John Maxwell Coetzee, “Güney Afrikalı – Avustralyalı romancı, deneme yazarı, dilbilimci, çevirmen ve 2003 Nobel Edebiyat Ödülü sahibidir.” Barbarları Beklerken (Waiting for the Barbarians) romanı, “sömürgecilik ve vicdan” meseleleri üstüne yazılmıştır. Romanla ilgili dilimizde epey kalem oynatılmış olmasına karşın söylenmesi gereken bir şeyler hâlâ var görünüyor. Romana bu eksende gelin birlikte bakalım.
Barbarları Beklerken’in Belirsizlikleri
1980 yılında yazılmış olan Barbarları Beklerken, “yersiz” bir romandır. Başka bir ifadeyle Coetzee, romandaki olayların geçtiği yerlere ad vermemiştir. Bu nedenle belki de romanda geçen mekânlar bir bilgisayar oyunu evrenini çağrıştırır. Sıcakla kavrulan çöl, soğukla ve fırtınayla mücadele edilen yollar… Diğer yandan yazarın hayatını referans alarak roman mekânının Güney Afrika olduğunu iddia edenler de vardır.
Coetzee, roman evreniyle yarattığı belirsizliği kahramanlarıyla da sürdürür. Kahramanlarının çoğu adsızdır. Beklenen barbarlarla ilgili de çekik gözlü olmaları dışında çok fazla bilgiye yer verilmez.
Romanın Seyri
Romanın anlatıcısı ve kahramanı olan yargıç, hâlinden memnun hayatını sürdürmekte ve emekliliği beklemektedir. Entelektüel anlamda sıkıcı bulduğu bu hayatı aşmak için tarihi eserler toplar. Günlük yazar. Canı her istediğinde yanına gittiği ve gönlünü okşayan bir hayat kadınını ziyaret eder. Kararlarına ihtiyaç duyulan meseleler bile önemli meseleler değildir.
Derken, Albay Joll, sınırdaki bu yerleşim yerine gelir. Albay Joll’ün ayırt edici ilk niteliği siyah camlı gözlük kullanıyor olması olarak verilir. Albay, bu çöl ikliminde gözleri koruduğu için bu gözlükleri kullandığını söyler. Onun geldiği yerde herkes bu gözlüklerden kullanıyordur. Dilerseniz biz bu gözlüklere karanlık yanın görünür olmasının metaforudur diyelim. Yargıç da bir süre sonra bu tip gözlük kullanmaya başlayan insanların çoğaldığından bahseder.
Albay Joll’ün bu sınır yerleşkesine gelme nedeni, imparatorluğa karşı girişileceği söylenen bir barbar saldırısını araştırmaktır. Diğer yandan hırsızlık suçuyla orada bulunan bir baba ve oğlu da bu konuyla ilgili sorgulamaya karar verir. Bu sorguların sonucunda baba işkenceyle öldürülür. Yargıcın bu olaya karşı tavrı, ölü babanın hemen ortadan kaldırılmasını istemek olur. Olanları onaylamıyordur ama bu konuda bir şeyler yapacak hali de yoktur.
Albay Joll, yanına oğulu alarak barbarlara doğru sınır yerleşkesinden ayrıldığında, yargıç olacaklardan habersiz kendi hayatına çekilir. Çok geçmeden Albay Joll döner. Dönüşünde esir olarak yanında getirdiği barbarlar (bu kimseler aslında göçebe çiftçi ve balıkçı halkların insanlarıdır) vardır.
Sınır yerleşkesinin olmayan hapishanesi yerine barbarlar bir avluya koyulur. Günümüzde yakalanan mülteciler de benzer yerlere koyulmuyor mu?
Saldırı yapacakları şüphesi kisvesine büründürülerek toplanan bu insanlarla sınır yerleşkesi insanları arasında, imparatorluk emelleri olmasa, her şey süt liman kalacaktır. Getirilen insanlarla, sınır insanları arasında hiçbir sorun yoktur. Sınır insanları, bu insanlara yemek ve su vermekte, barbar olduğu söylenen insanlar da sakince beklemektedir.
Çok geçmeden Albay Joll, sadist doğası ve düşmanlık bilincinin yansıması olan sorgularına başlar. Bu işkenceler sonucunda, getirilenlerin bazıları ölür. Albay raporunu sunma gerekçesiyle oradan ayrılır. Yargıcın tavrı yine değişmez. Olanları görmezden gelmeyi seçer. Adamlarına, kalan insanların gönderilmesi ve tüm izlerin yok edilmesi, avlunun tekrar eski haline getirilmesi emrini verir.
Kalan
Günler sonra sınır yerleşkesinin sokaklarında bir dilenci kızla karşılaşır.
Başak Çeliktemel şöyle aktarır sonrasında olanları, “Ayakları kırılmış, kör bir kıza iş verir ve kendini onun bakımına adar. Bununla da yetinmeyecektir; gölü, çölü, bataklıkları ve dağları aşarak onu insanlarına teslim edecektir.” Bu aktarım, olanları bağlamından çıkaran bir bakış içeriyor. Çünkü Yargıç, Albay Joll ya da daha sonra gelen birliklerin kumandanı gibi işkenceyi içselleştirmiş bir cani olmasa da yaptıkları kızın yaralarını onarmaya adanmış davranışlar olarak da okunamaz. Buyurun, kızla karşılaşmasından sonra olanlara beraber bakalım.
Yargıç, kızla karşılaşmasının ardından onu evine götürecek ve onun ayaklarını yıkamaya başlayacaktır. Bu ilk zamanlar, kızın ayaklarını yıkarken yerde uyuyakalır. Daha sonraki günlerde onu yıkamaya ve onunla uyumaya başlar. Sınır yerleşkesinin yargıcı, hakkında söylentiler çıktığına emindir. Kızın kim olduğu, aralarındaki yaş farkı ve ilişkileriyle ilgili konuşulduğunu tahmin etmektedir. Kızın onun yanında ne işi vardır? Bu nedenle ona bir iş ayarlar. Ritüellerine devam etmekte ve bir yandan da kızı anlamaya çalışmaktadır. Kızı üzen sorular sorar. Kendisi beklediği cevapları alamamaktan üzülür. Genç bir adam olmamasına kafayı takar. Yaşananlar ve yaşamak istedikleri onu sıkmaktadır. Bir süre sonra da hayat kadınını ziyaretlerine geri döner. Kendi soru ve sorgulamalarından yorularak kış başında başlayan bu süreci, kışın bitimine dek sürdürür.
Yolculuk
Havalar uzun bir yolculuğa çıkmaya imkân tanıyınca bir grup adamıyla kızı barbarlara götürmek üzere yolculuğa çıkar. Aslında bu yeni kararı da, görmezden gelme ve yüzleşmek istemediği şeylerden kaçma tavrının bir yansımasıdır. Albayın gelişiyle ve yaptıklarıyla suya bir taş atılmıştır ve o suyun durulmasını beklemiştir. Kızla karşılaşması da suya atılan ikinci taştır. Suyun yeniden durulması için ondan kurtulmalıdır.
Kitap içinde ayrı bir bölüm olarak okunabilecek ve ustalıkla yazılmış yolculuk bölümü etkileyicidir. Çıkılan bu zorlu yolculuk bir grup barbarla karşılaşılana kadar sürer. Kızı kabilesine götürmesini barbarlardan istemeden önce kıza kendisiyle geri dönmesini söyler. Dileği, kızın kendisiyle kalmasıdır. Böylece, kendi davranışları meşrulaşacak ve onun gizli sömürüsü de onaylanacaktır. Kız geri dönmeyi istemez. O, yargıcın yanındaki “rahat!” hayatındansa kendi kabilesinin yanına dönmeyi istemektedir. Yargıç, bu karardan hoşlanmasa da karşı çıkmaz. Belki karşılaşılan barbarların yanındaki güçsüzlüğündendir bu kabulleniş belki de kızın kararına duyduğu saygıdan.
Dönüş
Yargıç ve adamları geri döndüğündeyse onları tatsız bir sürpriz beklemektedir. Sınır yerleşkesindeki imparatorluk askerleri değişmiş; yeni gelenler, barbarlara kızı götürmesini bir işbirliği olarak algılamış ve uygunsuz davranışlarından dolayı onu sorgulamaya karar vermiştir. Gücü ve yetkileri elinden alınır. Buna karşı çıksa da başarılı olamaz.
Karşı Çıkış
Albay Joll yeniden barbar avından döndüğünde, halkın önünde barbarlara kötü davranır. Onları dövdürür. Halk eğleniyor görünmektedir. Adamlarının ardından halktan bir kızdan da barbarları dövmesini ister. Yargıç bu duruma öfkelenir ve artık dayanamaz. Onların ahlaklarını bozduklarını haykırır. O, albay ve adamları gittiğinde ahlakı bozulan ve insanlığını kaybeden bu halkla kalacaktır. Yargıç düşmanlaşan bir toplumda kimsenin eskisi gibi ve rahat olamayacağının farkındadır. Karşı çıkışı o kadar haklıdır ki insanın içini titretir.
“Baskıya başkaldırmayan kişi kendine karşı adaletsizdir.” der Cibran. Barbarları Beklerken’in yargıcı da kendine karşı daha fazla adaletsiz olamayacak noktaya geldiğinde başkaldırmayı seçer. Şimdiye kadar sürdürdüğü hayatın sakinliğiyle, Albay Joll ve adamlarının gidici, kendilerinin kalıcı olduğunun bilinciyle sessizliğini korumuştur ama artık ortada ne bu rolün nimetleri ne de böyle devam ederse rahat yaşanan bir hayat kalacaktır.
Sorgu için Albay Joll’ün karşısına çıkarıldığında da ona, asıl düşmanın onlar olduğunu ve iğrenç işkenceciler olduklarını haykırır. Bu okurun içini rahatlatmak dışında bir şeyi değiştirir mi? Hayır. Kendisi bir tutuklunun haklarından bile mahrum bırakılmış bir ötekidir artık.
İşkencecilere işkenceden sonra nasıl yemek yiyebildiklerini sorduğunda da suçlanan kendisi olur. Maalesef ki insanlık tarihi de böyle olaylarla doludur. Belirsiz bir kıtlık ortamı ve korkuya dayalı şiddet yeryüzünde kol gezer ve düşmanlık da öyle. Savaşlar böyle doğar. Küresel sömürü çarklarını böyle işletir.
Sonuçta
En sonunda barbarlar, albay ve adamlarını korkutarak kaçırır. Ortada mağdur olmayan kimse kalmamış gibidir.
Coetzee’nin büyük başarısı tüm bunları görünür kılmasında yatar.
Roman deyip geçmeyin dostlar, varsa fark etmeden taktığınız kara gözlükleriniz, çıkarın derim. Rengarenk ve dostça bakın dünyaya. Başkalarının çıkarları uğruna birbirine düşman olmaktansa dünyayı daha yaşanılır bir dünya kılmaya çalışmak da mümkün. Bir aradalığın iyiliğine olan güvenle sağlıcakla kalmanızı dilerim.
Alıntılar ve yararlanılan kaynaklar:
- J. M. Coetzee, Barbarları Beklerken, Çeviren: Dost Körpe
- Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/J._M._Coetzee
- Başak Çeliktemel, Barbarları Beklerken: Barbarlara Muhtaç İmparatorluk, 12 Ocak 2025 Pazar,
- Birikim Dergisi: https://birikimdergisi.com/guncel/11939/barbarlari-beklerken-barbarlara-muhtac-imparatorluk
- Halil Cibran, Ermiş.