Daha Çok İnandığın Zaman Daha Az Uyursun.Futurizasyon uzmanı ve işletme stratejisti Eren Yağmuroğlu, Bilişim Sistemleri Yönetimi bölümünden mezun oldu. İstanbul doğumlu yenilikçi, sanatçıların marka ve pazarlama konseptlerini kendi yöntemlerini kullanarak geleceğe yöneltmek için Los Angeles’ta Maxfield & Parrish ve İstanbul’da Heminngway’i kurdu. Aynı yıl Harvard Business School’da HBX CORe programına katıldı. Yağmuroğlu, Akademi Üyesi olarak Recording Academy Grammy’s / Los Angeles’a katıldı. Tanışma fırsatı bulduğum en alçakgönüllü, kibar ve kendini işine adanmış bir insan.
Öncelikle, merhaba.
Merhabalar.
Nasılsınız?
Çok teşekkürler. Memnun oldum, iyi ki geldiniz.
Zaman ayırdığınız için ben teşekkür ederim.
Rica ederim.
Mesleğinizin kapsamına değinmeden önce, biraz sizden bahsetmek isterim. Mesleğinizle nasıl buluştunuz, sanat ile yollarınız nasıl kesişti? Bunlardan bahsetmek ister misiniz?
Aslında uzun yıllardır gitar ve elektronik gitar önde olmak üzere, müzik ile ilgileniyorum. Gençlik yıllarımdan beri sanat hayatımdan hiç eksik olmamıştır ve her zaman da ön planda olmuştur. Lisenin son yılında; Lisenin son yılında; Berklee Music College’da Jazz kompozisyon sınavlarına girdim ve kabul edildim ancak çeşitli nedenlerden dolayı eğitimime müzikle devam edemedim.
Ancak bu durum sizi durdurmadı.
Her ne kadar bu durum motivasyonumu düşürmüş olsa da müzik ve sanat ile hayatıma devam etmek istediğimden emindim. Yine de misyonumu tam olarak kavramış değildim. Her daim içeride hissettiğim patlamaya hazır bir volkan vardı; bazı şeyleri değiştirmek isteyen, bazı şeyleri çözebilmek isteyen. Bu da insanın hayatında evrime uğrayarak gelişen ve olması gereken yere varan bir olgu. Şu an otuz beş yaşındayım ve hala bu olgunun olgunlaştığından emin değilim. Belki de bir on sene sonra çok daha olgunlaşmış ve çok daha etkin düşüncelere sahip olacağım.
Bulunduğunuz noktada misyonunuz nedir?
Bulunduğum noktada misyonum, sanatın disiplinler arası etkinliğini kullanarak insanlara ulaşmasını sağlamak. Eğer insanlara resim sanatını, heykel sanatını, müziği, edebiyatı, dansı ve diğer alanlarını dokunabilecekleri noktalara getirebilirsek; sanat ile temasın sağlanması ile nezaketi, inceliği yaygınlaştırabiliriz. Açıkçası bunu düşünmek bile beni mutlu ediyor; etrafta nazik, incelikli insanlar görmek harika olur. Bu kesinlikle bir aristokrasi boyutunda değil, tam tersine halkın her kesiminden, dünyanın her noktasından sanat aracılığıyla nezakete ulaşabilmek. Nezaket ve hassasiyet artık dünyanın her noktasında önem kazanmış durumda. Özellikle bizim jenerasyonumuz ile başlayan, dünyanın sınırlarını asmak ve ayrımcılığın minimuma indirilmesi ve hatta bitirilmesi durumları mevcut. Artık devletlerden ve ya büyük kurumlardan ziyade bireylerin teknoloji aracığıyla büyük değişimler yaratabildikleri bir dönemdeyiz. Bu gelişmeler de bana bu misyona tutunmamda yardımcı oldu.
Global olarak teknolojik ve hümanist değişimler yaşıyoruz. Sizi nasıl yönlendirdi bu durum?
Bir bilgisayar arkasından bu değişimlere ayak uydurabilir miyim, hangi araçları kullanmam gerekir, sanatı insanlara nezakete ulaştırmak için bir araç olarak nasıl kullanabilir gibi sorulara zaman içerisinde itildim. Bu sorular da beni sonunda sanatın teknik yönlerine taşıdı. İnsanların sanata ulaşabilmesi için; sanatı çok iyi bir şekilde halka, tüketiciye, potansiyel tüketicilere ulaştırmak gerekiyordu ve bunun içinde çeşitli teknik çözümlemeler yapılması gerekiyordu. Bir serginin açılışını, bir gösterinin başladığını, bir müziğin yeni platformlarda bulunduğunu, bir oyunun konusunu anlatabildiğimiz takdirde; çocukları, gençleri, orta yaş grubunu ve hatta altmış beş yas üstünü salonlara getirebilir, kitap sevdirebilir, sanatla yakınlaştırabiliriz.
Bu devletlerin de tutumunu değiştirecektir.
Elbette. Yapmamız gerekeni yapabilirsek; devletler sanata global ölçekte destek vermek isterler ve sahne sanatları örgütlerinin sürdürülebilirlik korkusu kalmaz. Bir şehirdeki opera binasının kapatılması, bir galerinin sergi yapamayacak duruma gelmesi, aslında zincirleme olarak büyük bir problemin habercisi haline geliyor. Düşünün; sanatçılar sanatlarını yapmaktan mahrum olacaklar, kazanç elde edilemeyecek, yatırımlar azaltılacak, daha fazla sanat merkezi kapanacak, daha az sanat oluşacak. Hiçbir devlet bu tür bir toplumla ilgilenmeyecektir. Haksız mıyım?
Kitlenize neler vaat ediyorsunuz?
Topluluk yönetimi etkinliklerini gerçekleştirirken, izleyicinin önemli anlara tanıklık edeceği deneyimler hakkında bir hikaye anlatma konsepti oluşturuyoruz. Bu teknik taraf olmasına rağmen, bizim için asıl önemli olan duygusal tarafıdır. Bu nezaket ve inceliğin yanı sıra disiplin misyonumuzun sözüdür. İnsanlar disiplinli bir şekilde, kendi görevlerine bağlı kalarak çalıştıklarında; maddi ve manevi getiri elde edebilirler. Özellikle de “Sanattan kazanamazsam başka bir meslek seçmeli miyim?” sorusu ortadan kalkar. Kendinize sorun lütfen; sağlığınızı mutsuz bir doktorun elinde bırakmak ister misiniz? Herkesin sevdikleri ve ait oldukları işleri yapmasına izin verin. Eğer bu sanat ise, burada da sürdürülebilirlik sağlanabilir. Umarız, bu ilginç zamanlardan sonra; devlet politikaları, hassasiyet algısı ile büyük bir küresel gelişmeye yol açarak değişecektir.
Biraz da okul hayatınızdan bahsetmek isterim. Farkındayım, daha önce birçok kez karşılaştığınız bir soru bu.
Evet.
Özellikle altını çizmek isteme nedenim ise günümüzde bir çok genç başaramama korkusuyla ya da başaramamaya dair olan inançlarından ötürü bir çok seçeneği değerlendirmiyorlar. Sizin okul maceranız bu kümenin dışında kalmış durumda; kendi içinizdeki algıları kırarak yolunuza devam etmişsiniz. Bu maceranıza nasıl başladığınız ve sizi nasıl değiştirdi?
Doğruyu söylemek gerekirse, akademik olarak çok başarılı bir insan olduğumu düşünmüyorum. Hatta çok başarılı olmadığım da net. Aldığım eğitimde akademik bir başarı sağlayabilmem için, aldığım eğitimlerin benim karakteristik özelliklerime göre biçimlendirmem gerekmekteydi. Bu durum sadece benim için değil, herkes için geçerli. Kapsül halinde, herkese aynı şekilde verilen bilgilerin aslında her öğrenciye göre, daha küçük sınıflarda, daha spesifik biçemlerde öğretilmeliydi. Tabii ki, temel bilimlerin, tekrarlamamız veya öğrenmemiz gereken günlük bilgilerin yanı sıra. Örneğin, son zamanlarda üzerinde çalıştığım dijital sanat yaratmanın yeni bir biçimini anlamak için trigonometri çalışmam gerekiyor. Öğrencilerin kişisel eğilimlerini göz önünde bulundurarak bir öğretim sistemi oluşturulmalı ve kurulmalıdır, ancak bu fırsatlara ve bu eğitim vizyonuna sahip değildik.
Hala da sahip değiliz.
Maalesef ki… Yine de bana büyük katkılar sağlayan eğitimler aldım. Ailemin desteğiyle, kendime dair harika yollar keşfetme cesaretini veren, muhteşem öğretmenlerle çalışma fırsatı bulabildim. Kıbrıs’taki bir kolejden mezun olduktan sonra daha önce bahsettiğim gibi Berklee College of Music’e başvuruda bulundum. Kazanmama rağmen gidememek benim için hayal kırıklığı olmuştu çünkü oraya gittiğim anda bir çok soruma cevap bulabileceğime inanmıştım. Berklee’yi bir basamak olarak kullanıp Dream Theatre’a ya da Metallica’ya girmek gibi hayallerim vardı.
Hepimizin benzer hayalleri oluyor.
Tabii hayatın gerçeklerini görünce, her şeyin hayallerdeki gibi olmadığını anladım. Bu üzüntüyü bir süre yaşadıktan sonra, bu durumun dünyanın sonu olmadığına kanaat getirip, nihayetinde bu durumla mücadele etmeye karar verdim. Ardından, bilgisayar destekli eğitimin moda olduğu, Girne Amerikan Üniversitesi’nde Bilgi Sistemleri Yönetimi üzerinde lisans eğitimine başladım ki o yıllarda bilgisayar temelli eğitimler yeni yeni revaçtaydı. Lisanstan sonra aynı alanda yüksek lisansa başladım ancak yarıda bıraktım. İstanbul’a gelip uluslararası ilişkiler kurmaya istekliydim. Bu nedenle İstanbul’a yerleştim. Ofisim İstanbul’da olmasına rağmen uluslararası ilişkiler yürütmeye başladım.
Ama bununla yetinmediniz.
Aldığım üniversite eğitimi, düşündüğüm ve istediğim üniversite eğitimi değildi tam olarak. Öğrenmem gereken ve öğrenmek istediğim bazı alanlarda eksik kalıyordum. Bu da bende dinmek bilmeyen bir öğrenme açlığı duygusuna neden oluyordu. Ben de Ivy Ligi okullarına internetten bakmaya başladım. Durmadan, iç çekerek bu sekiz okulun sayfalarında dolaşıyordum. Niye olmuyor diye kendi kendimi yiyordum. Bu sayfalarda yaklaşık altı, yedi yıl geçirdim. Bir gün durup, neden denemiyorum dedim. Artık dünya değişiyor ve eskisi gibi olmayabilir diye düşündüm. Bakarken kendimi Harvard’ın sayfasında ardından Harvard İşletme Okulu’nun sayfasında son olarak da başvuru sayfasında buldum. O sırada HBX-CORe isimli bir program ilgimi çekti.
Nedir bu HBX-CORe programı?
Yüksek lisans programından belirlenmiş olan üç dersi kredili ve ya kredisiz olarak tamamlayarak, sertifika alabiliyorsunuz. Eğer ki yüksek lisansa devam etmek isterseniz de bu dersler kredili olarak sayılıyor. Harvard’ın sayfasında da şöyle bir ibare ile karşılaşıyorsunuz; belgeler ve yüksek notlar gereklidir ancak bize bir mektup yazmanız da yeterli olabilir. Biz okul olarak dünyayı değiştirmek isteyen insanlar arıyoruz. Ben de okula gerekli belgelerin yansıra, misyonumu anlatan bir mektup yazarak CORe programına başvurdum ve bir hafta sonra da kabul edildim.
Cesaretiniz için tebrik ederim. Bu CORe programı sizin için nasıl bir tecrübeydi?
CORe programının disiplininde olan vaka çalışması temelli eğitim sistemi çok yararlıdır ve sistemlerinin teknolojik / pedagojik gelişmeleri çok ilgi çekicidir. Bahsettiğim üç sınıftan ikisinde başarısız oldum ve sadece bir tanesinden geçtim. Sertifikayı alamadım çünkü ortalama olarak geçer not alamadım. Bunu üzerine profesörlerimden biriyle tartıştım; “Akademik bir başarıya sahip değilim; bu dersleri geçemedim. Bu bölümün benim için olup olmadığını bilmiyorum, nasıl devam etmeliyim?”
Gerçekten de zor bir tercih.
Bu benim seçimime kalmıştı; buradan mezun olduktan sonra, benim gibi bir girişimci olan birinin şirketinde CEO olmak ister miyim, yoksa kendi şirketime CEO’um olarak bir Ivy League mezunu atamak ister miyim? Böylece kendi işime devam etmek istediğime karar verdim. Ayrıca, eğitim sistemi de daimi devinim halinde. Bir kişi herhangi bir alanda kendini yetersiz hissederse, bu konuda bu okullarda paket eğitimlerini tamamlayabilir ve yoluna devam edebilir. Örneğin; gelecek sene katılacağım kapsamlı bir eğitim olacak. Bu üç günlük programda, birçok bölgeden insanlarla tanışarak; nasıl başardıklarını , nasıl özgürleştiklerini, dünyayı nasıl değiştirmeye çalıştıklarını; tartışacağız. Özellikle yaşadığımız dönemde eğitim, insanların yaşamlarında farklı şekillerde kesintisiz bir şekilde devam etmekte.
Bu programların üniversitelerin sabitleşmiş olan eğitimlerini değersizleştirdiğini iddia edebilir miyiz?
Bu, üniversite eğitimini değersiz kılmak değildir ancak birçok şirkette, kendilerini birçok alanda kişisel olarak geliştiren kişiler tercih edilebilir; kendi müfredatını oluşturarak, kurumlara bağlı kalmadan kendini sürekli olarak geliştiren bireyler; kurumlarda erişilemeyen bilgileri harmanlayarak bilgi ve yorum mekanizmasını geliştirebilen bireyler. Bunların hepsi, insanlara belirli duyguları, düşünceleri hatırlatılması ile özgürleştirilmelerini sağlar. Aynı şekilde dikkate alınması gereken analitik ve matematiksel hususlar da vardır. Toplumu incelemek, alışkanlıklarını anlamak ve yorumlamak için bu teknik bilgilerin toplanması ve akademik olarak öğrenilmesi gerekir. Bu nedenle, bu görevi değerli keşifleriyle desteklemek için her zaman akademik kurumlara ve akademik personele ihtiyacımız olacaktır.
Bu değişimler bizi nereye götürmektedir?
Değişimler bizi başarıya götürecektir. Başarı benim hayatımda her zaman özgürlükle eşdeğerdir. Başarıyı finansal kazançlarla ve ödüllerle ölçmek yerine özgürlük ile ilişkilendirmeyi tercih ederim. Ne kadar istediğimiz hayatı yaşayabiliyorsak, ne kadar kendi kararlarımızı korkmadan verebiliyorsak, o kadar başarılı bir hayat sürdürüyoruzdur. Amacım bunu insanlara açıklamak.