Kitle psikolojisi ve öfkeli grupların oluşumu
Esini 1967 tarihli Üçüncü Dalga Deneyi ya da Üçüncü Hare adlı sosyal deney olan Die Welle ayrışmayı, dışarıdakinin ve içeridekinin nasıl oluştuğunu anlatan keyifli bir filmdir. Film bir soru üzerine şekillenir “Günümüz Almanya’sında Führer türü bir diktatörlük tekrar kurulabilir mi?“. Sınıfın etnik, ekonomik gibi farklılaşmaları olmasına rağmen bu soruya herkesin cevabı nettir. Bu tür bir diktatörlüğün günümüz Almanya’sında oluşması imkân dâhilinde değildir, bunun için fazlasıyla bilinçlilerdir. Bu keskin cevap öğretmeni anlatmış olduğu “otokrasi” dersini uygulamalı hale getirmesi için cesaretlendirir. Deney böylelikle başlamış olur. Otokratik bir yönetimin araçlarına ihtiyaç duyulur doğal olarak.
İlk ve temel araç bir “liderin” varlığıdır. Bu sanıldığının aksine, hükmeden kişi tarafından ele geçirilen yetkilerdir. Bu türden yönetimlerin aracı olan katı disiplin kuralları, kontrol altında tutmak, aynı üniformayı giyinmek, kendilerine özgü bir selamlaşma şekli ve onları simgeleyen bir logonun oluşturulması durumu aşama aşama gerçekleştirilir.
Sıradan grupların otokratik yapılanmalara nasıl dönüşebileceğini anlatan film disiplin, birlik ve eylem aracılığıyla güç kullanmak, ortak üniformanın yok ettiği bireye özgülük (kişiliksizleşme), grup olma bilincinin kazandırılması, tek vücut olmak gibi psikolojik ve özgürlükten kaçış olgularını iyi bir şekilde işler. Bu gruplaşmaya genelde Erich Fromm ve Alfred Adler’ in “alıcı tip” ine sahip insanlar rağbet gösterir. Ezik, silik ve itilmiş karakterlerinden ötürü bağımlılık ve adanmışlık göstermeleri daha kolaydır. Yalnız başına var olamayan kendini tanımlarken bir gruba ihtiyaç duyan kişilerdir. Çoğu zaman grubun süreklilik arz etmesi uğruna fedai olmak için o irticai “cesareti” göstermekten geri durmazlar.
Birilerini dışarıda bırakmak
Bu grupsallığın kendi içinde yarattığı doğrular ve kendisini tanımlaması elbet dışarıda birilerinin kalmasına neden olacaktır (genelde düşman olarak nitelenecektir bunlar). Çünkü tanımlama sınır koymaktır, engellemektir, birtakım şeyleri dışarıda bırakmaktır, eksilmektir. Dışarıda bıraktıklarımızı bile bize benzerlik dereceleriyle ayrıştırırız. Tıpkı bir toprağın üzerine bir sınır çizip üzerindekilerle birlikte burası benim demek gibi. Orada yeni bir hayali düzen yaratmak gibi. Bizim kurallarımıza uymayanların dışlanması gibi. Eğer içeride kalacaksanız onlar gibi giyinmeli ve onlar gibi davranmalısınız, aynılaşmalısınız yoksa orada yaşayamazsınız.
Bi’şey var aramızda
Oysaki yeryüzündeki insan sayısı kadar cinsiyet bulunabilir; bir o kadar dil, inanç ve bir o kadar her şey. Ama bizim sınırlarımız birilerini engeller mesela hepimizin sadece kadın ve erkek doğmamızı ister. Haziranın son haftası dışarıda bıraktıklarımızın en renklileri bütün bu engellemelere karşı koyarak en sevda halleriyle buradayız ve alışın gitmiyoruz deyip meydan okuyacaklar. Hem kendilerine karşı nefrete isyan edecekler hem son derece yaratıcı pankartlarla onur dersi verecekler.
Kimliklerini konsolide etmek, grup içindeki ahlakın rasyonelleşmesi ve buna uymayanların bedelini ağır ödemesi gibi kitle psikolojisi ve sosyal psikoloji kavramları uçların ve tahammülü olmayanların farklı cinsel kimliğe sahip olanlara karşı sızlanmalarına, tehditler savurmasına neden olur. Onları genel ahlaka karşı çıkmak, var olan toplum ahlakını bozmak ile suçlar ve tanımlamış oldukları dini kurallara uymamak ile yargılayıp, engellemek ve bedel ödetmek ister. Bunun sonucunda tehlikeli saldırgan gruplara dönüşebilir. Tabi farklı cinsel kimliğe sahip olanlar bu hayali düzene ve aşırıcılığa en iyi cevabın karşıt bir örgütlenme ile verileceğini biliyor ve bu yıl bi’ şey var aramızda demeye geliyorlar. Son derece verimli bir haftanın sonunda son derece görkemli bir yürüyüşe yer veriyorlar, ayrışmaya değil birleşmeye davet ediyorlar.
Buyurun hep beraber bu aralar fazlasıyla renksiz olan hayatımıza biraz mor, biraz turuncu, biraz gökkuşağı katalım.