Birçok kültüre göre “annelik” çok değerli bir kavram. Biyolojik açıdan da yeni doğan bebeğin ilk iletişimi ister istemez anne ile oluyor. Ama anne-bebek ilişkisine ilgi gösterirken baba rolünü kaçırıyorsak?
Günümüze kadar psikoloji bilimi ve gelişim psikologları çok büyük oranda anne ve çocuk ilişkisine odaklandılar. Çocuk gelişimi üzerine yapılan sayısız araştırma en temel bilgileri annelerden toplama eğiliminde oldu. Tabii bunun farklı nedenleri var. Birincisi, toplumun genel bakış açısı. Annenin çocuğunun gelişimi ile ilgili daha çok bilgiye sahip olacağı inancı. İkincisi ise, sanki böyle olması gerekiyormuş gibi düşünüyor olmak. İster istemez sosyal bilimler bireysel ve toplumsal özelliklerden etkileniyor. Fakat alanda yeni de olsa baba-çocuk ilişkilerine odaklanan ve babanın çocuğun gelişimindeki katkısını tespit etmeyi amaçlayan çalışmalar artık var.
Norveç’te yapılan bir araştırmaya göre babaların bebekleriyle geçirdikleri zaman ve bu zamanın kalitesinin çocukların okul öncesi dönemdeki sosyal becerileri üzerine etkisi olduğu bulunmuş. Eğer babalar bebekleri ile yaşamlarının birinci yılında evde bolca vakit geçirirlerse, çocuklar iki yaşında geldiğinde daha az davranış problemi gösteriyor. Tabi, geçirilen bu vakit süresince olumlu iletişim kurulmuş olması çok önemli. Eğer olumsuz tecrübeler yaşanmışsa, çocuklar üç yaşına geldiğinde sosyal açıdan davranış sıkıntıları yaşayabiliyor.
Bu çalışma 1157 çocuk ve anne-babası ile uzun dönemde, yani boylamsal bir çalışma olarak yapılmış. 700 babanın çocuklarıyla olan iletişimleri serbest oyun zamanlarında ve çalışma yürütücüleri tarafından belirlenen yapılandırılmış oyun oynama zamanlarında kaydedilmiş. Kontrol grubu olarak da 40 anne ile aynı prosedür uygulanmış.
Olumlu iletişim ne anlama geliyor peki? Bunu biraz açalım. Çalışmada yapılan tanıma göre olumlu iletişimi bebeğinden gelen işaretlere dikkat kesilen ve duyarlı olan hassas babalar yapabiliyor. Sabırlı olmak, çocuğun ilgilendiği şeylere ilgi göstermek veya oyunu başlatmak gibi davranışlar da olumlu iletişimi sağlayan davranışlara örnek gösterilebilir. Olumsuz iletişim ise, çocuğun tepkisini beklemeden çocuğu yönlendirip kontrol etme durumunda oluyor. Çocuğun kendi kendine oynadığı oyuna müdahale etmek, “öyle olmaz” gibi yaklaşım sergilemek veya çocuğun ilgisi başka yönde iken yeni bir oyuncak ile ilgisini dağıtmak gibi davranışlar birer örnek. Fakat, çalışmayı yürüten bilim insanlarının belirttiğine göre iletişimin seviyeleri de olabiliyor, genellikle olumlu iletişim kuran babalar da nadiren de olsa olumsuz iletişim davranışları sergileyebiliyor.
Çalışmadan çıkarılabilecek en önemli sonuç ise şu: Babalar bebekleriyle ne kadar erken yaşta olumlu iletişim kurarlarsa, çocuklar o oranda daha iyi sosyal becerilere sahip oluyorlar. Bu bulgular beraberinde pek tabi “doğum izni” gibi bir iznin babalara uygulanması konusunu gündeme getiriyor.
Toplumsal bakış açımıza ne kadar uzak gibi görünse de biyolojik odaklı çalışmalar da benzer bulgular ortaya koymuş. Halk dilinde “aşk hormonu” olarak bilinen oksitosin hormonu bağlanma, sevgi besleme, arkadaşlık kurma gibi davranışlarımıza etki ediyor. Bu hormonun, özellikle doğum ve emzirme dönemlerinde anne ve bebek arasındaki bağlanmayı güçlendirdiği birçok araştırma tarafından gösterilmişti. Fakat, oksitosinin babalara da aynı şekilde etki ettiği bulundu. Kan örneklerini inceleyen bilim insanları babaların kanında da en az annelerdeki seviye kadar oksitosin hormonu tespit etti.
Doğum ve emzirme gibi biyolojik temelli durumlarda yükselmesi normal karşılanan bu hormonun, babalarda da aynı oranda yüksek çıkması şaşırtıcı bir bulgu olarak tartışılmış. Babaların hormonlarını neyin yükselttiği sorusuna bulunan cevap ise bebeği hoplatmak, kucağına almak, keşfetmesine yardımcı olmak ve güldürmek gibi uyarıcı davranışlar olmuş. Annelerdeki davranışlar ise daha çok sarılma, okşama, bebek gibi konuşma gibi yumuşak başlı ve sıcakkanlı davranışlar. Ama anne ve babalar birbirinden çok bağımsız değiller, her iki ebeveynin oksitosin seviyeleri birbiri ile ilişki göstermiş.
Biliyorsunuz geçtiğimiz Pazar günü “Emekçi Kadınlar Günü”ydü. Bir gün değil her gün kutlu olsun. Ama bu konu annelik ve emek olunca bu konu biraz kafa karıştırıcı olabiliyor bana sorarsanız. “Annelik” çok değerli, fakat “babalık” da öyle. Kutsallık, emek vermek, saçını süpürge etmek gibi kavramlar sadece kadınlara yüklendiğinde, kadınların üzerindeki toplumsal rol beklentileri arttığı gibi erkeklere de aynı şekilde etki ediyor. Güçlü ve sert olmak zorunda bırakılıyor babalar; çocuğuna yemek yedirmek, ona sarılmak, hatta bebeğinin altını değiştirmek gibi işler babalara yakıştırılmıyor veya babalar bunları yaptığında şaşkınlıklara maruz kalabiliyor. Ama görünen o ki, toplumsal algılar veya kimlikler ne olursa olsun, hem biyolojimiz hem de psikolojimiz bize tam tersini işaret ediyor sağlıklı bir gelişim için.
Umuyorum ki bir gün erkekler tuvaletlerinde de bez değiştirme odalarının olduğu, babalar için de doğum izinlerinin verildiği ve daha çok babanın çocuklarıyla daha çok vakit geçirdiği ve bakımını sağladığı toplumlara kavuşuruz. Yine umuyorum ki bir gün, sert, soğuk veya güçlü (!) davranması beklenen, duygularını ifade ettiğinde zayıf bulunan veya çocuklarının bakımını sağladığında dışlanan babalar bu durumlardan kurtulurlar.
Kaynak: Psy Post, Live Science