Herkesin tuhaf, çözümleyemediği, işin aslı nedenini pek de önemsemediği, takıntıyı andıran alışkanlıkları olur. Çantasında yara bandı taşıyan mı dersin, hiç çekmediği tespihlerin koleksiyonunu yapan mı, takımının maçını kaçırmayan mı, yelpeza geniştir. İnsan; yani takıntılı bir varlık. Bu yazı, müzik takıntımın yerli versiyonlarından birine Türkçe Rap’e dair.
Bu Bollukta Kimi Dinlemeli Derken
Vanilla Ice ve 50Cent’le doğan rap ilgim, yeni nesil rap’i sevince bu üretim bolluğunda bir rap yazısı yazma isteği hissettiriyor. Yazın kulağımıza bolca çalınacak olan parçalarıyla rapçiler parlaktan vasata geniş bir skala içinde üretim yapıyor. Ve en iyiler, müziğin ve sanatın evrenselliğinin farkında olarak müzik yapanlar. Böyle olunca da ne zamandır aklımda rap’e dair yazı yazma isteği dönüyor. Dönüyor dönmesine de insan bir yerde bıdı bıdı hep benzer cümleleri, sidik yarıştırır gibi caka satmaları, horoz döğüştürür gibi ego taslamaları ve yüzeysellikleri dinlemekten sıkılıyor. Derken, dünkü bebelerin, cahiliye dönemi hasatlarının, vasatta artı bir olanların dışında bir parçada, dört başı mamur, şiire kesen sözler duyuluyor. Oturup “kim oynar?” diye düşünmeden yazmaya başlıyorum.
Saçlarım Şekil Yolumdan Çekil!
Türkçe rap’ten bahsedeceksem nedense aklıma ilk olarak kel ya da kısa saçlı erkekler geliyor. Saç mevzusu açılmışken yazı boyunca yüz akımız kadın ve queer rapçileri yazımın dışında tutacağımı söylememin de aslında tam sırası oluyor. Ama sanılmasın ki bunun nedeni pozitif ayrımcılık. Bunun nedeni, her yerde olduğu gibi rap dünyasında da hâlâ, ısrarla ve kabaca metalaştıran algı ve bu algıyı kırmak için kendi yolundan yürüyen rapçilerin kıymetini bilme hali.
Neyse, ne diyordum efendim? Rap’i köy kahvesi gibi erkek algının tekeline bırakmadan yollarında yürümeye devam edenler müziği de daha hoş kılıyor. Saç meselesine gelince bu kadar saçmalığa bakınca en dertsiz tasasız yan, pek de ciddi cümle edilemediğinden en geçer akçe, buymuş görünüyor. Belki de bazılarının muhabbeti laf dalaşına çevirmesinin, cinsiyetçi küfür etmesinin, insanları süslü finoları zannetmeyi marifet saymasının altında bir türlü hesaplaşamadıkları geleneksel ve kimi zaman kötücül tabular yer alıyor.
Megapol Değil Gettohol’de Neler Oluyor?
Yerel üretimlerin dışında müziğin kalbine de İstanbul’dan da bakalım diye düşünüp, İstanbul menşeli rapçileri dinlediğimde 2017’li bir rap parçası: Angela Merkel’in klibi çıkıyor karşıma. Bu şarkıyı dinleyen bir turist olsaydım, “Karaköy’e değil gitmek, oradan geçmek istemezdim.” Biliyorum, bir kurgu klibe böyle laflar etmek safsata ama belirtmeden de geçmek istemem. Medeniyet beşiği görmezden gelinerek hormonlu domates gibi bir kent büyütülünce canım İstanbul’un savrulduğu rüzgar, gettolaşan bir pazara dönüşüyor. Sonuçta Dünya vitrinlerinden birinde yani İstanbul’da hem de onun o güzel Karaköy’ünde 2017 yapımı bir klip böyle tezahür buluyor. Korkunç sömürü çemberi insanda değil Karaköy’e, perşembe pazarına gitme hevesi bırakmasa da nicedir İstanbul’un büyülü cazibesinin doğurduğu parçalar ardı ardına sıralanıyor.
“Angela Merkel, Karaköy’e sen gel, bozulur dengen, yol aldı yengen…” diyor parça, kendime bizim buraların meşhur sandviçi olan bir yengen söyleyip, içimden, cemiyet mikrobundan kurtulduğumuzda eğlence mekanlarına hakim olacak müzikler sonucunda varılacak tandanslar, umarım ki uluslararası arenaya da çok müzisyen devşirecek diye geçiriyorum.
Her Mahalleye Bir Tam Rapçi Düşüyor Mu? Tamam O Zaman Dağılabiliriz
Bu hızla giderse pek yakında her mahallenin en az bir rapçisi olacak gibi duruyor. Bu her mahalleye bir yönetmen, bir kameraman falan filan da demek gerçi,
Demek de ne demek gerçi?
Sanat her yerde yürürlükte olacak mı demek? Elbette ki bunu zaman gösterecek.
Rap Alemlerine Bakınca
Sanırım sokağın sert erkekleri para önünde eğilme meseleleriyle meşgulken, sıkıldıkça rap yapıyor. Trip atan rapçiler, trip, pardon trap, çok pardon rap yapıyor.
Sanki bu dünyaya yabancı bir yerden, anlamsız sözleri ardı ardına dizip, izlenmez klipler yapmayı önüne iş olarak koyanları bir kenara bırakırsak, en sıkıcı olanlar, rap diye gürültüye eşdeğer işlerini piyasaya sürenler. Gürültüyü boş verip, hoş bir rap parçası açıyor ve yazıma devam ediyorum.
Temsilli Klip
Kliplerin çoğunda kadın yok. Eril bir dünyanın yansımalarında kadının olduğu kliplerdeyse kadınlar çoğun “meta” figürün birer temsili olarak yer alıyor. Daha dünün insanları, kendi hikayelerini anlatıyor ve bunun dinleyeni neden ilgilendireceğine dair bir fikir geliştirmek gerekiyor. Bir zamanlar abi gibi sevdiğim bir büyüğüm, erkekler askerlik anılarını anlatmaya başladıysa anlatacak hiçbir şeyleri kalmamıştır, demişti. Sanırım bu, rapçilerin askerlik anısı gibi bir şey diye geçiyor aklımdan.
Türkçe rap’le ilgili ilginç olan yanlarından biri de şu ki eğlenceli şarkılar, popart klipler, yazın açık hava mekanlara taşındığında izler / dinler kitle başkalarının hayat hikayelerine hayranlıkla eşlik edecek. Yani belki de Türkçe rap hâlâ emekleme çağında, denebilir.
Rap İçinde Rap
Bir de üçüncü dalga rapçiler var. Daha genç, daha konforlu hayatların duygu yüklü insanları, sen bana niye öyle baktın, bir gül de yüzümde güler açsın, hadi bir kortado içelim, akşama şampanya mı patlatsak, tadında rap parçaları yapıyor. Küçük bir grubun da bilgisayar oyunu müziği kıvamında parçalar ürettiği rap alemlerinden müziğin daha oynak, Akdeniz havalarıyla birleşen, house jazz, etnik, reggae, lokal birleşimlere dair bir akışta olduğu da bir gerçek.
İnterdisipliner müzikler, akışın geleceğe dönük yüzünü cilalarken, Türkçe rap gerçeği, günümüzün arabeski, renkli mozaiğinin her yerinden fışkırırken birbiri ardına stereotip üretimler, çoğun taraftar erkek kafasını ortaya karışık servis ediyor.
Onca farklı ses, kafalar cacık, bazı müzikler yine şahane ama bence dilimin ucuna geleni söylemesem olmaz böyle giderse sünnette, düğünde rap klibi çekmek moda olacak.
Rapçiler birbirini dinliyor mudur o da şüpheli ama Türkçe rap’in gelişimini merak edenler için
Viki’deki bilgileri ve iki bölümlük Turkish Hip Hop belgeselini tavsiye edebilirim.
Rap Kafası
Lakin, dile getiremeyenin, susturulanın, dilsizleştirilenin sesi olan rap’in deniz bile yüzümüze müsilajını tükürürken, herkese dinletilen masalın tekrarcısı kuklanın kuklası olması mümkün görünmüyor. Ne giyerse giysin, ne yerse yesin, ne istiflerse istiflesin ama rap yapmasın, gitsin kahvede batak oynasın, denilebilecek rapçileri bir kenara bırakırsak rap müziğin kalıcılığı, sözlerin hisle ve dile getirdiğinin cesurluğuyla kuracağı ilişkiyle belli olacak gerisi fasa fiso, diyerek yazımı bağlamak istiyorum.
Unutmadan, pazara dair en sevindirici yan, aynı zamanda bu yazıyı yazmamım da ana nedeni tüm rapçilerin konuşma yani ifade özgürlüğünden yana olması. Zihnimizin kapılarını, sözlerle açabilmenin Türkçe hallerinden birine dair yazım, damağınızda biraz da olsa rap tadı bırakabildiyse ne mutlu bana. Sağlıcakla kalmanız dileklerimle.