Gönül’e…
13 Mayıs 2016
“Dünyada yaşanan bunca zulme Tanrınızla birlikte göz yumup bana nefes almak için yer bırakmadınız. Oynayamadan ölen çocukların, işkenceyle yaşamı geçen hayvanların, dünyaya tahammül edemeyip gidenlerin varamadığı, olmayan yerde yok olmak tek isteğim…”
Bir mektuptu. Gönül böyle demişti. İçinde yutkunamayan bir çığlığın acısıyla daha fazla dayanamayarak. Çığlığını duyamadık. Daha nicesi gibi bir boşluk bırakarak, bir nokta koyarak veda etti. Gönül, şiddetsiz, sınırsız bir dünya düşünü yok sayan bir dünyada daha fazla duramadı. Çünkü varamadığımız belirsiz bir yer, akılla meşrulaştırılan bir şiddet ve varoluşun anlamsızlığı içinde bir sancı duruyor kalbimizde.
Ve sonra “Bu şiddeti yok edemediğim için kendimi yok etmeyi düşünüyorum” diyerek…
Gönül; bu dünya kalanlar ve gidenler arasında bir enkaz. Devletlerin, iktidarların ve tanrıların geleceğimize bıraktığı bir enkazdık. İşte bu yüzden enkazlarımızın varlığı için savaşı hayatlarımıza dayatanlar karşısında suskunluğumuzu yutarak durduk. Enkazlarımızı kurtarabilmek için. Geriye kalanlara bir neden bırakmak için. Evlere yenilgilerimizle geri döndük, hayata bulaşmış ve acı dolu döndük. Biz dururken evlerimize, başka yerlerde yaşamları yok edilenler, umudunu, hırpalanmış umudunu koruyabilmek, yaşatabilmek için bilmediği denizlerin sularında tüm düşlerini ülkelerini ve çocuklarını bıraktılar. Dünyaya sığınanlar ve sığınmayanlar diye ayrıldık haritalarda. Oysa hiçbirimiz istememiştik bu sınırı.
Bu düşü biz kurmadık. Karanlık üzerine yeminler etmedik. Bu düşü atalarımızın intikam yeminleri kurdu. Uykularımızda çocukların katledilen düşleriyle durduk. Dünya canı acıyanları anlamadı. Dünyaya ağlayınca ruhu açılır sandık canı acıyanların. Ama bir daha bir anlamı olmadı bunun. Nefret bulaşmamış bir geleceğe yol almaya çalıştıkça sessiz evler ve kayıp fotoğraflar durdu kapılarımızda. Bir daha eve dönmeyecek çocuklar kaldı kalbimizde. Kanla kurban edilen “bayramlarda” kutsadık yaşamı. Bir hayvanın bedeni üzerinde devletlerin hayatlarımız üzerindeki şiddetini kendi şiddetimizle birlikte kutsadık. Ama canımız acımadı gırtlağına bıçağı dayadığımız hayvanlara. Bu şiddetin bir parçası olmalıydık. Dışarıda şiddete uğrayan yaşamlar, içeride, duvarların arkasında ruhuna şiddet uyguladı. Bu şiddeti dillendirdik her defasında.
Gönül; direneceğiz dedik. Çünkü şiddetsiz bir dünya düşümüz vardı. Sınırsız ve bombasız bir dünya. Katil devletlerin yabancı cisimleri arasında bedeni parçalanmayacak çocuklar için durduk ayakta. Karanfilleri ve nergisleri yalnız bırakmamak için. Yoruldun Gönül. Biliyorum. Yoruldun ve uyumak istedin. Durup nefes alman gerekiyordu. Yaşamı anlamlı kılmak içindi bu direnişin. Bombasız sofralarda sömürüsüz yaşamı paylaşmak için tüm heyecanınla koşup geldin bu yüzden. Konuştun, güldün, bağırdın “Bombasız ve savaşsız bir dünya istiyoruz” diye.
Anlamı yaktılar Gönül. Anlam yakılanlarla kül oldu. Bir neden aramadılar insanlar evlerine ve kapılarına, döndüler sadece. Dönmek zorunda kaldılar. İsmiyle yok edilenler ismiyle anılmadı asla. Ve kalbin acıdı buna.
Gönül; dünyanın derinliği kalbimizi kuyularla sınadı. Kuytularla sınadı. Her fotoğraf kayıp hikâyesinin önünde durarak hesap bekledi devletten ama kimse sesini ulaştıramadı. Bir söz artık ulaşması gereken yere ulaşmadan kırılıyor uzun zamandır. Sabahların bir anlamı yok. Devlet gibi konuşuyoruz artık. Gittikçe devlete benziyoruz. Korkuyla yenildik düşlerimize ama bizim korkumuz bizden sonra gelecek çocukların da bu savaşın bir enkazı gibi durmalarından. Tarih bizi kırılmaz bir eşya gibi düşündü Gönül. Çok yanlış yerlerde durduk ve yanlış kelimelerin içerisinde anlatıldı acımız. Bir suyun suçuyla ve bir suçun ağırlığıyla…
Ama yine de nefret bulaşmamış bir geleceğe kadar direneceğiz yine de. Direnmenin anlamı bu değilse de.
Canımızın acıdıkları kalbimize bir ağrı gibi batarken, şiddetin dayatması olarak sunulan bu “kutsal “ yaşam ve varoluş sancısı bizi öldürmeye devam ediyor. Kalbimizdeki suçunun ağırlığı altında kalıyoruz. İçimizdeki çığlıklar bir sese dönüşmediği için. Bağıramadığımız için.
Gönül; bizden önce başlayan bir gelecekte uzun acılı bir gelecekte hikâyelerimizi arıyoruz. Çünkü bizden öncekiler gibi değiliz. Bizim düşümüz bu değil. Sınırları bilmiyoruz, kimliği tanımıyoruz. Soylarımızın devamı için yaşamı kutsayanların yanında değiliz. Bir bayrağa inanmıyoruz. Hiçbir canlıyı birbirinden ayırmadan canımız acıyor hayatlarımıza dayatılan bu şiddet karşısında. Çünkü yaşamın bir aidiyeti olmadığını iyi biliyoruz.
Ama kalbin acıdı ve hırpalandı Gönül. Varlığımızı şiddetin devamına adamamız için sorumluluklarımız var. Evlere doldurduğumuz ruhlarımız, yüksek korunaklı binalarımız, komşularımızın evindeki yangını kendi yüreğimize sıçratmamak için kapatıyoruz kapılarımızı. Sanıyoruz ki kayıp fotoğraflar sadece bir ağıt’ın bir yüreğin yarası. Acımızı bölüşmemek için uzak, yüksek sınırlarımız ve duvarlarımız var. Zayıf ve güçsüzler yaratıldı bu dünyada Gönül. Güçlülerin varlığı için durmadan bedenlerimizi, ruhlarımızı feda ettik. Ama sen kalbimizin naifliğini yağmalayan bu dünyada yinede direndin. Direndin ve dayanmaya çalıştın içindeki bu acıya. Bunun ağırlığıyla durdun. Denizlerde boğulan çocukların hüznüyle durdun, evlerdeki kayıp fotoğraflarla, bağırışları yüreğimizi, insanın acısı gibi etkilemeyen ve sağır kaldığımız bütün hayvanların çığlığını duymak için durdun. Evleri başlarına yıkılanlar için durdun, kimliği aşağılananlar için durdun. Fabrikalarda, madenlerde, tarlalarda emeği çalınanlar için durdun. Bedeni sömürülenler, hikâyeleri yok edilenler için durdun. Durdun ve direndin bunlar için. Çünkü bu düş savaşsız ve şiddetsiz bir düştü. Dünyanın bu düşünü yutmaması için direndin.
Sen bu savaşı kabul etmedin. Bu şiddetin bir parçası olmamak için mücadele ettin. Yeryüzünü aşkın yüzü kılmak için.
Gönül; yaşamı anlamlı ve şiddetsiz kılmak için çıktığımız yolda canımıza ağrılar battı. Gecelerde mor uykusuzluklar, yarım kalmışlıklar, hırpalanmış umutlar…
Karanfiller geçti içimizden, ezilmiş nergisler. Ölü çocukların düşleriyle bekledik hayatta. Bu düşleri yarım bırakmamak adına. Bizi yanlış düşündü tarih. Kırılmaz bir eşya gibi düşündü. Ama kırıldık. Kırıldık ve dağıldık milyon kere acıya. Tarih ve “atalarımız” enkazlar olarak bıraktı bizi bu geleceğe. Bir kimlik dayatıldı hayatlarımıza ve bu kimliğe hapsedilmiş bir isim yalnızca. Gelip geçmedi asla bu yüzden acı. Umutla beklediğimiz sabahların kapılarında acı evler düştü içimize. Bütün kayıp fotoğraflarda bir eksik yanımız vardı. Her sessiz evde kendi ağıt’ını yakanların bir parçasıydık. Devletin kutsadığı bayrakların enkazıydık Gönül. Kimse gözyaşının ağırlığını anlatmadı sessiz evlere. Ama sessizdi evlerimiz. Bu yüzden evlerimizin sessizliğini evlerimize anlatmadan dönemezdik bir daha evlerimize. Dönmedin.
Gönül; ardından, ardımızdan ve dünya düşlerimizi yutmadan…
Bizim acımıza ve senin yarım kalan düşlerine…
Oturup bir yangın yerinde küllerimize ağıt yakacağız.
Küllerimize ağlayacağız.
Belki her şey bizden sonra, bizden çok sonra her şey…
Devlet ve nefret bulaşmamış bir gelecekte…
Bizden çok sonra. Bizden daha çok sonra…
Devlet ve nefret bulaşmamış bir gelecekte…
Hoşça kal…