum ama dünyada da en büyük arzum bisiklete ve motora binmek.
Yeşim: 50’ye yakın ülke gerçekten çok fazla ve çok güzel, iyi bir başarı da aynı zamanda bu gezme arzusunu nasıl kazandınız?
Mehmet: Ben bunu çeşitli ortamlarda anlatıyorum size de anlatayım, ilginç bu. Karabük’le Eflani arasında, Karabük Kurtuluş Mahallesi’nde bir evimiz vardı. Bir orası, diğer tarafı da Eflani’deki bizim köyümüzdü, benim dünyam oydu, dünya kavramı benim için buydu. İlkokula falan gitmeye başlayınca böyle dünya yuvarlak, şu ülkeler var, bu ülkeler var falan filan öğrendim. Geceleri yattığımda, dünya böyle, Rusya-Amerika-Brezilya-Arjantin falan kafamda canlanırdı. Nasıl yerler çok merak ederdim. Oranın insanları, toprağı nasıl… İlkokuldan beri bir hayaldi benim için. Yani bir işçi çocuğusun bir gecekonduda yaşıyorsun, yani dünyayı gezmek falan tamamen bir hayalden ibaretti, hatta üniversite yıllarında bile bir hayaldi fakat daha sonra iş hayatına bu gazeteciliğe başladıktan sonra gıda sektöründe bir dergi çıkardım, ilk Avrupa seyahatlerim o zaman başladı.
“Şu dereden Bulgaristan’a geçeceğim kardeşim”
İlk yurtdışı gezimi de anlatayım. Bulgaristan sınırında askerim, bu arada ben yedek subay olarak askerliğimi yaptım. Bulgaristan’la da aramız çok gergin, gerginiz yani her an karşılıklı silah atıyoruz falan, taciz ateşleri yapıyoruz sınırdan sınıra, 1983-84’lü yıllar. Dedim ki ben, “Şu dereden Bulgaristan’a geçeceğim kardeşim”, “Ne yapıyorsun komutanım”, ya dedim ki “Geçeceğim kardeşim yüzerek.” Yüzerek oradaki yöresel adı Rezve Deresi’nden yüzerek karşıya geçtim; dedim ki “Ben yurtdışına çıktım, kaçak yollarla.” Asker olunca insanda korku olmuyor, korku denen şey hakikaten askerin içinde bir korku olmuyor. Çok enteresan bir şey.
İlk yurtdışı gezim bu, daha sonra hani ülkeyi idare edenler ilk başa geldikten sonra Kıbrıs’tan başlıyorlar ya, biz de Kıbrıs’tan başladık hanımla beraber, Kıbrıs’tan başladık daha sonra dediğim gibi 50-60’a yakın ülke… Amerika’dan Rusya’sına, Brezilya’dan Arjantin’ine, en son Meksika, Miami, Porto Rico, Vijne Adaları ve son ülke de hakikaten bir saatlik yol uçakla çok geç kalmışım, Ukrayna Kiev’e gittim, muhteşem bir doğa. Geziyorum, gezmeye de sağlığım el verdiğince devam edeceğim çünkü oralarda çok enteresan şeyler görüyorum.
Mesela; Hindistan’da, Yeni Delhi’de havaalanına indik, kardeşin İsmail’den biraz daha uzun veya 190 boyunda bir vatandaş, böyle zayıf, çırılçıplak, üzerinde hiçbir şey yok, üzerinde de böyle taht gibi bir şey yapmışlar, dört tane direği olan kırmızı bir şey, altında arkasında da 100-150 kişi yürüyor. “Bu ne?” dedim. “Bu dediler tanrı oldu”, bugün tanrı olmuş. Bu anlattığım olay yüz yıl önce değil, 3-4 sene önceki olay, “E tanrı, nasıl tanrı oldu ya.” Dediler ki burada böyle inançlar var. Dedim ki “Bu tanrı olunca ne olacak?” Tabii insan meraklı gazetecisin yani, dediler ki “Bu ömrünün sonuna kadar besleyecekler.” Hindistan’ı falan merak edenler internetten takip edebilir tanrı mertebesine nasıl ulaşılır. Şimdi ona, o gün 21 tane genç kadın buluyorlarmış
Yeşim: Ziyaretçi gibi mi?
Mehmet: ziyaretçi değil ya hatun, eş. Gerçekten ya anlattığım gibi böyle her şey o şekilde, erkek çocuk doğum yapanlar kalıyor, yapmayanlar gönderiliyormuş oradan. Hindistan’da yaşanan olay, onlarda yüz binlerce tanrı var, insandan da tanrı oluyor. Hâlâ kast sistemi devam ediyor. Ölülerin yakıldığı yeri görüyorsun, dakika başı belki de yarım dakikada bir şey yakıyorlar, nüfusu 1 milyardan fazla olduğu için ölü yakıyorlar, onları görüyorsun falan. Her gittiğin ülkede ilginç bir şey görüyorsun yani.
Yeşim: Meksika olayı var, kız istemeye gitmişsiniz sanırım, o hikâyeyi bir de sizden dinleyelim.
Mehmet: Bizim teknik müdür arkadaşımız Tolunay Yasin Hızır, Meksikalı bir kadına âşık. Tesadüfen Sultanahmet’te, adres sora sora bizim Yasin’i bulmuş, koskoca adam İstanbul’a gelecek, bizim Yasin, Sultanahmet meydanında. Yasin de centilmen bir çocuk tabii. Adresi şura dememiş, bizzat adres yerine kadar getirmiş, arkadaş olmuşlar falan. İlerlemiş işte internet dedin ya, insanları birbirine bağlıyor. 10 bin, 15 bin kilometre de önemli değil artık. Âşık oluyorlar birbirlerine; biri İspanyolca, biri Türkçe biliyor, ortak dil İngilizcede anlaşıyorlar. İkisi de İngilizcelerini yavaş yavaş geliştiriyorlar. 2-3 defa Türkiye’ye geliyor falan ama bizim Yasin’in de gitmesi gerekiyor. Dedik “Gidelim, isteyelim Meksika’da, Meksika yani mafya ülkesi, ürkütücü bir ülke.” Bir maceraya gittik. Hem Yasin için hem de benim için büyük bir risk. Ortada Paulina diye biri var. Geldi Türkiye’de gördük, televizyona da geldi, burada kaldı ama ailesini çevresini ortamını sülalesini tanımıyoruz, in mi cin mi?
“İnsanüstü bir misafirperverlik gördük”
Gittik ama orda hakikaten insanüstü bir misafirperverlik gördük, biz Türkler hani misafirperver falanız ya, orda da en az bizim kadar hatta bizden daha fazla bir misafirperverlik gördük. Biz nerede yatacağımızı bile bilmiyorduk, otelde yatarız diye düşündük, evlerinde misafir ettiler. Böyle olağanüstü 10 gün geçirdik. Her gün bir değişik bölgeyi gezdirdiler bize. Tekila’nın bir şehir olduğunu biliyor musun? Giderken baktım tekila yazıyor yollarda. Dedim ki “İki de bir, tekila, bir fabrika için yazmaz. Burası bir şehir mi?” “Evet, şehir” dediler. Tarihi acayip bir şehir, Tekila Yanardağı’nın eteklerinde hoş bir şehir, gidince görüyorsun bunları. Şimdi Yasin’i Meksika’ya gidecek. Zamanı gelince kızımızla beraber gelip Türkiye’ye de gelir yerleşebilir, belki oraya da yerleşebili, hoş bir bölge çünkü. Jalisco eyaletine bağlı Guadalajara diye bir şehir. Ben bu Guadalajara telaffuzunu 1 haftada öğrendim orada. İşte o bölgeye göndereceğiz Yasin’i inşallah birkaç gün içinde.
Yeşim: Yasin’e buradan o zaman hayırlı olsun dileklerimizi iletelim. Biz Gaia Dergi’nin 11’inci sayısında emek sayısını işledik bu emek sömürüsü üzerine de birkaç şey demek ister misiniz acaba? Özellikle son zamanlarda çok fazla işçi ölümleri meydana geldi.
Mehmet: Ya emek, dünyadaki en kutsal olay, emek alın teri… Bu yalnız emek sömürüsü dediğimiz olay bence insanlığın var olmasıyla birlikte başlayan bir olay. Ortaçağ’da da bu mutlaka var, ilkçağ’da da var, günümüzde de var. Dünya var oldukça da bu var olacak ama bunun en aza, asgariye indirilmesi tabii hepimizin temennisi. Şimdi bir tarafta işçi sınıfı var, bir tarafta üretim araçlarını elinde bulunduran insanlar var, onlar daha fazla kâr etmek arzusunda, kâr bir hırs, yani doyumsuz bir olay, dünyayı kazansa doymaz. Böyle bir yapısı var sermaye olayının, onun için işçi sınıfını sömürmek isteyecek. İşçi sınıfı direnecek bilinçlenecek. Türkiye’de de inşallah arzulanan yerlere gelebilir gelir diye temenni ediyoruz. Sömürünün çok daha az olduğu bir ülke temennisinde bulunuyoruz, başka da elimizde bir yetki yok. Bunu sadece bir temenni olarak söyleyebiliyorum.
Yeşim: Çok teşekkür ediyorum son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Mehmet: Tekrar hoş geldiniz. Karabük, Safranbolu ilçelerimiz gerçekten çok hoş bölgeler. Safranbolu bayramda gördüğüm kadarıyla baya ciddi anlamda dolu, Türkiye’nin her yerinden plakalar görüyorum. Türkiye’de herkese Safranbolu’yu görmeleri için tavsiye ederim. Safranbolu’ya gelenlere de dediğiniz gibi Eflani, Eskipazar, Yenice, Ovacık gibi ilçelerimizi de görmelerini tavsiye ederim. Amasra’yı da tavsiye ediyorum; Fatih Sultan Mehmet’in “La la la la çeşmeci han bu mu ola” dediği o güzel Amasra’mızı da tavsiye ederim. Zaten Safranbolu Amasra, buralar turizmde bir bütünlük sağlıyor, tekrar hoş geldiniz iyi bayramlar diliyorum.