Toplum; iki kişi çiftleşip çoğaldığından beri artarak büyüyor. Ve cismin içindeki atomlar gibi; gözümüze göründüğü kısmıyla tekdüze ve hareketsizken içinde daima hareket halinde zerrecikler taşıyor. İnsanlık; sosyalizasyon sürecine girdiği günden beri, durmaksızın gerek ekonomik, gerek sosyal, gerek siyasi sebeplerle farklı hareketliliklere sahne olmuştur. Değişen siyasal, ekonomik, sosyal yapılar farklı özgürlük hareketlerine gebe kalmıştır. Ve özgürlük hareketleri bazen özerk bazen diğer özgürlük hareketleriyle iç içe geçmiştir.
Özgürlüğü temel problem edinmiş ideolojiler ve toplumsal hareketler içinde bu eylemsel “yoldaşlığın” izlerini sürmek mümkün. Emek özgürleşmesini problem edinen sosyalistler yollarının kadın özgürleşmesi ile de kesiştiğini fark ettiler. Hatta kadın özgürlüğünden önce “ezilen ulusların özgürlüğü” meselesini temel problemleri içine dâhil ettiler ve buna dönük mücadele stratejileri ve güncel politika üretmeye başladılar. Kadın özgürlüğü probleminin sosyalistlere bir problem olarak kabul ettirilmesi dahi feministler arasında kazanım olarak görülürken, kadına dair tahakkümün yalnızca kapitalizmin bir sonucu olduğunu savunan dogmatik sosyalistlere karşı ise feministlerin düşünsel mücadelesi hâlâ sürüyor.
Feminizmin LGBTİQ hareketle kurduğu yakın ilişki, ataerkinin, her iki taraf için de ortak düşman olduğunun anlaşılmasıyla, belki toplumsal hareketler içerisinde en tutarlı görüneni. Sosyalistlerin ise LGBTİQ aktivizmiyle tanışması çok uzak bir geçmiş sayılmaz ve henüz tam anlamıyla barıştıkları da söylenemez. Ancak yine de asgari dayanışma köprüleri kurulmuş vaziyette. Peki; bütün bu özgürlük problemini temel almış ideolojiler ve toplumsal hareketler içerisinde Marksizm için hayvan özgürlüğü nerede duruyor?
Türkiye toplumsal hareketleri açısından sosyalistlerin hayvan özgürleşmesini problemden saymadığını söylemek mümkün. Zira gündem epey yoğun, ancak tek sebep bu değil. Türkiye sosyalistlerinin önemli bir çoğunluğu ne yazık ki ülke gündemine sıkışmış ve eskisi gibi devrimci felsefe üretmekten yoksun. Herhangi bir sosyaliste hayvan özgürleşmesinin niçin gündem olarak ele alınmadığı sorulduğunda, bu tartışmalarda sosyalistlerin gözünde işçi teri ve hayvan kanı kıyasıya yarışıyor ve elbette kazanan işçi teri oluyor. Sömürülerin yarıştırılması refleksinin hatalı oluşu bir yana, temellerini sömürü eleştirisine kurmuş olan sosyalizmin başka bir tahakküm ilişkisine dair söyleyecek hiçbir sözünün olmayışı başka bir eksiklik.
Bu hususta şayet Marksizm’in tek iddiası emek özgürleşmesi ise, o halde kapsamını ve alanını böylesi daraltan bir ideoloji, kitlesel olma niteliğini (kadın ve LGBTİQ+ hareketini de dışlamış olacağından) kaybedecektir. Veya sosyalizmin tek muhatabı insan türü ise bu kez de kendini ekolojik hareketlerden dışlamış ve aslında alerji duyduğu neo-liberalizmle aynı safta duracaktır.
Kapitalizm; insanı bile “daha insan” nitelediği insanlar için bir meta olarak görür, aynı şekilde doğayı ve onun bütün bileşenleri de. Sosyalistler yenilse dahi tarihin haklı safında durmayı misyon edinmiş bir ideolojik grup olarak düşünsel açıdan kapitalizmle aynı cephede bulunmayı doğru görecek midir? Felsefi açıdan siyasi tarihte put-kırıcı bir misyon üstlenen Marksizm çağın düşününe ayak uyduramayacak ve devirdiği putları, şimdi yeniden kendi elleriyle mi dikecektir? Ve esasen asıl soru; hayvan özgürlüğü Marksizmin kapsama alanı dışında mı kalmaktadır?
Marksizm’in felsefi altyapısı, teorisi ve mücadele birikimi bu sorulara HAYIR demeyi gerektiriyor. İtirazın ihtişamı pratiğe dökülecek mi, bunu cevaplar belirleyecek, biz şimdi soru sorarak başlamış olalım.