Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz, Emel Anne belgeselinin gösterimi için geldiği Seferihisar’da söyleşi isteğimizi kabul etti. Kendisine bu inceliğinden dolayı ilk olarak teşekkür ettim. Oğlunu kaybetmiş, acısını yüreğinde taşıyan bir anneye sorular yöneltmek gerçekten zordu. Çünkü bazı acılar hiç eskimiyor.
Yukarıda bahsettiğim bu söyleşiyi sizlerle paylaşmadan önce kısa bir masalı dillendirmek isterim.
Masalın Söylediği
Bir zamanlar, uzak ülkelerden birinde bir avcı ve ailesi yaşarmış. Günlerden bir gün avcı ava gitmiş. Gittiği bu avdan da bir daha geri dönmemiş. İlk aylar evlatları babamız nerede diye sorarmış, karısı avcının ne zaman döneceğini merak eder, uykularına onun bir an önce dönmesini dileyerek dalarmış.
Gel zaman git zaman yaşamın hay huyuna dalan ailesi onu daha az anar olmuş. Öyle ki birbirini kovalayan yılların ardından avcıyı soran kimse kalmamış. Artık ne avcı varmış ne de avcıyı anan birisi. Karısı, çocukları bile onu hatırlamaz, ne zaman döneceğini beklemez olmuş. Bu arada dört kardeşin en küçüğü büyümüş, koşup, oynamaya, konuşup, söyleşmeye başlamış.
Bir gün bütün aile, ateş başında yemek yerken en küçük kardeş, “babamız nerede?” diye sormuş. Diğer çocuklar soruyu tekrarlamış, “babamız nerede, babamız nerede?” Artık at binecek kadar da büyümüş olan üç kardeş, analarına ve en küçük kardeşlerine veda ederek, ertesi gün, güneş doğarken, babalarını aramak için yola çıkmışlar. Günlerce yol gitmişler. Gecelerce at sürmüşler.
Bir gün konaklamak için durdukları bir mağarada, babalarının kıyafetlerine sarılı kemikleri görünce babalarının artık yaşamadığını anlamış ve ağlamışlar, ağlamışlar, ağlamışlar…
Onlar böyle ağlaya dururken, büyük kardeş, diğer ikisine, benim bir sihirli gücüm var, istersem babamızın kemiklerini birleştirebilirim demiş. Sihirli sözcüklerini söylemiş ve o sihirli sözcüklerini söyler söylemez babalarının kemikleri birleşmiş.
Kemiklerin birleştiğini gören ortanca kardeş, benim de bir sihirli gücüm var. İstersem babamızın kemiklerini yeniden deriye büründürebilirim, demiş ve sihirli sözcüklerini fısıldamış. Babaları şimdi evden ayrıldığı haliyle önlerinde yatıyormuş.
Nefes alsa yaşayacak gibi olan babalarına bakan küçük kardeş kendi sırrını açıklamış. Sihirli sözcüklerini söylemiş ve babalarının nefes almasını, gözlerini açmasını sağlamış.
Baba da çocuklar da bu duruma çok sevinmişler. Hep birlikte mutlu, mesut evlerine dönüş yolunu tutmuşlar. Avcı bu dönüş yolunda elinde onu hayata döndüren evladına vereceği bir asa tutuyormuş.
Köyde kalan en küçük kardeş dışında bütün kardeşler heyecanla köy meydanında alacağı asanın hayalini kurmaya başlamış. Büyük kardeş, asa elbette benim olacak diye düşünüyormuş. Ne de olsa kemikleri ben birleştirdim. Ortanca kardeş, babam asayı muhakkak bana verecektir diye geçiriyormuş aklından. Ne de olsa babamı bedenine ben kavuşturdum. Küçük kardeşe göre de asa muhakkak onun olmalıymış çünkü babasının nefes almasını sağlayan kendisiymiş.
Hayallerle geçen yolculuk bittiğinde avcının döndüğünü gören herkes çevresine toplanmış. Bir şenliktir başlamış. Bu arada asanın hikayesi kulaktan kulağa yayılmış, herkes asayı kimin alacağını merak eder olmuş.
Derken avcı asayı vermek için en küçük oğlunu yanına çağırmış.
Bu asayı beni hayata döndüren evladıma, en küçük oğluma veriyorum, demiş. Herkes beni unuttuğunda, nerede olduğumu sorarak, hatırlanmamı sağlayan ve beni yeniden hayata döndüren en küçük oğlumdur.
Avcının masalı burada bitmiş ama soranı, ananı, seveni, hatırlayanı çok olduğundan Ali İsmail Korkmaz’ın masalı devam ediyor. Emel Korkmaz, oğlunun acısını bağrına basıp, onu yaşatmak için elinden geleni yapan bir anne. Toplum olarak maruz bırakıldığımız şiddet sarmalda, varlığıyla, yaptığı işlerle, umut olacak bir güzel insan.
Ona ilk sorum burada bulunma nedeniyle ilgili, “Emel Anne” belgeselin hazırlanma süreci nasıl gelişti? Belgeseli izledikten sonra ne düşündü?
Ali İsmail Korkmaz Vakfı (ALİKEV) için İstanbul Maratonu’nda koşuyorum. Kazım Kızıl’la tanışan vakıf gönüllüleri ondan beni İstanbul Maratonu’nda çekmesini istemişler. Kazım Kızıl da büyük bir heyecanla kabul ediyor. Aslında oradaki amaç koşuya giderken çekim yapılması sonra süreç kendi kendine gelişiyor. Kazım, “neden sadece Emel Anne’yi koşarken çekeyim, onun yaşadıklarını bir belgesele çevireyim,” diye düşünmüş ve bu düşüncesinin sonucunda İstanbul Maratonu için başlayan çekimler belgesele dönüştü.
Kazım Kızıl bu belgese, üç sene boyunca emek verdi. 18 Mart’ta, Ali İsmail’in anmasında, Hatay’da yaptığımız Barış Koşusu’nda, Antalya Maratonu’nda çekimler yaptı. O, artık benim için evlatlarımdan bir tanesi, evimize geldi. Çalışmalarımızı, sınıflarımızı görüntüledi. Çekti.
Sonuçta güzel bir çalışma olmuş. Kazım’ın emeğine sağlık, teşekkür ediyorum Kazım’a, çok güzel bir belgesel hazırlamış. Bu da Ali İsmail’imi anlatmak için bize bir vesile oldu. Zaten altı senedir Ali İsmail’i hep anlatıyoruz. (Gözleri doluyor) Anlatmaktan gurur duyuyorum. Ali’yi anlatmaktan gurur duyuyorum. Ali’yi anlatırken ben rahatlıyorum.
Böyle anlarda insan ne diyeceğini bilemez. Elim ayağıma dolaşıyor. Ne sorsam, nasıl devam etsem derken, onun Ali İsmail’i kaybettikten sonra çok zor, tarifi imkansız bir acı içinde olduğunu ve uzun bir süre evinden dışarıya çıkmak istemediğini okuduğumu hatırlıyorum. Peki, sonrası nasıl gelişiyor? Emel Korkmaz’a, Emel Anne’ye bu soruyu yöneltiyorum.
Ali İsmail Korkmaz Vakfı’nın kurulması nasıl oldu? Neler yaşandı? Bize biraz bahsedebilir misin?
Biz Ali İsmail’i kaybettikten sonra ve öncesinde çok acılar yaşadık. Biliyorsun otuz sekiz gün hastane süreci oldu. Ali İsmail çok mücadele verdi. Çünkü yaşamayı, hayatı seven bir çocuktu. İnsanlara bir şey anlatmayı isteyen bir çocuktu. Otuz sekizinci günün sonunda maalesef Ali’yi kaybettik. Eskişehir’den Hatay’a giderken neden Ali’yi bu şekilde aldığımızı sordum. Çünkü severek Eskişehir’e gelmişti. Sevdiği bir bölümdü. Hatay’a gittik. Acımız çok büyüktü.
Sağ olsunlar, halkımız bizi hiç yalnız bırakmadı. Hiç yalnızlaştırılmadık. Tabii ki de Ali İsmail’den sonra hayat çok anlamsız. Az önce söyleşide çocukların resmine baktım. Neden ben burada oturmuşum diye kendi kendime isyan ettim. (Dolmuş olan gözyaşlarının akmasına ve sesinin titremesine engel olmaya çalışarak konuşmasına devam etmeye çalışıyor.) O kadar çocuk varken… Sanki Ali’m uzaktan bana bakıyordu….
Bakıyordur, diyebiliyorum sadece.
Sonra hep Ali İsmail için bir şey yapmaya çalışan insanlar bizi davet etti. Ben buna duyarsız, kayıtsız kalamazdım. Ki bugün olduğu gibi… (Belgeselin gösterimi için davet edildiğinden Hatay’dan Seferihisar’a gelmiş bulunuyor.)
Altı sene geçmiş olmasına rağmen hâlâ insanlara Ali İsmail’i anlatmak için Ali İsmail’i anmak için bir şey yapmaya çalışıyoruz. Canım yanmıyor mu? Canım yanıyor. Aslında bundan gurur duymam gerekiyor. Bu kadar sene geçmesine rağmen halen oğlumun adı anılıyorsa, Ali İsmail insanların belleğinde yer etmişse bu benim için yüksek bir gurur olmalı, ben onun acısını bu gururla yaşıyorum.
Sizin bir dalınız koparıldı ama o dal şimdi dünyaya kök saldı. Ali İsmail artık çok başka biçimlerde yaşıyor. Ali İsmail’in hayattan koparılışının yarattığı karanlık tabloya rağmen yaptığınız işler gelecek kuşaklara umut dolu vaatlerle büyüyor. ALİKEV ve ALİKEV’de yürütülen projelerle Ali İsmail yaşıyor. Bildiğim kadarıyla ALİKEV, pek çok öğrenciye burs veriyor. Aynı zamanda sanatçılara destek projeleriniz var. Afrika’da açlıkla ve susuzlukla mücadele eden bir köye yaptığınız yardımlar var.
Bunlar hakkında da bilgi verebilir misiniz?
Vakfın çıkış noktasından başlayayım. Ali İsmail her şeyi not ederdi. Ali İsmail on yedi yaşındayken arkadaşlarını örgütleyip,Toplum İçin Gençlik adlı bir grup kuruyor. Sınıfta arkadaşlarına, arkadaşlar size bir fikrim var gelip beni dinlerseniz mutlu olurum ama fikrime uyarsınız, uymazsınız o sizin kararınız diyor. Toplanıyorlar. Arkadaşlarına önerilerde bulunuyor. Toplum İçin Gençlik adlı bir grup kuralım. Faaliyetler yapalım. Okul bahçesini temizleyelim. Kimsesizler yurduna gidelim. Huzurevine gidelim. Köy okullarına kitap toplayalım. Doğa yürüyüşleri yapalım. Çocukları eğitelim gibi öneriler. Arkadaşları da buna çok olumlu bakıyor. Bunun üzerine Ali İsmail çok mutlu oluyor. Arkadaşları onun fikrine saygı duyduğu için.
Napalım, ilk icraatımız ne olsun, diye konuşuyorlar. Okul bahçesini temizleyelim, diyorlar ve okul bahçesini temizliyorlar.
İkinci yapmak istedikleri şey huzurevine gitmek. Huzurevine gidecekler ve öğrenciler tabii. Kiminin maddi durumu iyi, kiminin değil. Arkadaşlarından bazıları biz gideriz diyorlar ama yol paramız yok. Bizim paramız yok. Bunun üstüne Ali İsmail siz yeter ki benimle gelin, yol ücretini ben karşılayacağım demiş. Bizim bir komşumuzun oğlu dolmuş şoförlüğü yapıyor. Gidiyor onunla konuşuyor. Sonra huzurevine gidiyorlar.
Kimsesizler yurduna oyuncak, kıyafet götürüyorlar. Köy okullarına kitap götürüyorlar. Ali’nin odasına her geçtiğimde gözümün önüne gelir o kitaplar, yatağının ucunda, derdi ki; “annecim bunlara dokunma, bunları köy okuluna göndereceğiz. Biz de köyde yaşıyoruz ama daha uç köylerde yaşayan çocuklar var. Onlara kitap götüreceğiz. Orada kaç çocuk kitaba ulaşabiliyor ki? Onların daha iyi eğitim almaları için kitapları götürüp, onlara vereceğiz.” Bunu yaptı Ali İsmail.
Engelli kardeşlerimiz için kapak toplama kampanyası vardı. Kapak topladı arkadaşlarıyla, çuvallarca kapak topladılar ve bütün mahalleli inan, Ali İsmail kapak topluyor diye kapak toplayıp Ali İsmail’e getirirdi. Ali İsmail’e destek olmak için.
Sonra işte bizim çocukları, aile geniş, hepimiz bir arada yaşıyoruz. Her gün evde toplayıp, kitap okuturdu. En iyi özet çıkarana hediyeler alırdı. Ben ona hep derdim, bak oğlum sen yetişemezsin. Anne derdi, alacağı hediyenin maddi değeri değil önemli olan, maneviyatı önemli ve benim çocukları okumaya teşvik etmek amacım var.
Tüm bu yaptığı şeyleri not ediyor Ali İsmail. Sonra maalesef Ali İsmail bütün bunları yaparken darp ediliyor üniversite birinci sınıftayken. Bu notlar bize bir vasiyetmiş gibi oldu. Onun defterinde gördük. Baktık. Onun için sadece evde oturup göz yaşı dökmek ona haksızlık olurdu. Çünkü Ali İsmail bu kadar şey yapmışken, bizim hiçbir şey yapmamamız, Ali’nin kemiklerini sızlatırdı. Bu düşünceyle vakfı kurduk.
Vakıf çok iyi işliyor. Beşinci senesini doldurdu. Ali İsmail’in ölümünden sonraki yaş gününde açılışımızı yaptık. Çok güzel destekler alıyoruz. Bu güzel desteklerle bu yıl iki yüzü aşkın öğrenciye burs vermeyi hedefliyoruz. Geçtiğimiz sene yüz altmış yedi çocuğumuza burs verdik. Beş ilde Ali İsmail’in yarım kalan işlerinin devamını getirebilecek Düş Elçileri ekiplerimiz var.
Bildiğim kadarıyla üç ildeydi. Şimdi beş il olmuş. Hangi illerde düş elçileriniz var?
Evet beş il oldu. İstanbul, Adana, Mersin, Eskişehir ve Hatay. Giderek de büyütmeyi hedefliyoruz. Genç sanatçı fonumuz var. Sanatçıların projelerine destek için. Müzik stüdyomuz var. Müzikle ilgilenen çocuklarımıza çalışmalarını yapabilmeleri için. ALİKEV Müzik Topluluğu ekibimiz var. Çok iyi işliyor.
Ben vakfın açılışından sonra iki sene hep vakıftaydım. Orada pırıl pırıl gençler var. İki odadan oluşan kütüphanemiz var. Bunların hepsi bağışla oluyor. Biriktirilen kitaplar yani hiçbirini kendi paramızla almadık. Hep bağışla toplanan kitaplar. Aynı kitaptan iki, üç tane geliyor. Onlarla köy okullarına kütüphane yapıyoruz. Farklı farklı yerlerde kütüphaneler kurduk Ali İsmail adına, farklı farklı biçimlerde yaşatmaya çalışıyoruz. Hatay’da Barış Koşusu düzenleniyor.
Ali’yi kaybettiğimiz gün bir anmamız oluyor. Yani acıyla değil de Ali İsmail’i iyilikle, yaptıklarıyla, yaşatmak için bütün bu etkinleri yapıyoruz. Ali İsmail’in yaş gününde yine bir anma etkinliği oluyor. Bu şekilde yaşıyor ve Ali İsmail’i yaşatmaya çalışıyoruz.
Afrika’daki bir köye de hayat götürdünüz. Bundan biraz bahsedebilir misiniz?
Ali İsmail israfa karşıydı. Diyelim bir bardaktan su içtim. Su bitmedi onu atmama izin vermezdi. Anne ne olmuş bir defa su içtin, bir daha içersin, derdi. Fazladan bir bardak almama bile karşıydı yani. Neden? Çünkü dünyada bu bardaktaki suyu bulamayan milyonlarca insan var ve eline bardağı alırdı böyle bu bardaktaki suyu içmek için bulamayan milyonlarca insan var, derdi neden sen fazladan alıyorsun diye tepki gösterirdi.
Sofrada hiçbir zaman yemek ayrımı yapmadı Ali’m. Bizim ailede hep örnek gösterilirdi. Benim bu masaya konan yemeğe itiraz etme hakkım yok, derdi. Çünkü dünyada milyonlarca aç insan var. Bizim önümüze gelene razı olmamız gerekiyor. Ekmeklerin artanları için, ne olmuş bu ekmeğe, bir daha sofrayı kurduğunda koyarsın, yeriz, derdi. İsrafa hep karşıydı.
Ali İsmail’i kaybettikten sonra Eskişehir’e heykeli dikildi, biliyorsun.
Evet.
Avuçlarıyla kuşlara su veriyor. Afrika’daki o köydeki çocuklar beş yaşına gelmeden, temiz suya ulaşamamaktan ölüyorlar maalesef. Yani dünyamız o kadar zenginken dünyanın bir köşesinde çocuklar beş yaşına gelmeden temiz suya ulaşamadıkları için ölüyorlar. Ali İsmail burada kuşlara su veriyor neden Afrika’da çocuklara can vermesin diye orada bir kuyu açtırdık. Ali İsmail’in adına bir kuyu açtırdık Afrika’da Gambia’da. Oradaki insanlar en ufak bir şeye mutlu olan insanlar. Tabii ki su çok önemli bir şey.
Biz ilk gittiğimizde çok etkilendik oradan. Biz o köyü kardeş ilan edelim, dedik. İhtiyacınız nedir, diye sorduk. Bizim üç tane temel ihtiyacımız var, dediler. Su, bahçe. Orada her türlü sebze yetişiyor ama yabani hayvanlar gelip onları talan ediyor diye bahçe istediler.
Su, bahçe ve değirmen. Kadınlar bir yemeği hazırlamak için üç saat boyunca havanda pirinci dövüyor. Bütün elleri nasırlaşmış.
İlk sene kuyu açtırdık. Geçen sene kadın bahçesi yaptırdık. Bu sene de değirmeni yaptıracağız. Elektrikleri de yok. Seneye büyük ihtimalle elektriklerini götüreceğiz. Bunlar da hep desteklerle, bağışlarla, sağ olsunlar insanlarımızın katkılarıyla yapılan şeyler.
Bu noktada bir şey sormak istiyorum. Ali İsmail Korkmaz Vakfı’na yani ALİKEV’e bağışta bulunmak isteyen insanlar sadece nakdi olarak mı bağışta bulunuyorlar? Bildiğim kadarıyla Mahalleden Öyküler kitabının geliri de ALİKEV’e bağışlandı. Bağış için buna benzer biçimler de var mı?
Kitap yollayan da oluyor kitabının gelirini bağışlayan da. Yaptığı bir konser ya da tiyatronun gelirini bağışlıyorlar. Bir ara bir el işi sergisinden gelen geliri vakfa bağışladılar. Yani yaptıkları bir işin, etkinliğin gelirini de vakfa bağışlayabiliyorlar.
Peki sizinle nasıl iletişim kurabiliyorlar?
ALİKEV üzerinden kurabilirler. Telefon numaralarımız da var ALİKEV’in internet sayfasında.
Düş Elçisi olmak isteyenlerin saydığınız beş ilde yaşamaları gerekiyor değil mi?
Evet, evet. O illerde yaşıyor olabilirler. Orada okuyor da olabilirler. Geçen hafta kampımız vardı. Genç Düş Elçileriyle ilgili bir kamp, bir hafta Mersin’de Toroslar’da kamp yaptılar.
Ali İsmail’in yarım kalmış düşlerini sürdürebilmek için.
Emel Anne, son olarak bizlere söylemek istediğin bir şeyler var mı?
Ben her şeyden önce herkese çok teşekkür ediyorum. Ali İsmail’i sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde sahiplenen insanlar oldu. Yüreğinde hisseden çok insan oldu. Evinin çocuğuymuş gibi hisseden çok insan oldu. Gerçekten Ali İsmail’in ruhunu hep yaşattılar.
Ali İsmail hayattayken baba vardı başımızda, Allah eksiğini göstermesin ama hep yurt dışındaydı. Ben çocuklarıma hem annelik hem babalık yaptım. Hiçbir zaman çocuklarım hakkında bir şikayet gelmedi. Hep çok saygılılardı. Ne yaptığını bilen, ne yapmak istediğini bilen çocuklar yetiştirdim. Ali’nin kaybıyla birlikte, insanların yüreğinde yer etmesi beni yaşattı. Ben bu acıyı yaşamadan önce bir anne bana ölmüş çocuğuyla ilgili, gurur duyuyorum onunla dese, ne alakası var, derdim ama gerçekten büyük bir gurur yaşatıyormuş. Yaşanıyormuş. (Emel Anne’nin yeniden gözleri doluyor.)
İyi ki varsınız, diyebiliyorum.
Siz de iyi ki varsınız. Sizler olduğunuz sürece ben ayakta kalacağıma inanıyorum. Çünkü Ali’yi yaşatmak, Ali’yi anlatmak bana huzur veriyor.
Emel Korkmaz’a, acısından hayat çıkarmış, Ali İsmail’i iyilikle yaşatmaya çalışan, bu güzel anneye, söyleşimiz için yeniden teşekkür ediyorum.