Giriş
Toplumlarda yer edinen kamu/özel, sosyal/ekonomik, kültür/doğa ve eril/dişi gibi temel ikiliklere cinsiyet açısından baktığımızda; erkekler tarih boyunca -birkaç anaerkil kabine dışında- kadınlardan daha avantajlıdır yani birincil konumda görülür. Toplumda kadın veya erkek olmanın biyolojik cinsiyet dışında farklı anlamları da vardır; kadınların kamusal alandaki yeri de bu koşullarda şekillenir. Bu yüklediğimiz anlamlar ise toplumsal cinsiyettir; toplumsal cinsiyetlerimiz, toplumdaki değer yargılarını içinde barındıran, kadın ve erkeğin toplumdaki yerini tanımlar. Bu değer yargıları ise tarihsel süreçle, siyasalla, üretim biçimleriyle, ataerkillikle ve sosyal sınıfla bağlantılıdır.Kadının yerini inceleyebilmek için ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel bütün koşulları göz önünde bulundurmak gerekir.
Bu çalışmamda, Türkiye’de kamusal alanda kadını ele alıp, ilk olarak kamusal alan kavramını ve kamusal alan/özel alan ayrımını açıklayacağım; daha sonra kadın ve kamusal alanı tanımlayıp bu alanda kadınların mücadelesini açıklayıp, Türkiye’de kamusal alanda kadınların tarihinden bahsettikten sonra 1982 Anayasasında kadının yerini inceleyeceğim.
Kamusal alan kavramı
Avrupa’da uzun yıllardır tartışılan kamusal alan kavramı, Türkiye’yi de 1980’li yıllarda 80 darbesinden dolayı etkilemeye başladı. 1980 darbesinin ardından, gözlerden uzak tutulan bazı topluluklar etnik ve kültürel kimliklerinin tanınmasını talep ettiler böylece kamusal alan kavramı, 1980’li yılların sonlarından itibaren günümüze kadar siyasette ve politikada gündeme geldi ve toplumsal konuları anlamada ve açıklamada başvurulan bir alan olarak görüldü.
Kamusal alan kavramının tarihi Antik Yunan’a ve Roma’ya dayandırılır. Aristoteles’e göre, “polis”, en iyiyi amaçlayan ve insanın kendisini geliştirebileceği tek topluluk biçimi; “zoe”, insanların yaşamsal ihtiyaçları; “bias” ise iyi bir yaşam ihtiyacıdır. “Poliste iyi yaşamanın gerçekleşeceği ve kamusal sorunlarını çözümleyeceği alan kamusal alandır [1].
Kamusal alan kavramı için tek ve genel geçer tanım yapmak zordur. Türk Dil Kurumuna (TDK) göre, “kamu” kelimesinin anlamı, halk hizmeti gören devlet organizmalarının tümü; “kamusal alan” ise kamuya ait, kamu ile ilgili işlerin yapıldığı yer. Kamusal alan, devlete ait mekanlar olabileceği gibi pazar meydanları, savaş alanları, mahkeme binaları da bu kapsama örneklerdir.
Kamusal alan tanımını ilk kez 1962 yılında Jürgen Hebermas “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü: Burjuva Toplumunun Bir Kategorisi Üzerine Araştırmalar” adlı kitabında tanımladı. Hebermas kamusal alanı, “Özel şahısların, kendilerini ilgilendiren ortak bir mesele etrafında akıl yürüttükleri, rasyonel bir tartışma içine girdikleri ve bu tartışmanın neticesinde o mesele hakkında ortak kararlı kamuoyuna oluşturdukları araç, süreç ve mekanların tanımladığı hayat alanı.” olarak tanımlar. Hebermas, kamusal alanı Avrupa ile sınırlayarak sadece burjuvaların oluşturduğu bir alan olarak gördüğü için Oscar West ve Alexander Kluge tarafından eleştirildi. Onlar kamusal alanı, “mücadelenin savaş dışı yollarla karara bağlandığı proleter alan” olarak tanımladı.
Kamusal alan ve özel alan ayrımında kadın
1980 sonrası neo-liberalizmle kamusal haklarda geri çekilme, etnik-ırkçı şiddetin yükselişi, faşist partilerin iktidarı oynayabilmesi ve küreselleşmenin etkileri kadının tanınma mücadelesinde kamusal/özel alanda ayrım kadınlar için önemli olmuştur. Kamusal ve özel alanın sınırlarının belirlenmesinde de farklı düşünceler ortaya çıkmıştır. Özel alan, haneye bağlanmıştır; kişi hanede yani özel alanda ne kadar baskıcı ve hüküm sahibi olursa kamusal alanda da o kadar söz hakkına sahip olur [2].
Kadınların mücadele etmek zorunda kaldıkları birçok konudan biri olan kamusal ve özel alan ayrımında belirleyici olan kadınlara verilen statü ve rollerdir. Herhangi bir toplumsal sistemde ve herhangi bir gelişme düzeyinde kadının statüsünün göstergesi ister kamusal alanda ister özel alanda olsun; a) kadınların güç ve otoritesine, b) toplumun kadınlar için uygun ve kabul edilebilir bulduğu rollere bakarak tanımlanmaktadır [3].
Batı politik düşüncesinde, kamusal ile özel alan ayrımı yaparken; kadınlara ait görülen ev işleri, çocuk, koca, hasta, yaşlı bakımı “özel alan” içinde görülür ve liberal/kapitalist devletin kamusal konusu olarak görülmez. Özel alan içine konumlandırılan konular kadın doğasının bir parçası olarak görülerek, batıdaki “iyi yaşama anlayışı, insana değer verme politikaları” çıkarları içinde kabul edilmiştir. Dolayısıyla kamu gündeminin öznesi erkektir [4]. Kamusal alanda kadının dışlanmasında kültürümüzde yer edinen, toplumdaki her alanda var olan “cinsiyetçilik, erkek merkezcilik ve ataerkillik” başlıca nedenlerdendir.
Eskiden özel alanı ilgilendirmeyen ya da önemsiz diye bir kenara bırakılan birkaç konu kamusal mesele haline gelmiştir. Özel alana sokulup, kamusallıktan uzak tutulan kadın ve çocuklara yönelik tecavüzler, ev içi şiddet, ev içinde cinsiyetçi iş bölüşümü, her türlü “ayrımcı kalıp” yargılarının hepsi bireysel değildir ve özellikle hükümet ilişkileri ile yapılanır. Anne Phillps de “Bir zamanlar kişisel varoluşun mahremiyetinde gizlenen şeyler birer kamusal meseledir ve olmalıdır. Cinsiyete dayalı iş bölümü ve iktidarın cinsiyete göre dağılımı, sınıflar arasındaki ilişkiler ya da uluslar arasındaki görüşmeler kadar politikanın parçasıdır, mutfaklarında ve yatak odalarında olup bitenler politik değişim talep etmektedir” der.
Kadın ve kamusal alan
Kadınların kamusallaşması için hem kapitalizm koşulları hem de patriyarkal sistemdeki ikincil konumları nedeniyle çok zordur. Dolayısıyla kadın için kamusal alana ulaşma, orada yer edinme bu açıdan imkansız hale gelir. Kamusal alana katılım, “ilgili herkes” şeklinde tanımlanır ve ilgili herkesin katıldığı yüzlerce kamusal alan ortaya çıkar. Fakat kimin “ilgili herkes” kavramının içine girdiği açık değildir. Kadınlarla ilgili bir düzenleme ilk kendilerini ilgilendirir fakat düzenleme aynı zamanda çocuklarını, kocalarını ve anne babalarını da ilgilendirir; bu noktada karar verici olan “ilgili herkes” için geleneksel yaklaşımın kadın üzerinde engelleyici etkisi devam etmektedir. [5]
17. ve 18. yüzyılda toplum sözleşmesi kuramlarında da temelleri bulunan sivil toplum ve kamusal alanın ortaya çıkışı ve bu alanların demokrasi için elzem olarak görülmesi, bireyin hakları ve özgürlükleri bağlamında tartışmaları canlandırmıştır [6]. Toplum sözleşmeci yaklaşımlar bireylerin haklarına ve özgürlüklerine vurgu yaparak, erkek egemen bir sistem olarak düşünülerek yapıldığının üstünü örttüler. Hak ve özgürlüklerden bahsedilen bu dönemde kadınlar da bilinçli bir şekilde mücadeleye başlamışlardır [7]. Öncelikle kadınlar kedilerini yazın alanında anlatmaya başlar, daha sonra da bir araya gelip birlikte hareket etmeleri kadın hareketini güçlendirmiştir.
19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında dünyanın birçok yerinde birlikte hareket etmeye başladılar. Sanayi Devriminden sonra, Amerika’da liberal düşünce ön planda olduğundan kadınlar da liberalizmden etkilenerek, liberal kadın hareketleri başlattılar ve kadınların talepleri eşitlik üzerine oldu. Kadınlar doğal hakları olan oy verme, eğitim, mülkiyet, çalışma gibi hakların tanınmasını ve kadın-erkek arasındaki ücret farkının kalkmasını talep ettiler. 1.Dünya savaşının sonunda, 1920 yılında, kadınlara oy hakkı tanınmıştır. ABD’de 26 milyon kadın oy hakkına kavuşur [8]. Günümüzde de kadınlara çizilen kalıp için verdikleri kamusal mücadele farklı şekillerde ve farklı boyutlarda devam etmektedir.
Türkiye’de kamusal alanda kadının kısaca tarihi
Ülkemizde kadın hareketi Osmanlı’nın son döneminde başlamıştır. 1870’lerde, söz söyleme hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı ve tek taraflı erkek hakkı olan boşanma için mücadele vermeye başladılar.; kendi adlarıyla risale ve roman yazdılar, gazetelere mektup gönderdiler, kendi dergilerini çıkarttıkları, dernekler kurdular.
20. yüzyılın başlarında kadın dernekleri sayısının artmasıyla mücadele daha da güçlendi. Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı deneyimi kadınları siyasallaştırdı [9]. Jön Türk iktidarı altında kadınlar, üniversitede okuma, devlet dairelerinde memur, fabrikalarda işçi olma haklarını elde ettiler. 1915 yılından itibaren oy hakkı talep etmeye başladılar. Cumhuriyetin kurulmasıyla, “Kadın Halk Fırkasını” Nezile Muhitin başkanlığında kurmak istediler ama kendilerine bir dernek kurmak izni verildi. Türk Kadın Birliği (TKB), Osmanlı’da başlatılan kadın hareketini Cumhuriyet dönemine aktarmada önemli bir faktördü. Cumhuriyet, 1926’da kadınlara savundukları medeni haklarını; 1930 ve 1934 yıllarında siyasi haklarını; 1935’de oy hakkını tanıdı. Oy hakkını tanımasıyla toplamda 18 kadın milletvekili TBMM’ye girdi.
Yirmi yılını geride bırakmış olan kadının hareketinin öncelik verdiği konu “kimliği” ve “bedeni” idi. Avrupa ülkelerinin çoğunda kocayı “aile reisi” gören kanunlar, 1950’li yıllarda Almanya ve İskandinav Ülkelerinde; 1960’larda Fransa, Belçika, İngiltere’de; 1970’lerde İtalya ve Yunanistan’da; 1980’li yıllarda ise İspanya ve Portekiz’de değiştirilmiş ve aile içinde kadın-erkek eşit konuma gelmiştir. Türkiye’de 1926 yılında, dönemin en moderni olan İsveç medeni kanunundan yola çıkarak kabul edilen kocayı aile reisi olarak gören yasa değiştirilmemiştir. 1985 yılında “Medeni Kanun Reformu” kadın hareketinin gündeminde ilk sırada oldu; on yedi yıl sonra, 2002 yılında, yürürlüğe giren yeni medeni kanun kabul edildi. Ülkemizde, kadın hareketinin en somut başarısı ve kadınlar için büyük bir kazanım oldu.
Kadın bedeninin baskı altında tutulması ve şiddete maruz kalması, seksenlerin sonundan günümüze kadar kadın hareketinde öncelikli bir diğer konu oldu ve çeşitli kampanyalar yürütüldü. Şiddet, tecavüz, namus cinayetleri ve tacizler bu mücadelenin öncelik verdiği sorunlardı. Şiddet konunda, “kadın sığınakları” modeli oluşturuldu ve devlet tarafından sığınakların kurulması gündeme getirildi. 1990 yılında, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek aile koruma yasası ile ilgili “flört fahişeliktir” çıkışının ardından kadınlar, toplu boşanma dilekçeleri vererek, radikal bir eylem yapmışlardır. 1998 yılında devlet tarafından “4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun” kabul edildi; şiddete maruz kalan kadınların korunması gereği tanınmış oldu. Aileyi koruma ve kadına olan şiddet konusunda yetersiz kalan bu kanunun eksiklerine gidermek için 2008 yılında “Aileyi Korunmasına Dair Kanunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik” yürürlüğe girmiştir. Bu değişikliklere rağmen kadına şiddet oranlarında azalmanın olmaması hatta artışın gözlemlenmesi ile 242 kadın örgütünün bulunduğu “Kadına Şiddete Son Platformunun” verdikleri mücadele ile, İstanbul Sözleşmesi temel alınarak yeni bir kanun hazırlanmıştır. 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kadınlara hediye olmak üzere 8 Mart 2012 tarihinde, Dünya Kadınlar Gününde, kabul edildi. Kadınların verdiği bu alandaki mücadelenin devamı günümüzde halen çeşitli kuruluşlar, kampanyalar tarafından devam etmektedir, çünkü aile içi şiddet oranı çok fazla artmıştır ve kurulan sığınakların sayısı yetersiz kalmıştır. Namus cinayetleri konusunda da günümüze kadar kampanyalar yürütüldü ve Kadın Hakları Sivil Toplum Örgütünün (KAMER) 1984 yılında kurulması çalışmalarda önemli bir faktör oldu.
350’den fazla dernek, vakıf, üniversitede kadın araştırma ve uygulama merkezleri ülkemizde kadınları ilgilendiren her konuyu tartışan ve çözümler üreten yerlerdir. CEDAW’ın (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlemesi Sözleşmesi) başkanı ve BM Kadına Karşı Şiddet Özel Raportörünün birer Türkiyeli kadın olması, Türkiye kadın hareketinin dünya kadın hareketiyle bütünleşme düzeyinin kanıtıdır [10].
1982 Anayasası’nda kadının yeri
Uzun bir geçmişe sahip olan cinsiyetler arası eşitsizlik olgusu günümüzde hem uluslararası hem de ulusal düzeyde önem verilen toplumsal bir sorundur [11]. Kamusal ve özel alanda eşitsizlik ve ayrımcılık; iş hayatı, aile yaşamı, eğitim gibi yaşımın içinde birçok alanda mevcuttur. Toplumda yer edinen ayrımcılık ve eşitsizliğin yasal olarak da devam etmesi, insan haklarının yaşama uygulanmasını engellemektedir.
Anayasada kullanılan dilin önemi ifadeleri vurgularken ki samimiyet açısından çok önemlidir. Özellikle kadın-erkek eşitliği konusu ele alınırken, kadınları ikinci sınıf birey olarak konumlandıran ifadelerin çokluğu ve kullanım yaygınlığı göz önüne alındığında “eşitlikçi ve nötr” dil kullanımına ayrıca dikkat edilmesi gerekmektedir [12]. Günümüzde azda olsa anayasa yazımında eşitlikçi ve nötr dil kullanan ülkeler vardır; TBMM Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan “Yakın Dönem Anayasalarında Toplumsal Cinsiyet” raporunda, İsviçre, Fiji ve Güney Amerika ülkelerinde nötr dil kullanılmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği açısından kadının 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasındaki yerini; aile düzeninde, eğitimde ve iş hayatında inceleyelim.
1) Aile Düzeninde Kadının Yeri
1982 Anayasasında aile kavramı; Türk toplumunun temeli olarak görülen bir kurum olarak düzenlenmiştir. Aile kavramını kurum olarak gördüğümüzde, aile üzerindeki toplumsal baskılar, ideolojik şekillendirmeler, toplumsal cinsiyet ile oluşmaktadır. Son zamanlarda yapılan çalışmalar ataerkilliğin ailede sadece kadınları değil, tüm aile bireylerini etkilediğini ortaya koymuştur [13]. Aynı zamanda aile kurumunun devlet tarafından ideolojik aygıt olarak görüldüğü ileri sürülür. Yani devlet aileyi şekillendirerek kendi devamını sağlamakta ve bu şekilde ideolojisini bireylere aktarmaktadır [14].
1982 Anayasasının “Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları” başlıklı 41. Maddesi şu şekilde düzenlenmiştir:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
41/1. Maddesinde 2001 yılında değişiklikle bu durum değiştirilmiş ve “ailenin eşit olduğu” birinci fıkraya eklenmiştir. Fakat eşitlik uygulanmasında kadının kendi soyasını kullanabilmesi konu olduğunda, Anayasa Mahkemesi aynı tutumu göstermektedir. Anayasa Mahkemesinin konuyla ilgili 1998,2011 ve 2013 tarihli kararları buna örnektir. 1998 yılında, evlenmeden önceki soyadı ile tanınmış bir kadın evlendikten sonrada kendi soyadını kullanmak istemiş ve yerel mahkemeye başvurmuştur. Yerel mahkeme düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur ve Anayasa Mahkemesi kuramda aile birliğinin devamı için yasa koyucunun eşlerden birine öncelik tanımış olduğu ve bunun da kamu yararı gereği olduğunu vurgulamıştır. Yani maddede belirtildiğinin aksine eşit olarak görülmediği bu olayda gözlemlenmiştir.
41/2’de “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” denmektedir. 2. fıkrada annenin ve çocuğun korunması gerektiği belirtilerek kurum olarak anneliğin ele alınmasını göstermektedir. Annelik kurumu, toplumsal beklentiler, varsayımlar ve nasıl bir kadın veya anne olunacağını belirleyen kanun ve kurallardan meydana gelmektedir [15]. Anna Rich kurum olarak anneliği, “ataerkil bir kültürel kuruluş” olarak tanımlamaktadır. Anayasa Mahkemesinin kararlarında “geleneklerin devamını sağlayan aile kurumu” vurgusu ile birlikte okunduğunda, kadına geleneksel olarak annelik ve yüklenen görevlerin de çoğalmasına neden olmaktadır [16] ve bu anlayış, kadının toplum içindeki biçilen rolünü ifade etmektedir.
2) Eğitim ve Kadın
1982 Anayasası’nın “Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödev” başlıklı 42. Maddesi şu şekildedir:
“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.
İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir.
(Ek fıkra: 9/2/2008-5735/2 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 5/6/2008 tarihli ve E.: 2008/16, K.: 2008/116 sayılı Kararı ile.)
Devlet, maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.
Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.
Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır.”
Zorunlu eğitim 2012 senesine kadar ilköğretim iken 2012 senesinden sonra yapılan kanun değişikliği ile ilkokul ve ortaokul olmuştur. Zorunlu eğitim hakkı “kız ve erkek bütün vatandaşlar” için zorunludur denilse bile gerçekte böyle olmadığını; kızların ve erkeklerin eşit şekilde eğitim hayatına giremediğini 2012 senesini baz alınarak yapılan aşağıdaki tablodan da gözlemliyoruz.
TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu)
2014 verilerine göre, Türkiye’de 25 ve daha yukarı yaşta olan ve okuma-yazma bilmeyen toplam nüfus oranı %5,6; bu oran erkeklerde %1,8 iken kadınlarda %9,2 yani okuma-yazma bilmeyen kadın nüfus oranı erkeklere göre 5 kat daha fazladır. Yine 2014 verilerine göre, lise ve dengi okul mezunu olan 25 ve daha yukarı yaştakilerin toplam nüfus içerisindeki oranı %19,1; bu oran erkeklerde %23,2, kadınlarda ise %15’dir. Yüksekokul ve fakülte mezunu olan toplam nüfus oranı %13,9 olup, bu oran erkeklerde %16,2, kadınlarda ise %11,7’dir.
2000 yılında Birleşmiş Milletlerin yaptığı Bin Yıl Zirvesinde, “Bin Yıl Kalkınma Hedefleri” arasında ilk ve öğretimdeki cinsiyet eşitsizliklerinin giderilmesi hedeflenmiştir ve Türkiye CEDAW’a (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlemesi Sözleşmesi) taraf olduğundan bu anlaşma gereğinden toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermekle yükümlüdür. 2010 yılında CEDAW tarafından hazırlanan 6. Periyodik Türkiye Raporuna yapılan yorumda ise “erkek çocuklarına verilen öncelikten kaynaklanabilecek kız çocuklarının düşük okul kayıt ve tamamlama oranları ile kalıp yargılaşmış eğitim seçeneklerin ısrarlı bir şekilde devam etmesine” dikkat çekilmiştir [17].
Eğitimde kadın- erkek eşitliğinin sağlanabilmesi için sadece ilk ve ortaokuldaki eğitimin zorunlu olmasının yetmediğini inceledik. Bu zorunluluğun yaşama geçirebilmesi için gerekli tedbirler alınmalı ve sosyal ve ekonomik destek sağlanmalıdır [18].
3) İş Hayatında Kadın
1982 Anayasası’nın 48. Maddesinde olan “Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti” metni şu şekildedir:
“Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.
Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.”
Maddenin 1. fıkrasında “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmektedir fakat yasada var olan kadın-erkek eşitliği yaşamda görülmemektedir.2017 senesini baz alarak baktığımızda da TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından sunulan aşağıdaki İşgücü İstatistiklerinde görüyoruz.
Genel olarak istihdam oranlarına baktığımızda TUİK verilerine göre; 2013 yılında erkeklerin istihdam oranı kadınlarınkinin 2,4 katı olmuştur ve 2015 yılında, Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde istihdam oranı %46 olup, bu oran erkeklerde %65, kadınlarda ise %27,5 oldu.
Türkiye’de çalışan kadınların belli meslek gruplarındaki oranlarına örnek verirsek: Siyaset içinde kadını ele alarak bakarsak, TUİK verilerine göre, 2014 yılındaki yerel seçimlerde kadın belediye başkanı oranı %2,9, kadın muhtar oranı %2 oldu, 2015 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kadın milletvekili oranı %14,7 oldu, 2016 yılında bakan sayısı 27 olup ve bunların sadece bir tanesi kadın bakan oldu. Kadın işçi oranın en yüksek olduğu iş alanları ise “ev içi çalışanları” ve “sosyal hizmetler” oldu. Ev içi alanlarda toplam 20 bin 860 kişi çalışırken, bunların 17 bin 197’sini kadın işçiler oluşturuyor yani ev içi alanlarda çalışan kadın oranı %80,44 oluyor; sosyal hizmet alanında 32 bin 426 çalışan arasında 22 bin 777 kadın işçi çalışıyor yani bu alanda kadın işçi oranı %70,4 oluyor.
Küresel ölçekte yapılan toplumsal cinsiyet araştırmalarında ücret eşitsizliği sıralamasında Türkiye 145 ülke arasında 98. sırada yer aldı ve ücretli çalışmada kadınlar erkeklere göre günlük 23 dakika fazla çalıştığı ancak emeğin karşılığını alamadığı belirtiliyor. Dünya Ekonomik Forumu (2016) cinsiyet eşitsizliği ölçeğini kullanarak yapılan hesaplamada; Türkiye’de bir kadın günlük ortalama 1 dolar kazanırken, bir erkek günlük ortalama 2,27 dolar kazandığı görülüyor. Bir kadının ortalama yıllık maaşı 12 bin 162 dolar iken bir erkeğin ortalama yıllık maaşı 27 bin 672 dolar.
Anayasamızın “Çalışma Şartları ve Dinlenme Hakkı” başlıklı 50. Maddesi ise şu şekildedir:
“Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır.
Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir.”
50. maddenin 2. Fıkrasında korunması gerekli görülen “küçükler, kadınlar ve beden-ruh yetersizliği” olan kişiler denilmektedir. Bu grupların korunmak istenme sebepleri farklıdır; küçükler henüz gelişemediklerinden korunmaya gereksinim duyarken, bedeni ve ruhi yetersizliği olan kişiler de diğer insanlara göre dezavantajlı olduğu için korunmaya gereksinim duymaktadır. Kadınlar için koruyucu önlem alınması gerekliliğinin sebebi ise CEDAW’da düzenlendiği üzere (4. Ve 5. Maddeler) kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik alınacak pozitif ayrımcılık tedbirleri ve anneliğin himayesi amacıyla satın alınacak önlemler olarak ikiye ayrılabilir (19). Bu sebeple kadınlar için 50. Maddeye ayrı bir fıkra eklenerek devletin, kadınların korumaya muhtaç ve narin varlıklar olduğu zihniyetini yansıtan halihazırdaki düzenleme yerine, çalışma hayatında eşitliği sağlamak ve pozitif ayrımcılığı hayata geçirmek üzere; bunların yanında kadının doğum öncesi ve sonrasında ihtiyaçları gözetilerek düzenlemeler yapılması gerektiği vurgulanmalıdır (20).
Türkiye’nin toplumsal yapısı gözetildiğinde kadınların çalışmaya gerek görülmediği ve ev masraflarının erkek tarafından geçindireceği empoze edilerek kadının iş hayatından uzaklaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Kadınlarda ev içinde kendilerine yüklenen temizlik, çocuk, koca, yaşlı bakımı gibi sorumluluklar arttığı için kendilerini iş hayatına atmakta zorluk çekiyorlar. Bu tip bulgular iş hayatında kadın ve erkeğin eşit konumda olmasını engellemektedir.
Sonuç
Patriyarkanın kurumlarında beslenen ve kadının ev içi emeğini erkeklerin hegemonyası açısından genişleten kapitalizm, günümüzde farklı şekillerde kadınları ezmektedir [21] ve kadınların erkek egemen sistem ile biçimlendirilmiş, toplumsal cinsiyet ve kapitalizmle güçlendirilmiş kamusal alana girerken zorluklarla mücadele ettiğini gördük. Kadınlar herhangi bir toplumda erkeklerle eşit koşullara sahip değildir; erkekler cinsiyetlerinden dolayı toplumsal, hukuki, ekonomik, dini, siyasi, politik ve geleneksel alanlarda öncelikli durumdadır. Kamusal alan literatürdeki bazı görüşlere göre, kamuya ait mekanlar bazında değil siyasal anlamda ele alınırsa, modern demokratik devletlerde bu olayın medya vb. organlar tarafından manipülasyona uğradığı ya da sömürüldüğü gözlemlenebilir [22].
Kadınlar kamusal alana çıkıp, bu alanda düşüncelerini, duygularını açıkladığında ve siyasi faaliyette bulunduğunda kimliğine kavuşacaktır ve kadınlar kamusallaşamadıkça özgürleşip kendi varlığına kavuşamayacaktır. Genel olarak, erkeklerin bu durum hoşuna gittiğin için, egemen durumda olduklarından dolayı, kendilerine verilen önceliklerden vazgeçmeyecekleri ya da kadınlarında bu öncelikleri elde edebilmesi için bir şey yapmayacakları ortada bu yüzden kadınlar kendi kamusal alanlarını ataerkil sistemle mücadele ederek yaratmak zorundadır.
DİPNOTLAR
[1] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.4)
[2] (Jürgen HEBERMAS, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İletişim Yayınları, İstanbul: 1997, s.60)
[3]) (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.3)
[4] (Seyla BENHABİB, “Models of Public Space: Hannah Arendt, The Liberal Tradition and Jügern Habermas”, Habermas and the Public Sphere, Ed. Craig Calhoun, Cambridge, Mass, MIT Press, 1992, p.90)
[5] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.32)
[6] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.16)
[7] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.17)
[8] Jo Freeman, “From Suffrageto Women’s Liberation: Feminism in Twentieth Century America, “Women: A Feminist Persoective, http:/www.jofreeman.com/feminism/suffrage.htm, 12/09/2015)
[9] (https://m.bianet.org/bianet/kadin/43145-on-maddede-turkiyede-kadin-hareketi)
[10] (https://m.bianet.org/bianet/kadin/43145-on-maddede-turkiyede-kadin-hareketi)
[11] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.141)
[12] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.142)
[13] (Nadide KARKINER, “Aile ve Evlilik”, Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi, Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir, Ünite6: 2011, s.132)
[14] (E.2006/37, K.2008/141, K.T. 18.09.2008, R.G. 23/12/2008)
[15] (Aktaran: M. Porter, “Focus on Mothering”, Hecate, Vol:36, No:1/2, 2010, p.5-6)
[16] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.154)
[17] (CEDAW, Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi Nihai Yorumları: Türkiye, 2010, s.9)
[18] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.157)
[19] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.160)
[20] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.160)
[21] (Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017, s.77)
[22] (Christian RUBY, Siyaset Felsefesine Giriş, İletişim Yayınları, İstanbul: 2014, s.136)
KAYNAKÇA
WEB SİTELERİ
http://bianet.org/
http://www.tuik.gov.tr/Start.do;jsessionid=5ny3Z1NGzMhLZ6ZxpRc2nXFZ8mphQ9vY2XHRkZMWhytNZchnJbX5!-531523744
https://www.msxlabs.org/forum/sosyoloji/418227-toplumsal-cinsiyet-nedir-toplumsal-cinsiyet-tanimlari-ve-ozellikleri.html
http://www.tdk.gov.tr/
http://www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/
MAKALE
-ASLAN Seçil, Özelden Kamusala Bir Yolculuk: Türkiye’de Çalışan Kadın Olmak, Birikim Dergisi, Haziran-Temmuz 2008 sayısı
– SAĞLIK Esra, Kamusal Alanda Kadınlık Hallerinin Temsili
– KONAN Belkıs, Türk Kadının Siyasi Hakları Kazanma Süreci
– Nadide KARKINER, “Aile ve Evlilik”, Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi, Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir, Ünite6: 2011
KİTAP
– Ülker YÜKSELBABA, Gözde TÜRKELİ, İrem Burcu ÖZKAN, İrem ERBUYURCU, Melisa BAYKAL, Ayşegül HUYSAL ve Elif KOÇAR, Kadın, Kamusal Alan ve Hukuk, Tekin Yayın, 1. basım, İstanbul: Mart 2017
-Christian RUBY, Siyaset Felsefesine Giriş, İletişim Yayınları, İstanbul: 2014, s.136
– Jürgen HEBERMAS, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İletişim Yayınları, İstanbul: 1997