Altı Mayıs’a kadar Endless Art Taksim’de devam edecek olan segideki sanatçı dostlarla bir araya geldik. Harika sohbetler çıktı, buyrun yazımıza. Söyleşimize Mehmet Can Gürsoy ile devam ediyoruz.
Mehmet Can merhaba, bizi de doğum sancısı içine çektin şimdi neyi doğurmalıyız diye düşünürken, bize neler söylemek istersin çalışmanla ilgili olarak?
Mehmet Can – Sancı, bir değişim sürecinin başlangıcı, ortası ve sonucudur. Bu yüzden bir ömrün sancısı ana rahminden çıkışla başlar ve ivmesi daha da artarak ölümle son bulur.
İçsel tapınağımızda yani bedenimizde mi olup bitiyor her şey, bir fikir doğurmak ya da bunun sancısı nasıl bir şey olabilir? Neler söylemek istersin bizlere?
Mehmet Can – Bir fikir veya duygu ortaya çıkarken cennetin ve cehennemin olduğu bir kaosun içine düşeriz. Sürekli bir hamile kalma ve doğurma döngüsü de bu kaosun tam merkezindedir. Buradaki sancının izleri içsel tapınağımızda yani bedenimizde görülür lakin bedenin yaşadıkları aynı zamanda vicdanın yani ruhun yaşadıklarıdır.
Doğum, doğurma dişil bir enerji ifade bizler için. Bu anlamdaki tercihin nasıl oldu? Bu sancının bir cinsiyeti var mıydı senin için?
Mehmet Can – Doğurmak: Biriktirdiğini kusmak, iyi ve kötü olanı dışarı çıkarmak ve aynı zamanda içtekini dışardakiyle paylaşma yöntemidir. Cinsiyet konusuna gelirsek, “Doğum Sancısı” resminin oluşum sürecinde dişil bir enerjinin etkisi olduğu doğrudur ancak resim tamamlandığında bu oluşum daha amorf, cinsiyetsiz bir “varlık” aşamasına geçti.
İnsan yaşamı suyun içinde başlıyor, belki de bütün yaşam suyun içinde … Su elementini seçmendeki tercihin ne oldu? Doğurduğumuz şeyin suyla bir alakası var mıdır, ne dersin?
Mehmet Can – Bütün sorun ve çözümlerin suyun içine yerleştiğini düşünün, hayat boyu yer değiştiriyorlar, halden hale geçiyorlar ve kendinde olanı dışarı yansıtıyorlar… Su, insana kendisini anlaması ve bilmesi için doğa tarafından verilmiş önemli bir armağandır. Bir diğer açıdan da bakarsak, doğurmak isteyip ve aynı zamanda istemediğimiz şey de kendimizizdir.
Tarih boyunca dişinin doğurmasına birçok anlamlar yüklenildi. Çeşitli inanışlar yükseldi toplumun içinde, sanatına böyle bir konuyu taşıyarak neyi görmemizi istedin?
Mehmet Can – Resmimde, dişinin doğurması gerçeğini sadece anlatıma yardımcı bir öge bir tasvir olarak ele aldım. Toplumsal bir algının veya dişiliğin bu resim üzerinde dolaylı olarak bir etkisi var sadece; sonuçta duygularda cinsiyet söz konusu değildir. Asıl amacım konunun daha net anlaşılmasını sağlamak, içsel değişimi ve duyguların dışarı atılmasını göstermekti.
Çalışmanın bildiğimiz anlamda bir gözü, suratı, yüzü yok. Nerede bunlar! Diye sormak geliyor içimden, içsel gözümüz ya da içsellik hali midir yüzü belirtmemek?
Mehmet Can – Çok doğru bir tespit. Gözlerin olmayışı benim için önemli bir karardı. Suratın da amorf halde kalmasına yol açtı bu karar. İnsan içsellik halindeyken fikir ve duygular, olumlu veya olumsuz imgelere bürünebilir. Bu bir kaos ortamına benzer.
Biraz da “Üçleme” hakkında soru sormak istiyorum. Üçleme yapmak için kullandığın ikilemeden biraz konuşalım. Aslında ortada bir teklik var, tekliğe dualiteden gidiyoruz. Bu kavramları nasıl kullandın çalışmanda?
Mehmet Can – Doğada, her şeyi kapsayan makro bir boyutta, bütün yaratımlar tek bir organizmadır. Fakat, yaşamı makro düzlemden algılayamadığımız için dualite yoluyla veya bölümleyerek anlayabiliyoruz. “Bir olmak” resminin bir üçleme olmasının nedeni de budur.
Son olarak bize söylemek istediğin bir şey var mıdır?
Mehmet Can – Henüz tam olarak anlaşılmamış doğayı, yarım bırakılmışlığımızı ve değişmek mecburiyetinde olduğumuz gerçeğini hatırlatmak isterim. Yaşam, sancı döngüsü içinde olumlu veya olumsuz bir şekilde hareket ediyor ve her şey normalmiş gibi gözükse de ancak gerekli çabalar harcanırsa kendimizi tam anlamıyla gerçekleştirebilir ve sancı döngüsünü sona erdirebiliriz.