Merhaba. Dün gece balkonda o malum klişeyi konuşuyorduk: Ankara’ya kar ne de yakışır. Tam, bunu bir de Yılmaz Erdoğan‘dan dinleyelim derken bizim karşıdaki parkta bir insan gördük. Park ıssız, karanlık, hava soğuk ve karlı. Kapüşonu kafasına geçirmiş yürüyor, üşüdüğü belli.
Bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sormak için seslendik. “Var tabii” dedi. “Üşüyorum.” Evden kalın birkaç parça kıyafet, bir miktar da yiyecek alıp gittik yanına. Hâlâ kar yağıyordu, hava da oldukça soğuktu. Romantizmi pencereden bakanlara bırakıp parka gittik.
Adım Kemal, dedi. “4 çocuğum var, eşim vefat etti. Çocuklara annemler bakıyor, onlar başka şehirde yaşıyor.” Kemal parkta kendine küçük bir yaşam alanı kurmuş. İki tarafı demirlerle kaplı yaklaşık 3 metrekarelik bir alanı naylonla kapatıp içine de sokakta bulduğu veya insanların ona armağan ettiği eşyalarla kendine göre hazırlamış. Sokakta yaşıyor Kemal.
Neden dersiniz? Kemal neden çocuklarının yanına gidemiyor? Çocuklarına bakan annesi kendi oğluna, Kemal’e mi bakmayacak? “Benim bir kötü alışkanlığım var, yanlarına gidersem çocuklar da görür, gidemiyorum, kurtulamadım bu illetten” diyor. İlleti sorduğumuzda “peynir” diyor, “Peynir içiyorum ben.”
Peynir, eroinin halk dilinde söylenişlerinden biri. Eroin ise büyük bela. Bu noktada Kemal’e bir küçük ara verip bazı ayrımlardan bahsetmek istiyorum. Esrar ile eroin aynı şey değil. Esrar savunculuğu yapmak istemem ama bir insan sigara için neyini feda edecekse esrar için de onu feda eder. Ama bir eroin bağımlısının feda edeceği, 15-20 liradan çok daha fazlası. Ailesi, hayatı, yaşam alanı, sahip olduğu her şey hatta benliği… O yüzden bir geçiş maddesi mi değil mi diyerek esrarı gündemin baş köşesinde sorunmuş gibi esir almaktansa gerçekten insanların hayatını bitiren uyuşturuculara/uyarıcılara karşı savaş açmak ve doğru bilgi yayıp gündemi doğru yaratmak çok önemli.
Kemal eroin bağımlılığından ötürü ailesinin yanına gidemediğini anlattıktan sonra ona neden tedavi olmadığını sorduk. Çünkü Kemal tedavi olmak, bu bağımlılıktan kurtulmak ve artık normal, sağlıklı yaşamak; en önemlisi de sokakta değil hepimiz gibi normal şartlarda yaşamak istiyor. “AMATEM‘e gittim, şimdi sıra bekliyorum. Ne zaman gelecek sıram bilmiyorum. Bu ilacı bırakmamın yolu bir ilaç. onu almak için de sıramın gelmesi gerek” diyen Kemal bir de acı gerçek anlatıyor bize.
Mevzu bahis ilaç kırmızı reçete ile satılıyor. Yani eczaneye gidip ben eroin bağımlısıyım ölmek istemiyorum dediğiniz zaman size hayatınızı kurtaracak ilacı vermiyorlar. Kemal bu ilacı almanın doktor reçetesinden başka bir yolu daha olduğundan bahsediyor: “Eroin 10 lira, eroini aldığım kişiler ilacını da satıyor o da 25 lira. İlacı alsam hem daha çok param gidecek hem de tek seferde iyileşemeyeceğim.” Krize giriyor Kemal, eroin bulması lazım, para istiyor, veremiyoruz ellerimizle onu nasıl yollarız o torbacıya?
10 lira. Hayatınızı karartmaya yetecek 2-3 nefes. Denemekten zarar gelmeyecek pek çok şeyin yanında eroin, deneyince dahi sizi kendine mahkûm bırakabilecek bir zehir. Zehri satan güya yardım ediyor, ilacını da satıyor. Kara borsa. Kim bilir kimler ne amaçla alıp içiyor o ilaçları. Daha önce kırmızı reçete ilaç kullananlar bilirler, eğer kontrollü kullanılmazsa bu ilaçlar da “kafa yapar.” Yani siz o ilaçlardan birini içip üzerine alkol alırsanız “haplanmış” sayılabilirsiniz.
Kemal, bir eroin bağımlısı. parayı nereden bulduğunu sorunca “sinyal yapıyorum” diyor. Sinyal demek de şu, biri size yol param yok bir lira verir misiniz der, biraz daha dürüstü şarap param yok bir katkı yapar mısın der, daha zor durumda olanı çalar. Çaldığını satar, ihtiyacı olanı çalar. Eroin çaldırır, sattırır, hiç eder bütün öğrendiklerini o eroinsiz yıllarında. Eroin Kemal’i de bitirmiş. Kemal’in bir gözü bir acayip, etrafa değişik bakıyor, eli kolu titrek ne yapacağını bilmiyor. Kemal sokakta yaşıyor. Kemal yaşamak için sıra bekliyor.
Romantizmi bıraktığımız balkonumuza geri döndüğümüzde ağlamaklıydık. Her gün abluka altına alınan mahalleleri düşündük. Neden Kemal o ablukalara hiç rastlamadan, hiç tutuklanmadan rahatça eroinine ulaşabiliyor, nasıl olur da başkentin göbeğinde bir parkta bunları yaşayıp kendini öldürebiliyor ve en önemli soru: Polis bu arada ne yapıyor?
Ablukaları düşünüyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u veya Ankara’ya yakışan karı düşünemiyorum şimdi. Kemal’i düşünüyorum. Abluka altındaki doğu kentlerini. Polisler, özel harekatlar hatta gerekiyorsa ki gerektiği apaçık ortada, neden biraz da Ankara’nın Çinçin‘ini, Hıdırlık Tepesi‘ni, Gülveren‘ini ablukaya almıyor? Neden uyuşturucunun satıldığı yerleri taramıyor mesela, neden uyuşturucudan hapse girip dizi çekebilen Deniz Seki tutuklu da Ankara’daki uyuşturucu tezgahları ve sahipleri öylece duruyor, zenginliklerine zenginlik katıyor? Mesela o semtlerden birinde çok ünlü, çok pahalı bir araba var, üstelik elektrikli inanır mısınız, hem de hepimiz birleşip para toplasak alamayız aynısından… Yoksa torbacılar sürdürülebilir bir iş mi yapıyor?
Uyuşturucu sağlığa zararlıdır. Uyuşturucu bağımlılık yapar. Uyuşturucu satmak yasal değildir, polislerin “torbacıları” gördükleri yerde kayıtsız şartsız tutuklaması gerekirken torbacıların kol gezdiği, insanların eroinden öldüğü, tedavi için aylarca sıra bekledi bir coğrafyada, lütfen kendinize dikkat edin. Zira insan dört dörtlük değildir. Hata yapabilir, bir hatanız hayatınıza mâl olabilir. Bu durumda devlet yanınızda değil karşınızda olacak, sizi bekletecektir. Lütfen kimseye güvenmeyin, kendinize güvenin.
Ayrıca uyuşturucu hepimize aynı muameleyi yapmaz bunun farkına varmakta fayda var. Her bağımlı Amy Winehouse olmuyor, ama her bağımlı kurtulmazsa aynı şekilde ölüyor. İlham bağımlılıkla değil bağımsızlıkla gelir. Bir şeyler denemeden önce bunları düşünmenizi dilerim. Kemal mi? O şimdi geldi parka. Balkondan bakıyorum, o içerde mum ışığında. Belki eroiniyle belki de acı hatıralarıyla baş başa…