Ana SayfaYaşamDinlerin ahlak üzerindeki tahakkümüne bir başkaldırı

Dinlerin ahlak üzerindeki tahakkümüne bir başkaldırı

-

Teoloji ve din kavramlarının kökenlerini izlediğimizde Sümerlere kadar gitmemiz gerekmektedir. Haliyle yazılı insanlık tarihiyle hemen hemen yaşıt kavramlardır. Dünya üzerindeki dinlere baktığımızda hemen hepsinin iki farklı temeli barındırdıkları ya da bu temel üzerine ayrıştıkları söylenebilir. Bunlar dinlerin teolojik perspektiften yorumlanması ve dinsel perspektiften yorumlanması sonucu oluşmuş ayrımlardır denebilir. Bu ayrımın temelini ise teolojik perspektif ve başlı başına teolojiyi somut ve tasviri bir tanrı arayışındaki “tanrı bilimi” olarak tanımlayabilirken, dinsel bakış açısından tanrının bilinemez olduğu ve yalnızca edimleriyle anlaşılabilecek bir “kabul ve varsayım” eksenine oturtulması oluşturmaktadır.

Sümer tanrıları

Yunan felsefesine bakıldığında teolojik perspektifin Platon, Sokrates ve Aristo’nun görüşlerinde etik, ahlak ve varlık felsefesiyle ne kadar girift olduğunu görmek mümkündür. Bu giriftliğe rağmen Yunan felsefesinde, Tanrı gündem dışı ve lüks bir maddedir. Mitolojik tanrılar bir kenara bırakıldığında teolojik tanrıların çok fazla konuşulmayan ve üzerinde durulmayan bir felsefi sorun olduğu Yunan filozofları incelendiğinde görülebilir. Haliyle Yunan filozofları için bir Maslow hiyerarşisi oluşturulduğunda Tanrı kavramı o kadar da elzem ve temel bir basamakta yer almamaktadır. Aslında yazının temel sorun ve sorularından olan “Dinsiz ahlak mümkün mü?” sorusunun- her ne kadar kendi adıma retorik bir soru olsa da- cevabı Yunan filozofları tarafından çoktan verilmiştir. Aristo’dan Pluton’a, Epiküros’dan Sokrates’e tüm hayatlarını etik ve ahlak üzerine sorular sorarak geçiren bu filozoflar hemen hemen tüm değerlendirmelerini Tanrıya ihtiyaç duymadan yapmışlardır.

Yahudilik ile milli bir tanrıya geçilmesi ve hristoloji ile koca evrende ve anlamlar kümesinde yalnızca dünyayla ilgilenen bir tanrıya geçilmesi ile Tanrıya yönelik felsefi soruların alanı daraltılmış ve dinlerin odağı erdem kavramı ve ritüellerin düzenlenmesine kaymıştır. Haliyle teoyu logosdan azad eden dogmatik dinler ile birlikte Tanrının felsefe ve sosyal bilimlerdeki yeri yalnızca inancın etkileri üzerinden ilerlemeye mahkum edilmiştir. Bu yüzdendir ki Yahudilik ve Hristiyanlığın başlattığı bu sosyolojik değişimin Hume, Nietsche, Kant ve diğerleri ile düşünce dünyasına sirayet etmesinin ardından inanç bireysel bir kavram, din ise politik bir kavram haline gelmiştir. Hume’un agnostisizmine ve Nietsche’nin “Tanrı öldü” söylemine bu çerçeveden bakmakta bu yüzden fayda vardır.

maxresdefault

Tüm bu gelişmelerle birlikte Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam, odağını dinin kozmik yönünden erdem ve ritüeller yönüne çevirmiştir. İşte dinin ahlak üzerindeki tahakkümü bu değişime hemen ayak uyduran sosyo-politik değişimlerle birlikte tam da bu noktada başlamıştır. Bu noktada Sokrates’in ünlü sorusu akıllara gelmektedir: “İyi şeyler tanrının hoşuna gittiği için mi iyidir, iyi olduğu için mi tanrının hoşuna gider?” Dinlerin bu sosyo-politik tahakkümüyle birlikte bir edimin iyiliğini belirleyen şey yıllardır üzerine koyarak ilerleyen felsefi etik ve ahlak tartışmaları değil dogmatik dinlere göre tanrının hoşuna gidip gitmemesi olmuştur.

religions

Dinin bireyselden politiğe ya da başka bir perspektiften biyopolitiğe geçişi ile ilgili bir önemli ayrımı da dinin İngilizce karşılığı olan “religion” kelimesinin kökenine ilişkin tartışmalarda görmekteyiz. Kimi dilbilimcilere göre “religion” kelimesinin kökü Latince “religare” yani “vekalet” kelimesininden gelmektedir. İslam kültürü ve felsefesinde bunun pek çok yansımasını görmek mümkündür. “İnsan, Allah’ın halifesidir” ayetinden tutunda Hallac-ı Mansur’u ölüme götüren “En-el Hak” felsefesine, Yunus’da Mevlana’da pek çok sufi felsefede bu vekalet vurgusunu görmek mümkündür. Ve hatta mümin kelimesinin kökeni irdelendiğinde Macarca’daki tanık kelimesiyle aynı kökten geldiğini savunan dilbilimciler mevcuttur. Bu tanıklık ise Gazali’ye göre yaygın görüşteki tanrıya tanık olmayla değil sosyal ilişkiler ve edimlerde tanrıyı şahit tutma, tanık gösterme olarak İslam felsefesine yansımıştır. “Religion” kelimesinin kökenine ve anlamına ilişkin tartışmalara döndüğümüzde bir diğer grup ise “religion” kelimesinin kökeni olarak Çiçero’nun metinlerini temel alarak “religio” yani tören kelimesini göstermektedir. Bu görüş dinin ahlak üzerindeki tahakkümünü sürdürmeye dayalı sosyalizasyonun ve bir takım dini ritüellere ve törenlere icabet ettiği için ahlaka ihtiyaçları olmadığını düşünen ideolojinin izdüşümüdür.

chimpanzees in morality

Ahlak ve din ile ilgili en önemli çıkarımları ise nörobilimlere baktığımızda yapmamız mümkün. Son on yıla damgasını vuran Tanrı Geni kavramı ciddi tartışmaları beraberinde getirmiştir. Araştırmacıların Tanrı Geni olarak ifade ettikleri VMAT2 geni nöropsikolojik çalışmalara göre insanların spritüalizm ve inanma istencine olan bir yatkınlıklarının olduğu ve bunun evrimsel açıdan güçlü bir adaptasyon oluşturduğunu göstermektedir. Ancak yapılan çalışmalar göstermektedir ki kendini dindar olarak tanımlayanlar ile ateist-agnostik olarak tanımlayanlar arasında bu genin aktivasyonu ile ilgili çok ciddi farklar oluşmamaktadır. Bu bulguyu post-modern dünyada spritüalizmin dinin yerini alması ve politikleşen inancın tekrar bireyselleşmesi olarak yorumlamak mümkündür. Yine de spritüalizm dahi ahlak için bir ön koşul mudur sorusu tartışmaya açıktır. Ancak dinin ahlak için bir ön koşul olmadığı bu ve bunun gibi pek çok çalışmayla tekrar tekrar gözler önüne serilmiştir. Özellikle Tomasello ve arkadaşlarının yaptığı çocuklarda ahlak gelişimine ve evrensel bir ahlakın var olup olmadığına ilişkin çalışmalar bunun en önemli örneklerindendir. Ve hatta Franz de Waal’ın bonobo ve şempanzeler üzerinde yaptığı çalışmalar göstermektedir ki ahlaklı olmak için ön koşul insan olmak dahi değildir.

Başlık Görseli: Hans Makart, Allegory of Religious and Profane Painting, Google Art Project

Kaynak:
Frans de Waal: Moral Behaviors in Animals
Frans de Wall, Do Animals Hava Morals
Tomasello, M., Vaish, A. (2013). Origins of Human Cooperation and Morality. Annual Review of Psychology,64, 231-255
A Lecture in Psychology: Origins of Human Cooperation and Morality

Warneken, F., Tomasello, M. (2006). Altuistic Helping in Human Infants and Young Chimpanzees. Science(New York, N.Y.), 311, 1301-1303
Experiments with altruism in children and chimps

SON YAZILAR

Enkaz bizi ezdi, üzdü, liyakatsızları yok edecek: Peki yeni düzende her canlı yaşam hakkına sahip olacak mı?

Yaşıyor olmak yüreğimizde koca bir kayaya dönüştürülmüş olsa da hayat, istemesek de bizi akışında sürükleyip götürüyor. Hem de daha yaralar sarılmadan, acılar dinmeden. Uzaktan izleyenler...

Dar Banyolar İçin Kullanışlı Lavabo Alternatifleri

Bazı lavabolar dar banyolar için daha uygundur. Bu alternatifler, daha küçük banyoların işlevselliğini artırmak ve daha fazla depolama alanı sağlamak için öne çıkar. Geleneksel lavabolar...

8 Mart Ama Hangi 8 Mart

"Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya..." demiş Gülten Akın bir şiirinde oysa çok şey de yok elimizde; gözlerdeki gülümseme, birlikte söylenen şarkılar,...

Mezbahalar ve gaz odaları: Türcülüğün ve sağlamcılığın kesişimi

Egemenin öldürmekte hiçbir sakınca görmediği, bedeni rahatlıkla parçalara ayrılabilen, yaşam hakkı elinden alınanların tarihi kapkara ve hala bu şekilde kanla, sömürülmeyle, dışlanmayla, yok sayılıp aşağılanmayla...
Mete Sefa Uysal
Mete Sefa Uysal
İzmir Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunu. Şu sıralar Dokuz Eylül Üniversitesinde Sosyal Psikoloji yüksek lisansı yapmakta. Türk Psikologlar Derneği LGBTİ Çalışmaları Birimi üyesi. İlgi alanları: Ayrımcılık, ayrımcılığın psikolojisi, LGBTİ hakları, Kadın hakları, kadına yönelik şiddete psikopolitik yaklaşımlar, kadına yönelik psikolojik şiddet, politik psikolojisi, lider-izleyen psikoloji, kolektif eylemlere katılımın psikolojik dinamikleri.

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol