Ölmediler. Öldürüldüler. Biri geldi bombalı bedeni ile onları yıldızlara yükseltti. 32 kişilerdi, kahvaltıda canlılardı. Basın açıklamasına başladılar, bitince sınırdan geçip bizi öldürenlerin altüst ettiği o yerde Kobane’de bir yaşam alanı inşa etmeye koyulacaklardı. Oyuncaklar vardı yanlarında, bebek bezleri, kalemler… Çocuklara gidiyorlardı. Barış istiyorlardı. Yaşam istiyorlardı. Barışımıza bomba attılar. Barışımızı kana buladılar. Sonra… Sonrası aslında ölümden, bombadan, cenazeden daha da acı.
Türkiye Cumhuriyeti adlı devlet, ülke sınırlarında yaşayanlara hizmet etmekle mükellef bu devlet, cinayetleri meşrulaştırıyor. Cinayetlere yol açıyor. Cinayetleri sadece kınıyor bu devlet. Evet evet, öyle kuru kuru kınama, doğru anladınız. Sadece “Kınıyoruz” diyen devlet yetkilileri ve evinden çıkmayan, televizyonda sadece dizileri ve spor müsabakalarını izleyen bir grup ama kalabalık bir grup insan da devlet yetkilileri gibi yaptılar. Çok insan da, çok komşumuz, çok arkadaşımız, çok akrabamız da “Ne işleri vardı orada, zaten teröristlerdi” dediler. Daha da vahşi olanları “Suruç’ta bayram var”, “Patlatıyorum, gülümseyin” gibi ifadeler kullandılar. İnsanlıktan çıktık. Toplumumuzun yapısı bozuldu, kimyamız şaşırdı, aklımızı yitirdik. İnsanlar daha yüksek teknoloji ile ve daha çok öldürülsün diye sınırdan tırlarla silah taşıyanlar, çocuklar travmalarını belki daha rahat atlatabilirler diye onlara oyuncak taşıyanları katlettiler.
Bu ölümlerin sorumlusunun devlet olduğu çok açıktır. Devletin haberi olmadan kuş uçmayan bir bölgede oyuncak taşıyanların didik didik aranmasına rağmen aralarına bir canlı bombanın sızmış olması tesadüf olabilir mi? Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yol boyunca takip ettiği gencecik kardeşlerimizin öldürülmesi sizce plansız, anlık bir saldırı mıydı?
Hadi saldırıyı gözden kaçırdılar ki bu mümkün değil, ama diyelim bir aksilik oldu. Peki, ölenlerin cenazelerine saldıran polislere ne demeli? Peki, saldırıyı yapamayacak kadar evden çıkamamış ama bir o kadar vahşi hisleri içten içe besleyenlere ne demeli?
Polis; Kadıköy’de, Taksim’de, Adıyaman’da, Ankara’da Suruç Katliamı için oturma eylemi yapanlara saldırdı. Hatta polis, saldırının hemen ardından şans eseri hayatta kalanların diğer arkadaşlarını hastaneye yetiştirme çabalarına da biber gazı ile müdahale etti. Ben polis olsam ve Gezi Direnişi’nde öldürülen çocuklara rağmen hâlâ meslekteysem bile bu olayın ardından istifa ederdim. İstifa ederdim çünkü iyi bir insan olmanın şartı başka canlıları öldürmemektir.
Sakin olmayın, artık lütfen aktif olun!
Bu işin bir de din boyutu var. DAEŞ veya IŞİD diye bahsedilen terör örgütü, bir grup insanın dini duygularını suistimal ederek insanları ve hayvanları katletmekte. Aslında buna suistimal demek onları meşrulaştırıyor. Bunlara inananlar bizzat terörist olarak isimlendirilmeli. Ülkemizdeki IŞİD sempatizanları kontrol altında tutulmalı asıl! Çünkü bu insanlar din için kendilerini kurban edebilecek bir yapıdalar. Bu insanları topluma kazandırma mücadelesi vermek ile zaman kaybetmek yerine topluma kazandırılmış gencecik bedenlerin ölümlerini engellemek gerek önce. Teröre destek veren hükümetler kendilerine çekidüzen, bu işbirliğine de bir son vermeliler!
Ya saldırının ardından gerçekleşen polis cinayetleri? Birbirimizi öldürerek mi çözümleyeceğiz bu sorunları? Ancak bir gerçek var: İnsanlar acı çekiyorlar. İnsanların sevdikleri paramparça oldu. Parçalanan bedenlerin arkasından “Sakin olun” demek çok zor, o çağrıya uymak daha da zor. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Bu doğru değil ateş cana düştü, hepimizin canı yanmalı! Sakin olup evde oturmamalıyız artık! Üzülmeli, kızmalıyız, değişim istemeli, değişime katılmalıyız!
Çok zor ölmek. Geleceği parlak, işlevsel ve umut dolu bu insanların dostları da ölmeyi göze alıyorlar şimdi. Ölümü göze alıyoruz. Savaşı durdurmak için, bu kin dolu devletin nefret söylemleri ile savaşacağız. Doğamızı, çocuklarımızı, geleceğimizi öldürenlerle sonuna kadar savaşacağız. Bu savaşı da öyle güzel, öyle sokakta ve öyle öldürmeden yapacağız ki; “Bu devlet neden bizi öldürdü bunca zaman çözüm, barış zırvalarıyla?” diyecekler o devletçiler. “Bu hükümete biz nasıl inanmışız, savaş çığırtkanı olduklarını nasıl anlamamışız” diye başlarını duvarlara vuracaklar. Ama biz o başları o duvarlardan uzaklaştıracağız. Herkes barış içinde yaşayabilir bunu anlatacağız. Geleceğimizi yeniden yapılandıracağız, yeni günlerimize umutla kol kola bakacağız. Onlar yanımızda olmayacaklar, onlar bir daha olmayacaklar. Ailelerine ve dostlarına sabır diliyorum. Işıklar onlarla olsun, gözleri arkada kalmasın, yarım bıraktıklarını biz tamamlayacağız.