İnsanoğlu zayıflama uğruna kendine ne kadar zarar verebilir? Kendi sağlığını hiçe sayıp her yolu deneyen “müşteri” kapasitesini gören firmalar, ilaç üretimi konusunda ne kadar ileriye gidebilir? Hepsinin bir arada olduğu ve verdiği rahatsızlığı iliklerinize kadar hissedeceğiniz bir korku romanı: Karanlık Ada
Kanadalı yazar Craig Davidson’ın Nick Cutter mahlasını kullanarak yazdığı orijinal adıyla The Troop, İthaki Yayınları tarafından Karanlık Ada ismiyle okuyucuyla buluşturuldu.
Craig Davidson, The Troop romanı ile James Herbert En İyi Korku Romanı Ödülü’nün de sahibi oldu. Karanlık Ada, James Herbert anısına verilen ödülü ilk kazanan roman olma özelliğini taşıyor.
Bir kötülüğün bilim ile nasıl yayıldığına ve herkesi etkisi aldığına şahit olduğumuz bir roman.
Çağımızın en büyük sorunlarından biri haline getirilen “şişmanlık” ya da “kilo problemi” gün geçtikçe vahim bir hâl almaya başlamıştı. İnsanlar kilo vermek uğruna sağlığını hiçe sayıp türlü diyetler uygulamaktaydı. Günü geçmiş et ürünleriyle vücuduna solucan, parazit, bakteri vs sokarak zayıflamayı bekleyen insanlar bile vardı. Yani her tehlikeyi göze almaya hazır insanlar… Bu insanlar çoğu firma için iyi müşteriler olabilirdi. Çok iyi paralar kazandırabilirlerdi. Ama doktor Clive Edgerton sadece bilim için uğraş veriyordu. İnsanların zayıflamak için verdiği savaş için bir hidatit üretmekteydi. Solucan larvalarını bir hapın içine yerleştirip insanlar üzerinde deney yapıyordu. Solucanlar hap ile birlikte insan vücuduna giriyor ve çoğalıyordu. Peki bu şekilde zayıflamak nasıl olurdu?
Bilim, insanoğlu için nasıl silaha dönüşebilirdi?
Tim Riggs izci birliği olan bir izcibaşıydı. Tim himayesindeki beş çocuk ile birlikte Kanada’nın bir adasında kamp yapmaktaydı. Kampın davetsiz bir misafiri vardı. Gelen misafir çok zayıf ve çok açtı… Neler olacağından habersiz izcibaşının bu yabancıyla arasında geçenler kampın beklenmedik bir şekilde seyrini değiştirdi.
“Doktor olarak, Tim insan bedenini tiksindirici hallerinin en kötüsüyle karşılaşmıştı. Kolostomi torbaları boşaltmıştı. Mideden çekilen kocaman tümörlerle karşılaşmıştı. Ama bu adam… o, Tim’in daha önce görmediği, doğal olmayan bir şekilde hastaydı.” (s.34)
Issız bir adada her şeyden habersiz bu insanlar, bilmedikleri bir tehlikeyle savaşmak zorunda kalacaktı. Bulaşıcı bir hastalık, isimsiz bir bakteri… Nereden ve nasıl bulaştığını bilmedikleri bu şeyle savaşmaları ve hayatta kalmaları gerekecekti.
Bir deneyin mi içindeydiler yoksa kontrolsüzce bu deneyin bir parçası mı olmuşlardı?
Romanın en dikkat çekici özelliği olayların ayrıntılarında gizli. Yazar tüm olanları en ince ayrıntısına kadar anlatarak okuyucuyu derin bir şekilde rahatsız ediyor. Canlıların üzerinde yapılan deneyler ise en dayanılmaz haliyle gözler önüne seriliyor.
Olaylar çözülmeye başladığında ise psikolojik bir hal almaya başlıyor. “Ben olsaydım ne yapardım?” diye düşünürken kendinizi romanın içinde buluyorsunuz. Sorgular, hesaplaşmalar ve ne kadar rahatsız etse de olaylara duyulan merak kitabın akışını hızlandırıyor.
Yazar, romanını yazarken ilham aldığı yazar Stephen King’in Carrie romanındaki tekniğinden etkilenerek romana gazete küpürleri, röportajlar ve dergi profilleri de eklemiş. Romanı okurken olaylardan bağımsız olarak okuyucuya en çok bilgi veren bu yerler sayesinde anlatım kuvvetlendirilmiş. Böylelikle romanı okurken olayların tanığı oluyorsunuz.
Klasik bir “korkulu ada” serüveninin dışında olan Karanlık Ada, korku türünü seven okuyucuların beğenisini kazanmaya aday bir roman.
Bu romanı bitirdikten sonra çağımızda da hastalıklı bir hÂl almaya başlayan “zayıflama” bağımlılığının bilimi ve insanlığı nasıl bir noktaya getireceğini sorgulamamak elde değil…