Midnight Mass, küçük bir topluluğun yaşadığı sakin bir adada hayat bulan esrarengiz bir hikayeyi anlatmaktadır. Adaya, karizmatik ve gizemli bir rahibin gelmesi ile birlikte birtakım sıra dışı olaylar meydana gelmeye başlar ve hikaye açıldıkça açılır.
Dizinin yapımcısı Mike Flanagan ve oyuncuları; Kate Siegel, Zach Gilford, Samantha Sloyan,Hamish Linklater. Samantha’yı dizide Bev Keane olarak görüyoruz ve karakterin içinde bulunduğu konumu izleyicilere aktarması harika.
Bev, dizide olan biten bütün anormalliği din ile temellendiriyor ve dini ayetlerle konuyu göreceli olarak daha yüksek bir amaca bağlıyor. Daha yüksek amaç burada daha düşük şeylerle kendini gösterdiğinde ise yine ayetlerle cevap veriyor. Bu karakteri yazan kişi bize dini fanatikliğin nereye gidebileceğini ve ne kadar bedel ödemeye istekli olduğunu gösteriyor.
Sevgi olmadığında ortaya çıkan bu değil mi? Sertlikle, kanunla, kuralla ilerlemek ve aslında dönüp baktığında ilerleyemediğini fark etmek. Sevginin ortaya çıkması için uzun bir yoldan geçmek gerekiyor çünkü şu anda birbirimizi sevemiyoruz. İsa’nın her tarafı sevgiyken, kan dökmeye, zarar vermeye geldim demesine rağmen, din adına ne kadar kan döküldüğünü biliyoruz. Dinlerin bu duygusallığının bu kadar çok karma kaldırması ve yaratması çok ilginç. Kendi isteğini bastırdıktan sonra ve bunu yine bir söze, ki sözlerin çoğu analojik olarak söylenmiş sözler, dayandırdıktan sonra karşı tarafın ne yapmasını bekliyorsunuz?
Midnight Mass’in ana kurgusu ayin (mass) etrafında dönüyor ve gördüğümüz şey Aşai Rabbani yani Body of Christ, Blood of Christ. Burada Body of Jesus denilmediğine dikkat çekmek isterim. Yani İsa’nın bedeni, İsa’nın kanı değil, Mesih’in bedeni ve Mesih’in kanı. Bir de İsa Mesih denilen bir şey var bildiğiniz gibi.
Son yemekte, büyük öğretmen, şu inanılmaz sözleri paylaşmıştır: Alın yiyin bu benim bedenimdir, alın için bu benim kanımdır. Matta 26:26
Midnight Mass’te Rahibin (Father Paul, Hamish Linklater), Mesih’in bedeniyle ve Mesih’in kanıyla topluluğunu dönüştürmektedir. Çünkü ayinler dönüşümdür, normal olandan daha yüksek olana bağlanmak, kendimizi dönüştürmektedir. Sonuçta daha düşük arzulara sahip bir beden var, onu bakir bırakmalıyız ve bir de ruh var onu da özgür bırakmalıyız ki Başak, Balık’ta Mesih’i doğursun. Balık ve Ayakların arasındaki bağlantı da ayrı bir not.
Midnight Mass’te rahip topluluğununu kötülüğe doğru dönüştürdüğünü görüyoruz, niyeti bu değildi aslıdan iyi olsun istiyorlardı. Burada büyük mesaj var, çünkü bedenini yediğin ve kanını içtiğin şeyin ve kavramları, değerleri eğer yanlış yere bağlıysa takipçilerde yanlış yere gitmektedir. Bu dünyada en çok gördüğümüz şeyden biridir. Din realitesi ile başka yerlere gitmemiz ve kötülüğe dönüşmemiz, etrafımızda kötü olmadığı için göreceli olarak dönüştüğümüz şeyi de fark edemiyoruz.
Sürekli birileri birbirini eleştiriyor, birbirine şu ya da bu “kutsal” sözlerle alıntılar yapıyor ve kendi anlayışlarına göre realiteyi manipüle ediyorlar. Ciddi bir sevgisizlik var ortada.
Bir hatırlatıcı da ben ekleyeyim. Matta 8:26 “Aranızda büyük olmak isteyen, ötekilerin hizmetkârı olsun. 28 Nitekim İnsanoğlu, hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için hediye olarak vermeye geldi.”
İhtiyaçlar değiştikçe, yediğimiz ekmek de değişiyor, içtiğimiz kan da değişiyor. Beden ve kan, iki önemli sembolizmdir ve bize yolu gösterir.
Midnight Mass, bir dönüşüm hikayesidir. İnancın, duyguların, tahammülsüzlüğün, sevgisizliğin ve korkunun sahnelerini izleyeceksiniz. Sonrasında bir topluluk nasıl olmalı, topluluk yolu, görünmeyeni nasıl bulmalı onu fark edeceksiniz. Eskiden kabile şamanı kabilesini bağlıyorken bu artık kurumsallaştı ve kurumlar aracılığıyla bağlantılar kuruldu ve topluma dağıtıldı. Bunun şu anda yediğimiz ekmekle bir alakası olmadığı sanırım çok açık.
İçeceğimiz kan, yükseklerin kanı olmalı ve sevgi dolu olmalı. Çünkü kan, bedende dolaşır ve onu yıkar, temizler, canlandırır. Bir şeyi, başka bir yere taşır ve her yere ulaşılır.