Şirketler uzun zamandır yaşam alanlarımızı çöllere, okyanuslarımızı ölü alanlara dönüştürseler de, imajlarını ekolojik öğelerle doldurarak göz boyamaya çalışıyor ve kendilerini ilerici ve çevreye duyarlı olarak tanıtıyorlar. Mark Twain‘ın bu konudaki sözü burada ne yazık ki durumu tam olarak anlatıyor: “İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten daha kolaydır.”
Açıkçası içinde yaşadığımız mevcut sistem şirketlerin hem ekolojik hem de sosyal zararlar açığa çıkarmasını mümkün kılıyor. Bu makalede sosyal sonuçlara pek fazla değinmeyeceğiz. Bu zararların açığa çıkma mantığını; sizin ortaya çıkardığınız zararların bir kısmının ya da tamamının neticesini bir başka insanın çekmesi olarak tanımlayabilirsiniz.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından desteklenen “Ekosistem ve Biyoçeşitliliğin Ekonomik Sonuçları (TEEB)” programı kapsamında Trucost tarafından hazırlanan yeni rapor dünyadaki en büyük endüstrilerin gelir oranlarını inceledi ve bunları 100 farklı çevresel zarar ile kıyasladı. Daha kolay okunabilmesi açısından bu 100 katagoriyi 6’ya indirgedi; su kullanımı, arazi kullanımı, sera gazı salımı, atık kirliliği, toprak kirliliği ve su kirliliği.
Rapor aslında bizlere açığa çıkan zararlar göz önünde bulundurulduğunda aslında hiç bir endüstrinin bu süreçten karlı çıkmadığını gözler önüne seriyor. Dünyanın yağ, et, tütün, maden, elektronik gibi devasa kar marjlarına sahip büyük şirketleri geleceğe karşı çalışıyor. Bizler de uzun dönem sürdürülebilir yaşamımızı hissedarların karları ile takas ediyoruz. Bu endüstrilerde şirketlerin sebep oldukları ekolojik zararlar için ödeme yapmaları durumunda, hepsinin sürekli bir zarar halinde olabilecekleri anlaşılmış oluyor.
Toprak ve Su kullanımı göz önüne alındığında, neredeyse hiçbir şirket ekosistemden aldıklarının değerini ödemiyor. Mesela, Nestle firması Kaliforniya’nın kurak arazilerinden herhangi bir limit söz konusu olmaksızın, açıklanmayan ancak çok düşük ücretlerde olduğu bilinen bir ücret ile, su çekiyor ve buna karşılık aynı suyu kuraklık ile zarara uğrattığı insanlara yıllık 4 milyar dolar kar ile tekrar satıyor.
Daha ürkütücüsü ise dolaylı zararların üstte belirtilenlerden daha büyük olması. Alttaki grafikte en fazla zararı veren 5 sektörü görebilirsiniz:
1- Soya ve Diğer Yağ İşlemeleri 2- Hayvan Doğrama İşlemeleri 3-Kümes Hayvanları İşlemeleri 4- Yaş Mısır Değirmenleri 5- Pancar Şekeri İmalatı
Burada et ve kömür işletmelerinin muhtemelen en büyük sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. En üstteki tabloya tekrar bakarsak, Güney Amerika’daki sığır çiftçiliğinin tüm getirilerinden 18 kat daha fazla çevresel zarara yol açtığını görebiliriz. Buradan yola çıkarak Amazon yağmur ormanlarının yüzde 91’inin katledilmesindeki en büyük nedenin hayvancılık olduğu daha az şaşırtıcı bir gerçek oluyor.
Peki bu şirketler yol açtıkları ekolojik zararları karşılıyor olsalardı ne kadar para kaybedeceklerdi? Aşağıdaki tablodan bunu görmek mümkün:
Bu açık olgulardan yola çıkarak mevcut sisteminin yozlaşmış ve kusurlu olduğunu görebiliyoruz. Peki bunun hakkında ne yapacağız? İlk olarak, tanıdığınız en kötü huylu çocuktan bile daha kötü olan bu şirketlerin “çevre duyarlı” oldukları yalanını durdurmamız gerekiyor. Eğer birisi gelip size bir reçelli ekmek hazırlamak için tüm mutfağınızı yok etse ve bunun için para talep etse ve tüm bunları yaptığı için kendisini sorumluluk sahibi bir aşçı olarak nitelese çok saçma olmaz mıydı?
Bu saçmalığa daha müsamaha göstermeyi kestikten sonra, daha nitelikli çözümleri gözlememiz ve desteklememiz gerekiyor. Ucuz gözüken ama aslında çevreye verdikleri zarar göz önüne alındığında çok pahalı olan ürünleri boykot etmeliyiz ve devletlere hukuki işlem yapılması için baskı kurmalıyız. Devlet veya müşteriler tarafından baskı görmeyen bir şirket neden kendisini değiştirmek istesin ki?
Kaynak: Exposing the Truth