Eğer hâlâ farkında değilseniz, vakti geldi: Konumuz Otizm.
Halen sebebi tam olarak bilinemeyen, her 68 doğumdan birinde görülen ve genellikle belirtileri 2 3 yaşları arasında ortaya çıkan Otizm Spektrum Bozukluğu, karmaşık bir beyin yetersizliği olarak tanımlayabileceğimiz ‘‘Yaygın Gelişimsel Bozukluklar’’ içerisinde en büyük grubu oluşturmakta ve her geçen gün otizm tanısı alan çocuk sayısı artmakta. Belki otizmli bir çocuğunuz yok, belki çevrenizde otizmli bir birey de yok, fakat Türkiye’de yaklaşık 600.000 otizmli birey yaşamakta ve bu rakam her geçen gün artmakta.
Göz teması kurmamak, gözlerin bir noktaya odaklanıp kalması, ismine tepki vermemek, kendi iç dünyasına çekilmek, sınırlı ve yineleyici davranışlar (vokal, motor, görsel, işitsel, dokunsal stereotipler), yakınları veya yaşıtları ile birlikte oyun oynamaya ilgisiz olmak gibi belirtilerle kendini gösteren Otizme neden olan tek bir faktör yok, Otizmli bireyler için genel geçer tanım yapmak da zor. Zira her bir otizmli birey kendine has eşsiz özellikler gösteriyor.
Otizmin çaresi yok mu?
Otizm bir hastalık değil. Tek çaresi eğitim, olabildiğince erken tanı ve mümkün olduğunca yoğun bir Özel Eğitim! Ancak bu şekilde otizmli çocuk doğal gelişim gösteren (nörotipik) yaşıtları ile paralel gelişim gösterebilir, ancak eğitimle bu çocuklar topluma kazandırılabilir.
Ne kadar erken, o kadar iyi
Yaygın Gelişim Bozukluğu tanısı alan çocuklarda erken çocukluk dönemi (0-3 yaş) eğitimi ile çok ciddi ilerlemeler kaydedilebildiği bilinen bir gerçek olmakla birlikte ülkemizde maalesef birçok konuda olduğu gibi bu konuda da ciddi eksiklikler bulunmakta. Eğitim sonrası bu çocukların çok büyük bir bölümünün istihdamı sağlanamamakta.
Ve bizler
Otizm ve diğer engel grupları adına kurulan dernekler istedikleri kadar seslerini duyurmaya, bu çocukların haklarını savunmaya çalışsalar da onları yalnız bırakıyoruz. Eğitsel performansı kaynaştırma düzeyine gelen çocukların kendi çocukları ile aynı sınıfta olmasını istemeyen veliler, bu çocuklara zaman ayırmak istemeyen onlara emek vermekten yüksünen öğretmenler, bu çocukları okullarında problem olarak gören okul müdürleri; toplu taşıma araçlarında, kamuya açık alanlarda bu bireylerden rahatsız olan veya bakışları ve sorularıyla rahatsız eden, acıyan, kınayan, hor gören gözler…
Yani aslında ‘‘engelli olan onlar değil, onlara engel olan biziz!’’