Dünya üzerindeki her ülkenin almak ama vermemek istediği ortak konuların başında, beyin göçü geliyor. Nüfusu yaşlı ama ekonomisi güçlü ülkeler, bu gücü kaybetmemek için avantajlı eğitim ve göç politikaları ile birçok genci ülkesine çekiyor. Bu kalifiye göç modeli, birçok ülkede uzun yıllardır gündemde bulunuyor. Kanada gibi ülkeler, yaptığı politikalarla, çokça beyin göçü almayı başarıyorken ve bunun için uğraşıyorken, Türkiye’de durum nasıl işliyor?
Türkiye, verdiği kadar beyin göçü alamıyor!
Türkiye, her yıl birçok yabancı öğrenciye kapılarını açıyor eğitim için. Peki sonra ne oluyor? Hiçbir şey… Bu göçler genellikle eğitim sürecinde devam ediyor ve sonrasında son buluyor. Tabii, gelenlerden kalanlar da olmuyor değil, fakat Türkiye’nin verdiği ve vereceği beyin göçü miktarı, azımsanmayacak kadar çok miktarlara ulaşıyor.
Türkiye neden beyin göçü yaşıyor?
Bu durumun başlıca sebeplerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Baskı ortamı, engellenen ve engellenme ihtimali sürekli gündemde olan özgürlük alanı, kadına yönelik ikinci sınıf muamele ve şiddet, niteliksiz ve eşitsiz eğitim modeli, yüksek seviyelerden düşmeyen işsizlik oranı… Geleceğe karşı karamsar bir ortam çizen ve kolay kolay da düzelmeyecek gibi gözüken bu ortam içinde, düşüncelerini rahatça belirtemeyen, istediği nitelikte eğitim alamayan, eğitim alsa bile iş bulamayan, film izlediği sitenin bile bir kararla, kolayca kapatılabilecek olması durumu, genç yaştaki insanları dar bir alana mahkum etmiş durumda. Bu alan içinde sıkışan ve sesi çıktığı ilk an baskı ile karşılaşan bu insanlar, artık başka çıkış yolları arama peşine düşmüş durumda.
Üniversite sınavına hazırlanan genç insanlardan tutun, iş hayatına girmek için uğraşan insanlar, artık tek çıkış yolu olarak yurtdışını görüyor. Bu kaçış, maalesef yukarıda da saydığımız üzere sadece ekonomik temelli değil. Kısıtlanmış özgürlük alanı, şiddet, geleceğe karşı karamsarlık duyma, ülke değiştirme fikrini körüklemeye devam ediyor.
Sisteme karşı güvensizlik var
İnsanlar eskiden, çok çalışarak ve emek harcayarak bir yerlere gelebileceğini düşünüyorlardı. Fakat günümüz Türkiyesi’nde çok çalışmak, okumak ya da emek harcamak asgari ücreti geçmiyor. Üniversite okuyan ve öğretmen olan gençler, tekrar sınavlara sokuluyor, kazanmak için onlarca yıl bekliyor. Memur olmak, akademisyen olmak isteyen bir kısım insan ise isterse tam puan alsın, sistem içerisinde elenmekten kurtulamıyor. Bu durumun yarattığı güvensizlik ve adaletsizlik de göç etmenin başlıca unsurları arasında yer alıyor.
Bu durumu değiştirmek mümkün mü?
İmkanı olan herkesin eğitim ve çalışmak üzere yurtdışına çıktığı bu dönemde, tabii ki imkanı olmayan ve sadece hayal kuranlar da var. Fakat bu sıkışmışlık hissini yaşayan çok geniş bir kesimin aklında sadece, bir şekilde yurt dışına çıkmak yatıyor. Bu durumun değişmesi için öncelikle gerçekçi bir özgürlük alanına ihtiyaç var. Böyle bir ortamın yaratılması, şiddetin gerçek cezalar aldığı bir adalet sisteminin kurulması, tüketim toplumundan üretim toplumuna geçilmesi ve işsizlik oranının düşmesi, ilkokuldan üniversiteye kadar kaliteli ve ulaşılabilir bir eğitim modelinin kurulması refah bir ortam sunabilir ancak. Ve böyle bir ortamda yaşayan gençler geleceğe karamsar değil, umutla bakar. İşte o zaman beyin göçü veren değil, alan bir ülke olur Türkiye ve değişim başlamış olur.