Steven Wilson piyano çalmanın, gitar çalmanın, söz yazmanın yanı sıra müziğin felsefesiyle de ilgilenen bir müzisyen. Bu birikim ile birlikte de kendisinin müziği bizleri bazen melankolinin ortasına sürüklerken, bazen ise çoşturan bir progressive rock tarzına sahip.
Steven Wilson, henüz 11 yaşındayken yazmaya ve bestelemeye girişmiş bir beyin. Müzikle ilk tanışması ile kendisine 8 yaşındayken hediye edilen Pink Floyd’un “Dark Side of the Moon” albümü sayesinde. Dolayısıyla kendisinde oluşan, kişisel gelişimini sağlayan ve kendisine ilham kaynağı olan grubun Pink Floyd olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kaldı ki kendisi de bu hayranlığı pek gizlemez.
Steven solo kariyerinde Opeth, Dream Theatre, King Crimson Orphaned Land, Anathema, Aviv Geffen, Fish, Marillion gibi dünyaca ünlü grupların prodüktörlüğü veya konuk müzisyenliklerini yapmış, ve birçok başarıya imza atmıştır.
Steven bizlere lezzetli besteler sunan bir müzisyen olmasının yanı sıra birçok enstrümanı hakkını vererek çalabilmesi, sesin mühendisliği ile ilgilenmesi, müziğin felsefesine eğilmesi ve müziğin matematiğini kullanarak ritimlerin ve müzikteki sertlik, yumuşaklık zaman ayarlamalarındaki ustalığı ile de dikkat çekmekte. Böylece çalıştığı grupların da konser performansları oldukça üst düzey olabilmekte.
Kişilik olarak ise oldukça ilgi çekici bir karaktere sahip. Kendisi bir vejetaryen ve ateist. Ayrıca düzenli dinlerin insan üstündeki negatif etkilerine dair birçok söylemi mevcut. Sabit bir yerde yaşamayı sevmeyen, sürekli seyahat ederek yaşadığı yeri değiştirmeyi seçen bir insan. Ayakkabı giymenin kendisini baskıladığını düşündüğünden konserlerine çıplak ayakla çıkıyor. Çocukken yaşadığı yerin ve kültürün etkisini de eserlerinde görmek mümkün, çocukluğunda yaşadığı yerin bir tren yoluna yakınlığı dolayısıyla albümleri, fotoğrafları ve kliplerinde tren öğesinin baskınlığı gözle görülür bir halde.
Şimdi gelelim onun en büyük eserlerinden birisine, Porcupine Tree‘ye. Porcupine Tree Steven’in deneysel çalışmaları sonucunda 1987 yılında kurulmuş oldu. Psychedelic ve progressive rock temelleri ile birlikte ambient, elektronik, art ve metal unsurları da parçalarında gözlemlenebiliyor. Grubun söz yazarlığını yerine getiren Steven Wilson aynı zamanda, gitar ve vokal görevlerini de üstlenmekte.
Grubun en son kadrosu şu şekilde idi:
Steven Wilson – Vokal, Gitarlar, Piyano, Sentez, Vurmalı Santur, banço ve değişik diğer enstrümanlar
Richard Barbieri – Klavye, Sentez, Piyano
Colin Edwin – Bas Gitar
Gavin Harrison – Bateri ve Perküsyon
Porcupine Tree’nin müziğinde melankoli, öfke ve coşku öğelerini şarkıların çeşitli kısımlarında edinebiliyoruz. Progresif tarzda üretilen müziğe yerleştirilen rock-metal müzik riffleri ise önümüze enfes deneysel bir ürün çıkmış durumda. İlk albümleri On the Sunday of Life 1992’de çıkmıştır. İngiltere’den çıkma grubun en büyük kitlesinin Amerika’da olduğunu söylersek sanırım yanılmayız.
Grup ne yazık ki, resmi olmasa da 2012 yılında müzik serüvenine ara vermiş görünüyor, bir nevi dağıldıklarını söyleyebiliriz. Muhtemelen canlı performanslarına şahit olamayacak olsak da albümlerini dinleyerek avunacağız.
Steven Wilson’un 2012 yılında yaptığı açıklama şöyleydi:
Porcupine Tree’nin geleceği hakkındaki sorulara; “Açıkcası bilmiyorum. Şu an için solo kariyerim benim için en önemli olanı. Bu yüzden beni en fazla keyiflendiren ve yeni fikirler açığa çıkaran solo kariyere odaklanıyorum. Porcupine Tree’ye gelirsek, grup ile ne yapacağımızı bilmiyorum. Son 20 yılda 10 stüdyo albümü yaptık. Asıl problem, bu kadar ünlenen ve güçlü bir grup oluşturduğunuzda ve bunu inşa etmek için yıllar harcadığınızda, insanlar bir makineye dönüşmenizi ve sürekli albümler ve turlar gerçekleştirmenizi bekliyor. Bundan yıllar önce, müziği kendim için rutin bir iş kavramı haline getirmemeye dair kendime söz verdim.”
Şimdi arkanıza yaslanın ve biraz müziğin keyfini çıkarın;
Steven Wilson’un ses ve teknik üstünlüğünden bahsetmiş, konserlerdeki etkisini yazmıştık. Bunun en canlı örneği Arriving Somewhere But Not Here;
Back vokalinde Opeth’ten Mikael Åkerfeldt’in de bulunduğu ve Porcupine Tree’nin diğer şarkılarından tarz olarak ayırabileceğimiz, eşsiz bir huzur deposu Lazarus;