İkinci Gıda Çalıştayı üzerinden vakit geçti. Karşılaşmalarımızı yaşadık. Açılımlar oldu, ihtiyaçlar açığa çıktı gıda topluluklarının ortak niyetleri bizleri buluşturdu. Biriken izlenimler ve gözlemlere dair geliştirmeyi hep beraber okuyalım.
Sorun nereden başladı? Dışsallıktan başladı. Endüstriyel gıdalardan, hızlı hazırlanmış yiyeceklerden, genetiği değiştirilmiş gıdalardan, bunlarla pişen yemeklerden, değiştirilmiş gıdaların vücudumuza yaptığı etkilerden bıraktığı izlerden başladı değil mi? Birim metrekareden daha fazla ürün alma ihtiyacı, daha fazla “kâr” elde etme ihtiyacından ötürü kimyasallar kullanıldı, tohumlar değiştirildi. Bu ani hızlandırıcı etki, etkisi hemen görülmeyen -ama beş on sene gibi aslında kendi döngüsünde oldukça kısa bir sürede- olumsuz sonuçlarla bize geldi. Toprak değişti. Hava, su değişti. Organik denilen sistem geldi. Peki.
Dışsallık.
Dışını gördüğümüz bir olaya dışarıdan, dışsal bir değişim talebiyle yaklaşıyoruz ve belli değişkenlere sahip olduğunuzda ( para gibi ) bunu alabiliyoruz. Endüstriyeli var, organiği var. Seç, beğenmeye de bilirsin ama bir şekilde alacaksın. Diyorum ki, neden dışını bu kadar dert ediyoruz? Çalıştayda sık sık geçiyordu, gıda üreticileri diye bir tabir kullanılıyordu tüketiciler için, doğru gıdaya ulaşalım, aracısız, organik, doğal yollarla üretilmiş elde edilmiş gıdaya ulaşalım. Bu yüzden bir araya geldik.
Tamam.
Peki, insan denilen ara geçiş varlığının nasıl besinleri olabilir? Soru buradan başlasa daha derinden alırız konuyu ve dışsallıktan da çıkarız gibi, değil mi? Biz ne yemeliyiz? Ne yiyebiliriz, işte soru bu. Bu soruyu sorduğumuzda işler değişir ve insanın ne olduğunu anlamalıyız önce diye bir cevap gelir. Biz hep fiziksel besinlerle beslenme üzerinde durduğumuzda, asıl besinleri göremiyoruz. Bu çok normal, çünkü fiziksel besinler görünür besinler, kaba besinler. Bedene canlılık enerjisi sağlar. Peki, canlılık enerjisini aldık, sağlıklı yedik, organik yedik, ata buğdayı yedik, sonra?
Ne vereceğiz sonra insana? İşte bunu cevabı yok. Bu kısım eksik olduğunda başı olmayan tavuk gibi gezinip duruyoruz. İstediğin kadar organik ye, bedensel bir hazla devam edersin eğer içsel nedeselliği yakalayamadıysan … Özgür üretici, sağlıklı üretici, dayanışma, ilaçsız doğal, gezen tavuk, hava alan hayvanlar … Bu liste çoğalır gider. EE? Sonra? İnsanı besleyebildik mi? Fizik beden kendine geldi, temiz enerjiler üretti peki ya sonra? Bedeni bu dünyaya bırakacaksın, peki bedeni beslemek için bu dehşet ve özdeşleşilmiş çaba da neyin nesi? Neden bu kadar yatayda kalıyoruz.
Fizik beden enerjisi, bizi daha üst merkezlerle ve diğer merkezlerle iletişim, karşılaşma ve bağ kurmak için gerekli olan hareket enerjisini verir. Şöyle eskilere gidelim basitleştirelim, adam gidip hayvanı avladı geldi bir güzel yedi, şimdi ne yapacak? Duvara sanat eseri mi çizecek, ağacın dalındaki elmayı mı alacak, ölüsünü mü gömecek, totem mi yapacak, dua mı edecek, savaşmak için silah mı yapacak… Bizim de sorumluluğumuz böyle. Hareket merkezini besledikten sonra entelektüel merkez için ince enerjiler hazırlar beden, bunu kullanmamız gerekir, bunu varlıksal ihtiyacımız doğrultusunda kullanmamız gerekir. Peki varlıksal ihtiyacım ne? Hayatın nedenselliğini anlamakta, buraya ne yapamaya geldiğimizi anlamakta kullanmamız gerekiyor. Yoksa beden niye verildi? Sen organik ye haz al, kalp kalp kalp, yoga tai chi yap diye mi?
Yaratılıştaki sorumlu olduğun parçayı ve görevi bulmak, burada sıkışıp kalmış kıvılcımları parlatmak değil midir bizim yürüyüşlerimiz… Kendimizi bilmenin, Rabbi bilmek olduğunu öğrendiğimizde, dinler üstü bir realite ile algılamaya geliriz yolculuğu.
Bedenimizi en iyi şekilde besleyelim, ona iyi bakalım ki bizi daha yukarıya taşısın. Yukarıya, an’ın içindeki yukarıya gidelim. Yaptıklarımızla özdeşleşmeden, varlığın bir parçası olduğumuzu bilerek yapalım.