Işık muazzam bir olgu. İçerisinde, evrenin en muhteşem örgüsü olan elektromanyetizmayı taşır. Bildiğimiz evrenin limiti onun sınırlarında işler. Bütün renkleri içerisinde taşır. Oyunları ile hokkabazlıklar yapılıp sahnelerde hayaletler oluşturulur. Bize de bin bir türlü oyun oynar. Hatta gözümüzü kapattığımızda bile beynimizde ilerleyen ışık huzmeleri görüntüye yol açar. Bitkiler onsuz büyürse rengi kaçar. Anlamaya çalıştığımız tüm gizemleri sahiplenir. Bu muhteşem şeyi anlama çabaları, tarihi mistizm ile doldurur.
Hayalimizdeki sınırları hep onunla birleştiririz. Işıksız, bunalıma girip intihara kadar sürüklenebiliriz. Bu harika şey, yaşam olur bir anda bizim için.
Peki ışığı bu kadar özel kılan ne? Hala tam olarak anlayamıyoruz.
Kuantum dünyasına girdiğimizde dilimiz bir anda matematik olur. Konuşmaya ihtiyaç duymadan, sayıların ve sembollerin uzlaşımcı ortaklığı ile yepyeni bir dünya açılır önümüze. Şifreleme işlemlerinden manyetik kartlara, hologram teknolojilerinden süper bilgisayarlara, ilaç üretiminde doğru bileşimlerin oluşturulmasından kendini temizleyen camlara kadar birçok geniş alanda işte bu dil kullanılır.
Bir maddeye baktığımızda onun parçacıklardan(atomlardan) oluştuğunu görürken, eğer içine bakmak isteyip daha yakınlaşırsak, cm mertebesine geldiğimizde bir anda görünen kaybolup yeni bir şey görünür. Artık parçacıklar yoktur, yerini dalgalar almıştır. Bunu düşünmek insanı heyecanlandırır. Peki bu nasıl olur? İçine daha da girmeye çalıştığımızda bu parçacıklar neden dalga halini alır?
Çekirdeğin içinde birçok kuvvet etkili. Aslında belki de enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşümünü gösteren doğa harikası bir şey bu kuantum dünyası. Üzerinde yaşayıp evrimleştiğimiz dünya, limitlerimizi belirler. Dünya dediğimiz bu parçanın fizik kuralları, biyolojik sistemimizin fizik kurallarını düzenler. Beynimiz, kuantum dünyasının küçük ama bir o kadar sistematik işleyişini algılayacak şekilde çalışmaz. Bu da bizi, hayal dünyamızda bu dünyayı canlandırıp derin olarak anlamakta yarı yolda bırakır. Bu yüzden matematik ve semboller tam da bu noktada bizi kurtarır.
Işık, hem yaşamsal alanımızda hem de kuantum fiziğinde çok önemli bir yere sahip. Işığın doğasını anlamaya çalışmak birçok alanda gelişmeyi beraberinde getirmiştir. Daha, anlaşılıp anlatılmayı bekleyen birçok nokta var. Bunların ifade edilmesi için de bunları içinde yaşayıp aktarmaya çalışan insanlara ihtiyaç var.
Bedenimizde de taşıdığımız bu harika parçacıkları ve ışığı anlamaya çalışmak, evrenin hız limiti olan ışık hızına yaklaşmayı sağlayacak. Işık hızına ulaşmaya çalışmak, parçası olduğumuz evrenin sınırlarına yaklaşmaya çalışmak ile aynı. Limitleri zorlamak, o limiti anlamaya başlamak ile başlar… Fizik, kimya, biyoloji, matematik (ve diğer pozitif bilimler) bunların hepsi içsel yolculuğumuzun da derin parçaları. Her biri başka kapı, her biri biz… İşte bu yüzden bilim, yolda ilerlerken, insanın asla yarı yolda kalmayacağı can arkadaşı…
Kendi doğamızı ve evreni anlamaya çalışmak, baktığımızda gördüğümüz şeyin, aslında öyle olmadığını sezmek ile başlar. Bilimde çığır açanlar, kimsenin göremediklerini sezip bunu cesurca savunanlar olmuştur ve böyle de olacaktır… Size söylenenler bazen çılgınca da gelse, bir durup dinlemekte fayda var derim, yine de tercih sizin…