“Kahve istemem, teşekkürler; ben asla kahve içmem. Mümkünse çay alayım“ Bu söz dönemin İngiliz sofistike hanımlarına ait.
Geçmişte olduğu gibi bugün de kahve tutkunluğu ya da çay tiryakiliği pek çoğumuzda var. Kimimiz çayı daha çok seviyor, kimimiz ise kahve olmadan asla diyoruz. O zaman biraz geçmiş dönemlere yolculuğa çıkalım 18. yüzyıl İngiltere’sinde çay neden bir statü göstergesiymiş ve hangi fincanda içileceği ya da nasıl demleneceği neden bu kadar önem taşıyormuş? Bir geleneğe dönüşmüş olan beş çayı nasıl ortaya çıkmış? Kim Wilson’ın Jane Austen ile Çay Saati kitabında bu konuyu işlemiş. Hatta o dönemlerde yapılan kek ve özel çay tariflerine kadar her ayrıntı kitapta veriliyor.
Çay, 1600’lerin başında Avrupa’ya ulaşıyor ve aslında büyük tartışmaları da beraberinde getiriyor. O dönemdeki birtakım doktorlar çayın sağlığa çok yararlı olduğunu ve birçok hastalığı iyileştirici gücünün olduğunu savunmuş. Elbetteki bunun tersini savunan hekimler de çıkmış. Onlarda çayın öldürücü bir zehir olduğunu ve sağlığa çok zararlı bir içecek olduğu görüşünü savunmuşlar.
O dönemlerde çay, eczanelerde az miktarlarda satılmaya başlamış. Çayın insanın üzerinde bıraktığı etki ve fiyatının çok zengin kesimin alabileceği kadar pahalı olması çayın daha da popülerleşmesene sebep olmuş. Yine bu dönemde bazı Britanyalılar çayın bu kadar popülerlik kazanmasından memnun olmamışlar. Bir süre sonra çay, İngiliz birasının yerini almaya başlamış. Tabii bu durum en çok bira üreticilerini rahatsız etmiş ve çay aleyhinde propagandalar yapılmaya başlanmış.
1700’lü yıllara gelindiğinde ise Kraliçe Anne, sabah kahvaltılarında ağır alkollü içecekler yerine çayı tercih etmiş. Böylelikle çay İngiliz kahvaltısının vazgeçilmezi olmuş. O dönemde çay hizmetçiler tarafından da çalınmaya müsait olduğu için yemek odasındaki dolaplarda kilitli tutulurmuş. Ve çayı evin hanımı demlermiş. Bugün her markette çeşit çeşit türleri olan ve birçoğumuzun evinde öyle özenle kilitli dolaplarda saklamadığımız çayın bu denli korunması ilginç geliyor.
O dönemlerde yapılan çay partileri ve toplantılar da insanların sosyalleşmesini sağlarmış. Genelde akşam yemeği yendikten sonra çay toplantıları yapılırmış çünkü gün bitimi özel bir zaman olduğu için akşam yemeğinden bir, iki saat sonra da tüm aile bireyleri bir araya gelip, akşam çaylarını içerlermiş.
Ve 1800’lü yıllara gelindiğinde İngilizlerde sabah ve akşam yemeği olmak üzere iki öğün yemek yeniyormuş. 7. Bedford düşesi Anna, sabah ve akşam yemeği arasındaki sürenin uzunluğundan ötürü ikindi vaktinde bitkin düşer ve hatta bayılırmış. Bu yüzden saat beş civarlarında çay ve atıştırmalık bir şeyler hazırlatmaya başlamış. Bu, zamanla gelenek haline dönüşmüş, arkadaşlarla birlikte çay partileri düzenlenmeye başlanmış. Günümüzde de bir İngiliz geleneği olarak bilinen beş çayı bu şekilde ortaya çıkmış.
19. yüzyılın başlarında söylenen “The Tea” adlı şarkıdan;
Çay! Çay! Her Derde deva çay!
Siyahı, yeşili, karışığı, sertiyle güzel çay!…
Sinirleri gevşetip kalbimi yumuşattığından,
Düşünmem bir an olsun ayrı kalmayı ben ondan…
Ve ölüm bir gün gelip kapıma dayandığında,
Karşılayacağım onu bir fincan sert, leziz çayımla
Kaynak: Kim Wilson- Jane Austen ile Çay Saati
***Başlık Görseli cayaski.com sitesinden alınmıştır.