Türkiye’de gençlik ve otonomi bağlantısından bahsetmeden önce gençlik ve otonomi kavramlarının üzerinde durmak, kavramlar arasında ilişki kurarken bizi oldukça rahatlatacaktır. Bu gerekçeyle ilk olarak gençlik ve otonominin kısaca tanımlarını yaparak başlamak gerek.
Gençliğin çocukluk ile yetişkinlik arasında bir “geçiş” dönemi olduğu tanımı yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu tanımın yanı sıra Türk Dil Kurumu (TDK), gençliği “insan hayatının ergenlikle orta yaş arasındaki dönemi” olarak tanımlar. İlk tanımdaki “geçiş dönemi” ve TDK’nın tanımındaki “ergenlikle orta yaş arasındaki dönem” vurguları bizlere bazı bilgiler vermektedir.
Gençliğin geçiş dönemi olarak görülmesi, gençlik politikası yapılmasının önünü gizli olarak kapatmaktadır, çünkü geçici olan üzerine politika geliştirmek veya yapmak çoğu zaman “yararsız” olarak görülmektedir. “Ergenlik ve orta yaş arasındaki dönem” olarak kurulan bir cümlede ise ergenlik dönemini ve orta yaş döneminin gençlik tanımı içerisine girmediği münferittir. Bu tanım ergenlik ve gençliği birbirinden ayırmaktadır. Fakat gençliğin sabit bir yaş aralığı olmadığına da dikkat edilmesi gerekmektedir. Gençlerin kendi içerisinde homojen bir yapısı yoktur. Bu nedenle gençlerin farklı ihtiyaçları olduğu göz ardı edilmemelidir.
Gençlik; modernitenin, kentleşmenin ve endüstri toplumunun bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Modern sanayi toplumunun ortaya çıkmasıyla beraber gençlik de bir sosyal kategori olarak görülmeye başlanıyor. Gerekçelendirmek gerekirse sanayi toplumu, makineleşmenin yanı sıra kol gücünün -emeğinin- kullanımı üzerine kurulu ve üretimi arttırmak için sürekli olarak yeni çalışanlara –işçilere- ihtiyaç duyan bir toplum modelidir. Bunun yanında gençlik, ulus-devletlerin kurulma aşamasında hem potansiyel iş gücü hem de toplumları inşa eden aktörlerden biridir.
Kendi yasalarını koyup hürriyetini belirleme
Otonomi ise TDK’da özerklik olarak tanımlanmaktadır. Özerklik olarak tanımladığımız zaman kavramımızın merkezi örgüt yapısını reddettiğini yani âdem-i merkeziyetçi bir yapıya sahip olduğunu görmekteyiz. 18’inci yüzyıla bakarsak eğer Montesquieu’da olan teslimiyet teorisine karşı bu kavramda Rousseau’cu bir duruş vardır diyebiliriz.
Otonomi kavramını yalnızca özerklik olarak tanımlamak yeterli olmayacaktır. Etimolojik olarak Yunanca –doğru ifade etmek gerekirse Grekçe- kökenli olan “auto” yani öz-kendi gibi anlamları olan kelime ile “nomos” yani yasa-kural veya norm gibi anlamları olan bir diğer kelimenin birleşmesi ile oluşmuştur otonomi kavramı. Buradan hareketle otonomi kavramı insana kendi kurallarını-yasalarını koyabilme hürriyetini vermektedir. Ufak bir not olarak diyebiliriz ki Kant ahlak anlayışını otonom olan insandan başlatır. Buradan hareketle ödev –insanın kendisine verdiği sorumluluk- etiğini veya bir başka ifadeyle niyet etiğini açıklar. Bu etik türüyle deontolojik etik olarak da karşılaşılabilir.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun 2014 yılında ortaya koyduğu rapora göre dünya üzerinde 1,8 milyar genç bulunmaktadır. Gençler gerek yasal düzlemde gerek toplumsal algıda bir tahakküm ve kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Gençlerin buna “muhtaç” olduğunu düşünen bir yapı olduğunu söylemek bu bağlamda pek de yanlış olmaz. Türkiye’de 15-29 yaş arası genç nüfus, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2013 raporuna göre 18 milyon 978 bin 78 olarak belirlenmiştir. Bu verilerden hareketle gençliğin otonomisinden bahsedilmesi sonucu zorunlu olarak çıkmaktadır.
Otonom bir gençlikten şu an söz edemiyoruz
Peki, günümüz toplumunda otonom bir gençlik olduğundan bahsetmek mümkün müdür? Bir eğitim kurumunda eğitim gören, bir işte çalışan, bu iki alanda da bulunan veya bu iki alana da dahil olmayan gençler vardır. Bu alanlardaki gençlerin reel durumu baz alındığında otonom bir gençlikten bahsetmek pek de mümkün değildir.
Gençlerin otonomisinden bahsedebilmek için öncelikle gençlerin farkına varmak gerekmektedir. Toy, gelişmemiş, deneyimsiz olarak tanımlanan gençlerin otonom varlıklar olarak kabul edilebilmeleri ve kendilerini otonom bir varlık olarak tanımlayabilmeleri için öncelikle söylemde ciddi bir revizyon gerekmektedir. Kendi yasalarını kendisi koyan veya konulmuş yasaları kendi iradesi ile kabul eden bir gençlik tanımının salt olarak özel alanda değil, kamusal alanda da gerçekleşmesi gerekmektedir.
Gençler; eğitim, sağlık, çalışma, adil gelir gibi ikinci kuşak haklar olarak tanımlanan haklardan yararlanırken bu hakların kapsamı hakkında değerlendirmeler yapan ve yargıya varan karar mekanizmasının bizzat içerisinde olmalıdırlar. Bu da gençlerin, politikanın bir öznesi olması ile mümkündür. Gençliğin bedenen ve zihnen eğitilmeye muhtaç olduğu anlayışının yerini, güçlü argümanlarla sağlam bir zemini olan ve gençlerin bizzat içerisinde olduğu gençlik politikaları almalıdır. Bu nedenle gençlerin politik alan içerisinde olması teşvik edilmelidir. Gençlik politikasının içeriği hakkında konuşmak ise başka başlık/lar altında daha verimli olabilir.
Gençleri toplumsal değişimin öznelerinden birisi olarak görmek yaşadığımız dünyayı daha müşterek bir hale getirecektir.