Dünya nüfusunun büyük bir kısmı şehirlerde yaşıyor. Önümüzdeki 35 yıl içindeyse nüfusun % 66’sının şehirlerde yaşayacağı tahmin ediliyor. Binalar, otomobiller, ofisler ve alışveriş merkezleri, yaşamımızda doğal ortamlardan daha fazla yer kaplamaya başlarken, doğayla olan etkileşimimiz giderek azalıyor. Doğayla iç içe olan yerlerde yaşasak bile, kendimizi dışarı atmayı ve doğaya dokunmayı pek tercih etmiyor ya da buna vakit bulamıyoruz. Sürekli teknolojiyle iç içe olunca da önemli bir şeyi, gerçek dünyayı kaçırabiliyoruz. Eski kuşaklarla karşılaştırıldığında şimdiki çocuklar doğal ortamlarda daha az zaman geçiriyor.
Doğayla bağ kurmaya doğuştan eğilimliyiz. İnsanlar doğal ortamlarda evrildi; ekolojik çevreye derinden bağlıyız. İnsan yapımı çevrenin oluşumu ise çok daha sonra başladı. Bu nedenle yeşil alanlar ve doğanın diğer sunduklarına duyulan istek, sanki “yeniden eve dönmek” gibi. Doğa, bize güven ve ait olma duygusu veriyor. Tıpkı çocuğun annesine duyduğu ihtiyaç gibi biz de doğaya benzer bir ihtiyaç duyuyor ve onun rahatlığını arıyoruz. Doğanın bizi büyütücü, iyileştirici etkisini hissediyoruz sürekli.
Doğanın bize iyi geldiğini içten içe biliyoruz ama acaba gerçekten öyle mi? Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar, bunu destekler nitelikte.
Doğa psikolojik ve fiziksel sağlığımıza katkıda bulunuyor
Doğayla bağ kurmak ve doğada zaman geçirmek, yaşamdan daha fazla doyum almamıza ve olumlu duygular hissetmemize yardımcı oluyor. Bu durum, havanın iyi ya da kötü olmasından, günün hangi saatinde doğayla iç içe olduğumuzdan veya nerede olduğumuzdan bağımsız. İster öğlen tatilinde dışarı çıkıp yemeğimizi yeşil bir alana yakın yerde yemek olsun, ister hafta sonu sahilde denizi seyretmek veya yürüyüş yapmak olsun, ister hava kapalı da olsa bir parkta hava almak olsun, insanların inşa ettiği çevreyle karşılaştırıldığında doğadayken daha mutluyuz. Hem, tatillerimizin çoğunu deniz kenarında veya yeşile yakın yerlerde geçirmek istemiyor, doğal manzaraları keşfetmek için başka şehirlere, ülkelere seyahat etmiyor muyuz?
Doğanın psikolojik yaşamımıza pek çok olumlu etkisi var. Yeşil alanlara yakın yerlerde yaşayanlarda daha az stres görülüyor, dışarıda yaptığımız aktiviteler genel olarak yaşam kalitemize katkıda bulunuyor, doğal ortamlarda bulunmak bilişsel yorgunluğa iyi geliyor, dikkati geliştiriyor, ayrıca sosyal açıdan da bizi açıyor ve ilişkilerde daha canlı olmamızı sağlıyor. Bahçe, park, orman, kumsal gibi doğal alanlarda vakit geçirmek kan basıncını ve kaygıyı azaltıyor, uykuyu düzenlemeye yardımcı oluyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor.
Bu konuda yapılan daha ilginç araştırmalar da var. Doğa fotoğraflarını gören insanlarda neşe, rahatlık, sakinlik, umut, merak gibi duygular uyanırken, bina fotoğrafları görenler stres, kıskançlık, iğrenme, rahatsızlık gibi duyguları daha çok hissediyor. Ayrıca doğayla ilgili kısa videolar izleyen insanların başkalarına karşı daha cömert olduğu ve onlara daha fazla güven duyduğu görülüyor. Bunun nedeni ise doğanın güzelliğini görünce daha iyi hissetmemiz ve bunun da bizi daha olumlu davranışlara itmesi. Sadece 2 hafta doğayla iç içe zaman geçiren insanların bile yaşamda daha fazla anlam bulduğu ve kendini daha iyi hissettiği, bir diğer araştırma sonucu.
Fiziksel sağlığa gelince… Elbette doğa, sağlığımız için bir mucize değil; ancak katkısını da göz ardı edemeyiz. Ameliyat sonrası hastane odaları bitkilerle süslenmiş olan hastaların daha az ağrı ve kaygı yaşadığını, daha az ağrı kesici aldığını gösteren araştırmalar var. Yeşile ne kadar maruz kalırsak, doktora o kadar az başvurma ihtiyacı duyuyoruz. Doğayla olmak yüksek tansiyonu azaltmaya da yardımcı oluyor. Ayrıca hastane odası yeşil bir alana bakan hastaların, doğa manzarası olmayan hastalara göre daha çabuk iyileştiği sonucu da oldukça ilgi çekici.
Doğaya sadece dikkatimizi vermek bile iyi hissettiriyor
Yaşam kalitemize ve mutluluğumuza katkı yapması için doğayla illa uzun süre birlikte olmak veya koşu, piknik, yürüyüş gibi etkinlikler yapmamız gerekmiyor. Gün içinde doğaya daha fazla dikkatimizi vermek bile psikolojik olarak daha iyi hissetmemize yardımcı oluyor. Örneğin işe giderken eğer varsa etrafımızdaki (küçük de olsa) yeşil alanları, denizi, nehri, gökyüzünü, bulutları, yağmuru, güneşi fark etmeye çalışmak ve dikkatimizi bir süre doğaya vermek, duygu durumumuzu az da olsa değiştirmek adına yeterli. Bunun yanında doğada yapılan egzersizle spor salonlarında yapılan egzersizin etkileri bile farklı. İlki diğerine göre olumlu duygularımızı daha çok artırırken, aynı zamanda olumsuz duygularımızı azaltmakta da daha etkili.
Doğayla iç içe olmak kendimizi ve çevreyi korumaya yardımcı oluyor
Eğer doğayla etkileşiminiz fazlaysa, muhtemelen kendinizi ve çevrenizi koruyucu davranışlar sergilemeye daha eğilimlisinizdir. Örneğin yeşil alanlara yakın yerde olanlar, doğada daha fazla vakit geçirenler veya doğayla daha çok bağ kuranlar daha çok egzersiz yapıyor, sigara gibi alışkanlıkları daha az, daha sağlıklı yeme alışkanlıklarını tercih ediyor ve daha fazla sosyalleşiyor. Ayrıca bu kişiler çevreye daha duyarlı olduğu gibi hayvanları daha çok seviyor ve koruyor.
Çocukluklarında doğada vakit geçirmiş olanlarımız ise yetişkinlikte de diğerlerine oranla doğayla daha fazla iç içe olmaya eğilim gösteriyor. Doğaya yeterli derecede maruz kalmayan çocuklarda depresyon ve yeme bozukluğu riski fazlayken, dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunu yaşayan çocuklar için doğanın iyileştirici bir etkisi var. Doğal dünyaya maruz kalan çocukların daha cesur ve yaratıcı olduğu da biliniyor. Bu nedenle çocukları doğayla iç içe yetiştirmeye çalışmak, binaların içine hapsetmemek, doğanın güzelliklerini onlara anlatmak, çevreyi nasıl koruyacağımız konusunda bilinçlendirmek çok önemli. Bu, kendilerine olduğu kadar gezegene de fayda sağlayacaktır; çünkü doğayla bağ kurduğumuzda onu daha fazla koruyor ve kendi yaşam kalitemizi artırmaya yönelik daha fazla girişimde bulunuyoruz.
Kendimizi doğayla buluşturmak mümkün
Peki, bu konuda neler yapabiliriz? Ne yazık ki büyük şehirlerde yaşıyorsanız, doğal alanlar bulmanız oldukça zor olabilir. Ancak yine de bazı olanaklar yaratmak mümkün. İşte bazı öneriler:
- Gün içinde bilgisayarınızdan veya telefonlarınızdan bir süre uzaklaşıp kendinizi dışarı atın ve zihninizi rahatlatmaya, zihinsel yorgunluğunuzu atmaya çalışın.
- İster günlük televizyon izleme sürenizden, ister sosyal medya kullanımınızdan kısıp zamanım yok demeden 20 dakika bile olsa dışarı çıkın. Örneğin yemeğinizi doğaya yakın bir yerde yiyin veya eğer mümkünse yeşile yakın yerlerde yürüyüş yapın.
- Sizi doğayla ilgili en çok hangi etkinliklerin mutlu ettiğini ve rahatlattığını bulmaya çalışın. Belki bir ağacın altında kitap okumak, belki vapura binip denizi seyretmek, bir parkta piknik ya da egzersiz yapmak… Bunu belirledikten sonra ise o etkinliklerin sıklığını artırın.
Şayet dışarı çıkma şansınız çok olmuyorsa, zaman zaman doğa odaklı bir video veya film izleyerek olumlu duygular hissetmeye ve rahatlamaya çalışabilirsiniz. - Çalışma ortamınızı ve evinizi doğa fotoğraflarıyla ve bitkilerle süslemeye çalışın.
- Haftanın belli günleri mutlaka dışarıda kısa da olsa yürüyüş yapmaya, mümkünse su kenarında vakit geçirmeye gayret gösterin.
Özellikle büyük şehirlerde neredeyse yeşil ve doğal alan kalmamış olması oldukça üzücü ve ürkütücü; fakat yapılan yanlışları düzeltme şansımız var. Burada paylaşılan önemli araştırma sonuçlarının siyasetçiler ve şehir planlamacılarının şehirleşme ve çevre düzenleme politikalarını düzenlerken dikkate almasını diliyorum. Ayrıca bunların eğitim sisteminde de dikkate alınması, çocukların gelişimleri ve gelecekleri için fazlasıyla önem taşıyor.
İyi yaşam, doğayı arayarak ve deneyimleyerek olur. Siz de iyi bir yaşam için doğadan uzak kalmayın.
Hazırlayan: Doç. Dr. Selda Koydemir