Acaba buralardan gidecek miyiz, yoksa kalıp yenilikler de katacağız? Sinemaseverler, bu ara müzik dolu bir filmle karşılaşmaya hazır olun. Burak Deniz ve Büşra Develi’nin başrollerini paylaştığı, Türkiye’nin ilk Punk filmi “Arada” festivallerin ardından vizyona merhaba diyor. Filmin yönetmeni Mu Tunç ile bir araya geldik ve ilk filminin heyecanını konuştuk. Gerçek hikayelerden esinlenerek oluşturduğu filmi Mu, punk elementlerini barındıran bir film yarattıklarından bahsederken bu tarz filmlerin yapılamayacağını söyleyenlere de bir mesaj veriyor. Müzik dolu bir şölen için Arada’yı kaçırmayın derim ve hemen Mu Tunç ile sohbetimize geçelim…
“Bu olayların hepsi, Merter – Küba Mahallesi’nde başladı.”
İlk olarak merak ettiğim şey, yönetmenlik maceranın nasıl başladığı… Kamerayla ilk buluşman nasıl gerçekleşti?
Benim kamerayla ilk tanışmam, ağabeyim Orkun Tunç’un Punk konserlerini çekmeye başlamamla oldu. O konserleri çekecek kimse yoktu o ara ve ben de konserlerin birçoğuna gidiyor, onlara destek oluyordum. 90’lar sonuydu o ara ve ilk el kameraları çıkmıştı. 12-13 yaşındaydım o zamanlar ve kameraya hevesim git gide artmaya başladı. 18’li yaşlarıma geldiğinde ise kamerayla ilgili ciddi şeyler düşünmeye başladım. İlk internet projem olan “Diary of Mu” yu ortaya çıkardım. Ben üniversitede Tasarım & Dizayn bölümü okudum. Bütün olayım da yeni bir şeyler tasarlamak üzerine hep. Zaman geçtikçe de uzun metrajlı film yapma isteğim oldu ve “Arada” ortaya çıktı.
“Arada”nın hikâyesini nasıl belirledin? Gerçek hikâyelerden de esinlenme var tabii. Ağabeyin ve senden hikâyeler filmde yer alıyor sanırım…
Evet baş karakterimiz hybrid bir karakter, abimden de benden de özellikleri var. Filmde izleyenler görecek; o hikayelerin hepsi, benin çocukluğumda gelişen olaylardı. Bizim babamız müzisyendi, Türk Sanat Musikisi sanatçısıydı ve darbe dönemiyle kariyeri sona erdi. Ağabeyim, Türkiye’de ilk Punk-hardcore albümlerinden birini yaptı. Bu olayların hepsi de Merter – Küba Mahallesi’nde başladı. Kendi yaşadıklarımı aktarmak istedim çünkü bu projeyle birlikte, kendimle barıştığımı düşünüyorum. Ben yaşadığım yerden mutlu değildim ve kendi hayatımdan utanan biriydim. Yaşadığım her şey bana değersiz ve alt sınıf öğesi şeyler gibi geliyordu. Benim bakış açım, o zamanlar yaşımın da getirisiyle, yanlıştı. Yurtdışına gittiğimde, kendimin yanlış olduğunu fark ettim. Yaşadığım yerin kültür anlamında değerli olduğunu gördüm. Mesela ilk punk konserlerinden bir tanesi, bizim apartmanın altında yapılmıştı. Hayatımdan o kadar nefret ediyormuşum ki, yanımdaki değerleri sonradan fark ettim.
“Ağabeyim, filmi çok destekledi.”
Bu filmi hazırlama aşamasında abine hiç bahsettin mi hikâyemizi yazıyorum diye?
Ağabeyim hiçbir şeyi bilmiyordu. Sonradan öğrendi.
Bu fikri ve filmi nasıl karşıladı peki?
Çok destekledi. O filmi izlerken bazı şeyleri fark etti. Yaşadıklarımızı unutuyormuşuz galiba, filmi izlerken olayları hatırlıyoruz. Babama bu filmden hiç bahsetmedim mesela, net bir fikri de yok. Filmin galasında izleteceğim ona. Onun fikirlerini de merak ediyorum.
“Arada” Türkiye’nin ilk Punk filmi olarak lanse edildi. Bir ilki yaratmanın nasıl bir hissi geliyor sana?
Ben bu filmi yaparken, böyle bir şeyi bilmiyordum. Bilseydim, çekim sürecinde bile aramızda konuşulurdu. Yola ilk punk filmini yapacağım diye çıkmadım. Derdim Punk hikayesi anlatmaktı tabi ve punk elementlerinin hepsini barındırıyor film. Türk sinema tarihinde de punk kelimesi, sadece Kemal Sunal’ın “Katma Değer Şaban” filminde geçiyor. Ama punk filmi olarak başka bir film yok. Punk filmi yapmak demek, Anti-kahraman filmi yapmak demek zaten. James Dean’in “Rebel Without a Cause” , Marlon Brando’nun “On The Waterfront” filmlerinde de mesela bu Holywood tekniğidir, ana karakter kendini sevdirmeye ve sürekli bir şeyler başarmaya çalışmaz. Arada da anlatmaya çalıştığımız o aslında.
Filmin plakçı sahnesinde Türkiye’den sanatçı çıkmasını zor olduğu, ama çıkanların da olduğu hep tartışılıyor. Genel olarak da bundan bahseden bir hal de var. Sen nasıl görüyorsun bunu?
Ben hep bunu duydum, sürekli bu ülkede bunlar yapılamaz denildi. Bu film de yapılamaz dediler hatta, sonuç itibariyle yaptık. Bu tamamen bunların yapılmasından korkan kişinin perspektifi. Bizim üst jenerasyonumuzun korkuları bunlar, onlardan gelen bir yüklenme bu. Hevesleri olan insanlara hayallerinin olmayacağını söylemek, kendi yaşadıkları korkuları yüklemek gibi bir şey. Filme bu sahneleri de bunların değişmesi ve bu düşüncedeki insanların yüzleşmelerini de istedim. Yapılamıyorsa bile, ben bunu kendim öğreneyim demek lazım.
Türkiye’de müzikal film yapılamaz algısı da var…
Neden yapılmasın ki? “Arada” yarı müzikal aslında düşünüldüğünde. Tabii dans eden insanlar yok, ama neredeyse yarısı müzikle geçiyor filmin. Bu filmler belki de bunun yapılmasına referans olacak.
“Burak Deniz ve Büşra Develi, bu filmi sahiplendi.”
Oyunculara gelecek olursak, iki sevgili çifti bir araya getirmek zor olsa gerek. Oyuncuların seçiminde nasıl kararlar verdin?
Ben de başroldeki ikilinin, gerçekten de sevgili birilerinin oynamasını istiyordum. Büşra Develi benim çok yakın arkadaşımdı. Ona bu projeyi anlatırken, o hemen bunun bir parçası olmak istediğini dile getirdi. Büşra da hemen Burak Deniz’den bahsetti. Burak’la tanışıktan sonra ondan çok iyi enerji aldım ve o da bu filmi sahiplendi, böylece filmin seviyesi de arttı. Gerçek hayatta da sevgili birilerini oynatmak zor tabi, her dakika sevgililerin birbirlerini görmesi problem olabiliyor. Ama biz bu süreci çok iyi yönettik. Onlar bu projeyi çok iyi sahiplendiler ve onlar için de güzel bir anı oldu bence. Burak’ın ilk sinema filmiydi ve anlamı da büyük.
Benim için oyuncu kadrosunun büyük bir bölümünün, punk kültürünü bilen ve inanan kişilerden oluşması çok önemliydi. Yan rollerdeki oyuncularımın da özel olmasını ve o kültürden olmalarını çok istedim. Ceren Moray, Bahçelievler’de büyüyen birisi olarak hep Punk’tı. Seda Akman, 90’lardan bu yana bu kültürü çok iyi bilen bir oyuncuydu. Selim Bayraktar ve Deniz Celiloğlu da öyle. Bu kadar güçlü bir kadroyla, hele ki ilk filmimde çalışıyor olmak, benim için mutluluk verici.
Çekim süreci nasıl geçti, ne zaman çekildi film?
13 Günde çekimlerimizi tamamladık. 2017 yaz aylarıydı.
“Bu film, 50 sene sonra izlediğinde de bir anlamı olsun diye zamansızlık yaratmak istedim.“
Film aslında 90’lar zamanında geçiyor ve sen bunu 2017 yılının sokaklarında yapmaya çalıştın. Bunu yapmak nasıl bir süreçti?
Tabii bu efekti yaratmak kolay olmadı. Ama ben 90’ları yapmaya çalışırken, bir zamansızlık da yaratmaya çalıştım. Filmin kendi içinde bir zamansızlığı olduğunu düşünüyorum. Günümüzde çevremize bakınca, 90’lada gibi giyinen insanlara da rastlıyoruz. Çekimlerde lenslerle ve renklerle ve kıyafetlerle aslında o 90’lar elementini yakalamaya çalıştık filmde. Bu zamansızlığı, film 50 sene sonra izlediğinde de bir anlamı olsun diye yaratmak istedim.
Filmde de bir yerlere gitmekle ilgili, bulunduğun yerden başka yere gitmekle ilgili birçok durum yaşanıyor. Sen de seyahat etmeyi seven birisin. Günümüzde de insanlar artık gitmek, kaçmak istiyor. Filmdeki “gitmek” meselesini bununla bağlayabilir miyiz?
Filmdeki “gitmek” meselesin bir yere pek bağlamıyoruz. Ben gitmek konusuna saplanmış bir çok insan görüyordum çevremde, ama bir cevabı yok sadece gitmeye fokuslanmış. Bu insanların doğru sorular sorup sormadıklarına emin olmadığım için bunu doğru bulmuyordum. Ben bu filmde, gitmek isteyen insanların, doğru soru sormaya çalışmaları için bir efor sarf etmelerini istedim. O soruyu yönlendirenin, bir atmosferde bir şey dikte edilmeden düşünmesi önemli. Eğer biri gidiyorsa mesela ne zaman uçak biletini alıyorsa, bir zaman söylemeli.
İlk filminden sonra kendine nasıl dersler çıkardın? Belirli kamera açıları, hareketleri vs belirledin mi?
Kendime kamera tarzları belirledim tabi ki. Çok fazla tripod kullanmıyorum ve pek de sevmiyorum. Ama daha çok freestyle takılmayı sevdim ve kameraya içgüdüsel yaklaşıyorum.
“Müzikle, çok fazla kültüre dokunmayı istedim.”
Müzik sürecinde, filmde de ilham olan abin Orkun Tunç ile çalıştınız. “Punk” türü film için müziklerdeki hummalı hazırlık nasıl geçti?
Müzik sürecinde abimle çalışmamızın benim için anlamı büyüktü. Filmde çok fazla kültüre dokunmayı istedim; Punk’ın yanında Türk Sanat Musikisi, Pop, Club gibi baya bir yere dağılıyor.
Türler konusu benim de dikkatimi çekti. Bir yerde Selda Bağcan’ın müzik tarzından konuşulurken, bir anda David Bowie’ye geçen bir hal de var…
Aynen öyle. Bence iyi müziğin ayrışması asla olamaz. Türk müziğindeki farklı tarzların mesela, çok apayrı ve zor kültürlermiş gibi algılanması hoşuma gitmiyordu. Sanki Punk ve elektro müziği kimse dinleyemezmiş gibi, hayır bunun sunuş biciyle alakalı bir durum bu. Filmde müziklerin Türkçe müzik olmasına özellikle dikkat ettik. Çünkü filmin, her yaş grubu tarafından sevilebilir kılınması önemliydi. Bugüne kadar festivallerdeki gösterimlerde, her yaş grubu tarafından film izlendi ve müzikler de sonuna kadar dinlendi.
Filmin prömiyeri “17. !F İstanbul Bağımsız Filmler Festivali”nde yapıldı. İstanbul, İzmir ve Ankara’da gösterildi. Neler düşünüyorsun?
Çok güzel geçti. Ben her şehirdeki gösterime gitmeye çalıştım, özellikle kendim istedim. !F’i çok değerli buluyorum, benim küçüklüğümde de kişisel zevklerimin gelişmesinde büyük rolü var bu festivalin. “Arada”nın !F’te gösterilmesi benim için inanılmaz bir keyif, tam da buraya uygun bir filmdi.
Yeni projelerin var mı? “Diary of Mu” projesi devam edecek mi? Yeni hikayelerin var mı, neler anlatmak istiyorsun?
İkinci filmimin senaryosunu yazmaya başladım. “Diary of Mu” yu devam ettirmeyi çok istiyorum, yapacağım gibi görünüyor. Dizi çekme isteğim de var. Ayrıca roman da yazıyorum. Bu ara çok yoğun geçiyor.