Dünyanın binbir türlü hali var denir. Bazen bize tamamen yabancı ve olasılıksız gelen şeyler bazı insanların en büyük ve tek gerçeği olabilir. Mesela dünyanın bir köşesinde her gün masum insanların evleri bombalanıyor olabilir. Mesela savaştan kaçıp, yaşayabilmek adına evlerini terk eden, hayata tutunmaya çalışan insanlar denizin ortasında can veriyor olabilir. Mesela bir anne yeni doğmuş bebeğini isim bile koymadan ölüme terk etmek zorunda olsa da sistem buna boyun eğmesini gerektiriyor olabilir.
Brezilya’nın Alto do Cruzeiro isimli teneke kentinde, neredeyse 90’lı yılların sonuna kadar bir annenin kendisi için yapabileceği en tehlikeli şey bebeğine sevgi ve tutkuyla bağlanmaktı. Bu yüzdendir ki anneliğin bir iç güdü, doğal ve biyolojik yapılanmanın bir sonucu olduğu iddiası bebeğini ölüme terk eden ve yas tutmayan kadınlarca zayıflatılmıştır. Peki bu kadınların kalbi taştan mı? Teneke kentteki yoksulluk, sağlık olanaklarının yetersizliği, şeker plantasyonlarında sömürülen halkın uğradığı zulüm doğup yaşayabilen her bebeği bir savaşçı, başaramayan her bebeği ise melek yapmıştır.
60’lı yılların verilerine göre Brezilya’da her yıl 5 yaşın altında 1 milyon çocuk ölmekte; çoğu ishalden, aşırı su kaybından, beslenememekten ve çeşitli salgınlardan dolayı hayatını kaybetmektedir. Kadınlar genelde ya zenginlerin evinde ya da şeker plantasyonlarında çalışırlar ancak bebeklerini yanlarında götürmeleri olanaksızdır. Günlük 1 dolar kazançla bakıcı tutmanın da imkânı olmadığından bebekler evde yalnız bırakılır ve çoğu zaman yalnız başlarına ölürler.
Bu yaşam şartlarında anneler yeni doğan bebeklerine bir süre isim vermez, devlet resmi kayıt işlemlerini yapmaz ve bebeğin savaşçı mı yoksa melek mi olmayı seçeceği beklenir. Çoğu bebek vaftiz bile edilmeden gömülür. Kilise çanları belki de hiçbir yerde çalmadığı kadar çok çalar Alto do Cruzeiro’da.
Eski kilise melek bebekleri İsa’nın yanına çağırdığını, yaşayanların günahlarını temizlemek adına melek olduklarını söylemekte toplum ve anneler bu şekilde avuntu bulmaktadır. Yeni kilise kendini umudun kilisesi olarak adlandırmakta bebek ölümlerini kutsayıp kutlamamakta, kadınlara hasta bebekleriyle ilgilenmelerini söylemektedir. Kilise doğum kontrolünü, kürtajı ve sterilizasyonu günah kabul etmektedir.
Bazen evin bir köşesinde bir kardeşin doğum günü kutlanırken diğerinin küçük tabutu yer alır. Bölgede hepimizin bildiği doğum günü şarkısına bir dize eklenir: “Tebrikler savaşçı, bir yaşını daha görecek kadar yaşadın!”
Günümüzde bölge hâlâ fakirlik, uyuşturucu, çeteler ve cinayet gibi sorunlarla yüz yüze olsa da artık melek bebekler yok. Doğurganlık oranı aile başı 2,36’dan 1,9’a geriledi. Bu süreç Çin ve Hindistan’ın aksine devlet planlaması olmadan gönüllü olarak gerçekleşti. Kadınlar artık zenginlerin evinde veya şeker plantasyonlarında çalışmıyor, bebeklerini süt tozuyla değil anne sütüyle besliyorlar. Besin ve sağlık olanakları Alto do Cruzeiro için problem olmaktan çıktı. Bebek ölüm oranları ciddi şekilde düşüş gösteriyor. Artık isimsiz bebekler yok. Her hangi bir sebep yüzünden gerçekleşen ölümlerde bu sıradan ve beklenen bir olaymış gibi karşılanmıyor. Anneler bebeklerini isimleriyle anarken ölümün karşısında diledikleri gibi yas tutuyorlar. Bazılarımız için yas tutmanın, gözyaşı dökmenin bile lüks olduğu şu dünyada Alto kadınları ve bebekleri savaşıyor.
Antropolog Nancy Scheper-Hughes, Alto do Cruzeiro’da yapısal şiddetin, yoksulluğun ve yokluğun şekillendirdiği hayatı “Death Without Weeping” isimli kitabında anlatıyor. Konu hakkında daha detaylı bilgi isteyenler Hughes’un çalışmalarına göz atabilirler.
Kaynak: Death Without Weeping – Nancy Scheper-Hughes, Natural History