Seçimler bir geçsin hele diyenlere duyrulur. Seçimler geçti. Hayat üç beş güne kalmaz, olağan akışına dönecek. Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacağız? Hayır, her şey daha yeni başlıyor.
Aslında zor olmayacak. Olağan akış içinde nelerin bulunduğunu herkes biliyor. Bombalar, kaçak yapılaşma, renk renk yalanlar, geçim derdi, asgari ücret, kaçak yapılaşmanın üzerine yıkıldığı insanlar, bizzat yıkımda görevli insanlar, iş güvenliksiz işçiler ve sömürülen tüm canlı hayat üyeleri.
Unutacağız. Unutulan diğer 3-5 şey gibi, 3-5 günde unutacağız ve devam edecek artık alıştığımız o akış. Bazı erkeklerin televizyonlarda, meclis denen yerdeki ceylan derisi koltuklarda oturmak ve bağırmak suretiyle düzenledikleri kavgalarının bize, evlilik ve “hayatta kalabilenlerden misiniz, biliyorsunuz hayat bir survivor” programlarıyla eş zamanlı empoze edilmesi süreci ile devam eden akışa, kadın cinayetleri ve çocuk işçiliği eklenecek. Her türe dahil canlıların başına gelebilecek muhtelif tecavüzler ve ardından ana haberin kapanışında birbirine sarılan köpek ile iki gözü farklı renkli kedi.
Mecliste dört sene kadar görev yapacak 550 kişiden 83’ü kadın kişisi. Mecliste görev yapacak kişiler arasında vegan, eşcinsel biri de yok. Eğitim sistemi de sürekli değişiyor zaten. Ne yapmaya çalışıyorlar, her yer imam hatip, her yer değişik grup sempatizanı. Basın özgürlüğü desen hak getire, esnaf da kan ağlıyor habire. Durum bu kadar kötü mü? Ne yapalım, hayata küsüp mücadeleyi bırakalım mı?
Hiçbir insanın yaşama amacını, yaşadığı ülkedeki siyasi şartlar, siyasi şahıslar ve kanunlar belirleyemez. Yaşama amaçlarımızı, içselleştirdiğimiz fikirler belirler. Neyi içselleştireceğimiz de tam olarak vicdanımızla aklımızın kesişimi tarafından belirlenir. İçselleşen yaşam amacı da öyle her umutsuzsuz durumda hemen değişkenlik göstermez. Akıl ve vicdansa hepimizde var, kullanmak bize kalmış.
Hayvan özgürlüğü insanın da kurtuluşu olacak. Ormanlar asgari ücret veya sigortalı çalışmaktan daha fazla önemli yaşamın devamı için. Yaşlılıkta hastaneye gitme gereği olmasını neye borçluyuz acaba? Bencilliğimiz olabilir galiba… Bu yüzden özgürlük düşlerimizi bencilliğimizden ayrıştırarak gerçeğe dönüştürebileceğimizin bilincine varmalıyız. Artık üzülmek ve dövünmek yerine, aydınlık günlere duydugumuz isteğin, gerçeğe dönüşmesini umduğumuz hayallerimizin peşinden daha da hızlı koşabilmek için bir kırbaç darbesi bu. Arkasında, içinde insanların olduğu bir araba çeken atın mutsuzluğundan keyif alan faytoncu gibi birileri. Artık arabaya kahretmektense daha hızlı koşmaya ihtiyacımız var. Koşarak, çok çalışarak ve çok konuşarak durdurabiliriz ancak yalanları.
Faytona binmeyin, atlar sahiden mutlu değil bu düzenden. Daha çok empati yapın. Ve lütfen artık birbirinizi suçlamayın. Olgunlaşmamış bir toplumun çocuklarıyız biz. Çocuklarla, dayatarak değil oyunla ve sabırla konuşulduğunda hem öğrenme süreci hızlanacak hem de akılda kalma süresi.
Suçu ortamıza alıp yakan top oynamak çözümün de sürecin de parçası değil, hiç olmadı. Sistemin düzenlediği bir kurmacadan daha fazlasını beklemek belki de bizim hatamızdı. Sistemde köklü değişiklikler yapmalıyız gerçek ve manalı bir toplum düzeni için. Bu da huniyle insanların beynine bilgi, fikir ve pratik akıtarak olmayacak elbet. Saygı, eğitim ve çok çalışmak bizim en geçerli dostlarımız olmalı önümüzdeki pek çok yıl.