Dünyanın dört bir yanında çiftçiler meydanlarda seslerini yükseltiyor. Peki neden? Çünkü toprağın gerçek sahipleri, artık daha fazla susamıyor. Çığlıkları dünyaya yayılıyor, kulak veren var mı?
Çiftçinin cebindeki delik büyük. Mazot, gübre, tohum… Maliyetler uçuyor, ama ürün fiyatları yerinde sayıyor. Haliyle çiftçi de düşünüyor: “Üretmesem, parayı faize yatırsam daha mı iyi?” Kısa vadede haklı gibi görünebilir, ama toprağın ruhu sadece para kazanmaktan ibaret değil; üretmek, yaratmak gerek.
Toprağa dönmek, geleceği yeşertmek gerek. Çiftçiler sadece ekonomiyle değil, doğanın hışmıyla da mücadele ediyor. Aşırı sıcaklar, kuraklık, seller… Bir yılın emeği, tek bir fırtınada yok olup gidiyor. İklim değişikliği, tarımın dengelerini alt üst ediyor. Şimdi tarımda yeni bir dönem var: Hayatta kalma mücadelesi.
Tarım politikaları? Tam bir trajedi. Devlet destekleri büyük şirketlerin kasasına akarken, küçük çiftçiler kendi yağlarında kavrulmaya çalışıyor. Ama artık yeter! Küçük balık da isyan ediyor, çünkü köşeye sıkışmış durumda. Ve herkes biliyor ki, bu oyunun kuralları acımasız.
Borçlar çiftçinin omzunda devasa bir yük. Kredilerle ayakta kalmaya çalışıyorlar ama geri ödeme? Tam bir çıkmaz sokak. Borç batağı öyle bir hâl almış ki, bazıları için bu yükten kurtulmanın yolu kalmamış. Bu acı gerçekle yüzleşmek zorundayız: Borçlar, çiftçilerin yaşamını tehdit ediyor.
Toprak ve su, çiftçi için her şey demek. Toprak, sadece geçim kaynağı değil; yaşamın, kültürün, geleceğin temeli. Ama büyük şirketler gelip bu toprakları ellerinden aldığında, çiftçiler köşeye sıkışıyor. Su kaynakları ticarileştiğinde, isyan etmekten başka çare kalmıyor. Çünkü toprak ve su olmadan, hiçbir şey mümkün değil.
Çiftçilerin isyanı, sadece onların değil, hepimizin meselesi. Onların toprağa döktüğü alın teri, hepimizin geleceği. Bu çığlığı duymazsak, toprağın ve emeğin değersizleştiği bir dünyada yaşamak zorunda kalabiliriz.
Farkında mısın? Fark et isterim.