Ana SayfaGüncelSöyleşiKadınlar anlatıyor: "Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin"

Kadınlar anlatıyor: “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin”

-

Murat Mahmutyazıcıoğlu, oldukça genç ve oldukça üretken oyun yazarlarından biri. Son oyunu ise “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin“. Üç farklı kuşaktan kadının ağzından dinlediğimiz bu hikâyede, hem kuşaklar arasındaki çatışmaya hem aile ilişkilerine hem de İstanbul’un son elli yıllık sürecine tanık oluyoruz. Hem metin hem de oyuncuların performansı açısından, bu sezon izlenmesi gereken oyunlardan biri. Kaçırmayın, diyorum.

Sahnede üç ayrı kuşaktan kadını izliyor ve bir yandan da İstanbul’un değişimine tanık oluyoruz. Hayatlarımızın da tabii… Bu proje nasıl ortaya çıktı biraz anlatır mısın?

İkincikat‘ta kendi aramızda farklı disiplinleri incelediğimiz bir atölye sırasında yazmaya başladım oyunu, yazım olarak farklı ne yazabilirim, hikâye anlatıcılığını araştırabilir miyim gibi sorular vardı kafamda. Bir süre sonra raftan çıkarttım oyunu ve tamamlamaya başladım. Beraber çalışmak istediğim arkadaşlarıma okuttum çok sevdiler, beraber okumalar yaptık ve metin son haline geldi. Sonra da başlamaya karar verdik.

“Bam” nasıl ortaya çıktı peki? Nedir Bam’ın hikâyesi? Renkli bir ekip ismi olmuş…

Oyunu yapmaya ve oyuncularla çalışmaya başladığım zaman bir ekip ismi gerekiyordu. Başak, Ayfer ve Melis’in baş harfleri Bam‘a karar kıldık. Çok özel bir anlamı yok yani, ya da bir tarafıyla çok özel, bilemiyorum.

Her yerin deniz olup da bu kadar az yosun kokusu olan başka bir şehir var mı acaba? Bu kadar köprü olup da, kimsenin birbirine ulaşamadığı başka bir şehir. Bu kadar çok insanın olup da, her yerin bomboş olduğu.” diye başlıyor oyun. Biz genç insanlarız. Bu şehir yordu mu bizi? Ya da bu ülke?

Yorgunluk değil de hep bir içe kapanma… Tam çoşkulanıyorsun sanki her şey çok güzel olacakmış gibi sonra hayal kırıklığı hayata devam etme zorunluluğu, sonra alışma, tekrar çoşkulanma, umutlanma ve yine hayal kırıklığı. Böyle tuhaf bir kısırdöngü bu ülke benim için. Sevdiğinin sana bakmaması gibi ama arada elini tutuyor filan.

Bir oyunun en zor süreci sahneleme kısmı oluyor. Ve sizi izlerken çok sıcak, iyi anlaşan bir ekip olduğunuzu hissettim. Prova süreci nasıl geçti?

Bu oyunun provaları diğer her şeyinden daha kolaydı. Oyuna ve bana inanan çok iyi üç kadın oyuncu vardı, oyunu o kadar sahiplendiler, ki bu bana çok büyük bir güven verdi ve yaratıcılık alanımız açıldı, hepimizin çok şey öğrendiği zevkli bir dönemdi.

Oldukça sade ve senin çizimlerini de gördüğümüz bir dekor var? Bu üç kadın ise anlatıyorlar. Ve çok güzel anlatıyorlar. Oyunculuğun merkezde olduğu bir sahneleme bu?

Evet, tamamen oyuncunun malzemesinin sınırlarını zorlayan bir sahneleme, daha doğrusu öyle olmasına çabalanan diyeyim. Anlatı çok büyülü bir alan, ayda yürüyebilir, yıldızları tutabilirsiniz, çok zevkli.

Her kuşağın ve kendi sorunuyla, bir diğerini çok doğal bağlamışsın. Melis, bizim yaşımıza daha yakın, daha içindeyiz. Ama anne ve anneanneyi, hatta İstanbul’un değişimini de çok iyi yakalamışsın. Bu iyi bir gözlem yeteneği mi? Her karaktere nasıl aynı yakınlıkta yaklaşabildin?

Karakterle konuşmaya ve epizodlar yazılmaya başlayınca, o kadınlarla ilgili birçok ayrıntı da kağıda dökülüyor. Sanırım konuşturmaya başlamak önemli sonrası daha kolay geliyor. Üç kadını da tanıyorum bir yerlerden, belki aileden, belki de sokakta yürürken göz göze gelmişizdir muhtemelen.

Seyirciden geri dönüşler nasıl? Ben hep iyi şeyler duyuyorum.

Çok güzel şeyler söylüyor insanlar, en çok da bizdeki hissini başkalarında yakalayınca çok mutlu oluyoruz, iyi ki yapmışız, iyi ki çalışmışız diyoruz.

Peki sen bir yazar olarak yerli metinleri nasıl buluyorsun? Sence ciddi bir üretim var mı?

Çok iyi metinler izliyorum, genel olarak iyi bir üretim olduğunu söyleyebilirim. En çok da istikrarla yazan insanlar beni çok mutlu ediyor. Çünkü bu uzun bir serüven insan büyüdükçe yazdıkları da gelişiyor, arkadaşlarımı ya da hiç tanımadığım insanların bu serüvenlerine tanık olmak bana heyecan veriyor.

Bir yazar olarak yaşadığın sıkıntılar nedir? Yazıyorsun orada bitmiyor. Provalar, sahne bulmak ve neredeyse hiçbir maddi getirinin olmaması. Üretkenliği korumak açısından koşullar oldukça güç değil mi?

Yani öyle tabii ama yapacak bir şey yok. Ben yapmak istediğim şeyi yapıyorum, hangi ülkede yaptığımı biliyorum, sıkıntıları önceden öngörmeye başladığın zaman biraz daha rahatlayabiliyorsun. Şimdi bir şey yazacağım ama kimse izlemeyebilir, batabilirim gibi sıfır noktasından yola çıkınca her şey daha da kolaylaşıyor. Kurumların, aidiyetin çöktüğü, tüm ahlaki değerlerin yer değiştirdiği bir dönem yaşıyoruz… zor. Benim için sadece boş bir oda ve sandalye bulduktan sonra her şey kolay… en azından bu oyun için.

Peki senin düşlediğin tiyatro nasıl? Sen hem bir oyuncusun, hem de bir yazar. İmkanlarda kısıtlama olmasa diye düşününce, nasıl hayaller geçiyor aklından?

Benim düşlediğim tiyatro, tüm süslerinden ayrılmış ve başka hiçbir şeyle yarışmayanından. Dolayısıyla imkanların kısıtlı olmasına takılmamaya çalışıyorum, yoksa hiçbir şey yapamayız. Ama büyük bir prodüksiyon içinde olmak nasıl olurdu, onu da tatmak isterim tabii.

Oyunda bir “diyemedim tabii” durumu var. Karakterler, kendilerine sansür uyguluyorlar. Peki sen bir oyuncu, yazar hatta sadece Murat olarak, ne kadar sansür uyguluyorsun kendine?

Bu “diyemedim tabii” durumu karakterlerin kendilerine söylediği şeyler tabii. Yoksa oyun her şeyi söylüyor, daha doğrusu onların söylemek istediklerini. Bir otosansür durumu olmadı sanırım yazdığım şeylerde, olmuş mudur acaba, bak şimdi kafama takıldı. (Güler)

Bu sansür halini sadece kendimize dayatmıyoruz tabii. Ülkenin durumu da pek parlak değil. Bu gidişat sende nasıl bir his uyandırıyor? Özgür değiliz ama umutlu muyuz?

Umutlu olmaktan başka çare var mı? Bence yok. Sanat her şekilde var olacak, zifir karanlıkta da, güneş ışığında da… Bize bir şey olmasın da, kollayalım birbirimizi, sıkıca tutalım yeter.

Ben hem seni hem yazdıklarını seviyorum biliyorsun. O yüzden gelecek projelerini merak ediyorum. Yeni bir şeyler var mı?

Kadıköy Emek Tiyatrosu‘nda Pınar Yıldırım’ın bir hayaliyle başlayan, benim yazdığım, Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği “Sevmekten Öldü Desinler” 3 Mart’ta başlıyor. Bir de eğer yetiştirebilirsem, Tiyatro Festivali’ne tek kişilik bir oyunla başvuracağım. Ben de seni çok seviyorum… Hem tiyatroyla uğraştığın için hem de sen, sen olduğun için.

SON YAZILAR

Dimitris Sotakis: “Kurgu söylemek istediklerimi söylemek için bir anahtar”

Dimitris Sotakis’ten ilk olarak Büyük Hizmetkar romanını okudum. Yarattığı heyecanla hemen diğer kitaplarına yöneldim. Bu arada arkadaşlarım da kitaplarını okumaya başladı. Yazı dili, anlatımı, romanlarına...

Your Stage + Art: Müziğin evrenselliğini kutlayan bir sahne

Bugün paylaşımcılığın ve özgürleşmenin buluştuğu ortak noktadan, müzikten konuşacağız. Your Stage + Art, müziğin insanları bir araya getirme gücüne inanan, müzisyenlere eşit ve özgür şartlar altında müzikseverlerle buluşma imkânı sunmaya çalışan bir oluşum. Sanatla ilgilenen herkesin yeteneklerini...

Belgeselci Ben Fogle ile vahşi yaşam ve belgesel serisi üzerine söyleşi

Adını ilk kez Castaway isimli televizyon programında duyuran ve şu anda Vahşi Yaşama Dönüş (Return to the Wild) adlı programı sunan Ben Fogle, dünyanın dört...

Depremzedeler Ankara’ya göçüyor ama barınamıyor

Depremden etkilenen 11 ilin halkı Türkiye’nin çeşitli kentlerine göç etmeye başladı. Depremzedelerin yoğun olarak geldikleri kentlerden biri olan Ankara’da başlarını sokacak bir ev bulmaları oldukça...
Elif Benan Tüfekçi
Elif Benan Tüfekçi
1987 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümünü bitirdi. Dostlar Tiyatrosu, Kumbaracı50 gibi çeşitli tiyatrolarda çalıştı. Bir dönem AGOS gazetesinde yazdı. Hala Peyniraltı, Kaos Gl, Deli Kadın, Pulbiber gibi çeşitli gazete ve dergilerde yazıyor. Nor Radyo’da, Çalıkuşunun Z Raporu adında, feminist içerikli bir program hazırlıyor. ‘Çare Kızkardeşlik!’ diyor.

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol