Muzun kirli hikâyesi deyince aklınıza hemen cinsel çağrışımlı mesajlar gelmesin. Öyle ya, muz bu, tarih boyunca çeşit çeşit yakıştırmalara konu olmuş bir meyve. Bunların arasında muzun konuşulamayan, konuşulamadıkca ima yolu ile anlatılmaya çalışılan bazı bel altı meramlara konu olması hiç de şaşırtıcı değil.
Ne var ki, hangi meyveye niyet ederseniz onun tadını vereceği de rivayet olunan muzun, konu ve çağrışım alanları sadece burayla da sınırlı değil. Kabuğu ile birilerini ayağını kaydırmak amaçlı kullanılabileceği genelde komedi skeçlerinde iddia olunduğu gibi, birçok çizim ve animasyonda, sevimli dostlarımız maymunları ellerinde, adeta insanların cep telefonları gibi, onların da ayrılmaz bir parçaları oldukları muzla betimlemek gibi bir genel eğilim de söz konusu.
İşin ilginci -tropik kökenli olmasına rağmen- ananas, kivi, papaya gibi meyveler bu gruptan sayılırken muzun artık neredeyse yerel bir meyve konumuna sokulup tropik grupta esamesinin pek okunmaması.
Muz Cumhuriyeti mi, o da ne ki?
Kimbilir belki de, bunun sırrını muzu, tropik olma özelliklerinden alıp dünyaya dağıtan ve yetiştirilmeye başlandığı bazı Orta Amerika ülkelerine “Muz Cumhuriyeti” ifadesini kazandıran Chiquita ya da onu öncülleyen United Fruit gibi şirketlere borçlu olduğumuzu artık öğrenmenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Ki, böylece bu yazıyı da yazmama bana esin kaynağı oluşturduğu şekilde benim gibi, bir pazar sabahı, siz sadece masumane bir niyetle hafif ve sağlıklı bir atıştırmalık olarak bir adet muzu üzerine az biraz Nutella ile yediğinizde aslında, dünyamızın her yerinden nasıl sarmalandığını ve en masumane hareketlerin bile nasıl sistem tarafından kendi kötü emellerine alet edildiğini görüp, gerçek bir çevre bilinci oluşturmanın tek yolunun aslında başka bir dünya kurmaktan geçtiğini siz de görürsünüz.
Türkiye’de bir özgürlük timsali olarak muz
Türkiye, 1980’li yıllara kadar tropik ve üzerindeki lüks tüketim vergileriyle pahalı ve egzotik bir meyve olarak bildiği muzla gerçekten, Özallı yıllarda tanıştı. Darbe sonrasının “dışa açılma” diye kodlandırılmış aslında uluslarası sermayenin içeri ve dışarı açılması amacı güdülmüş günlerinde bu aslı çiğ yeşil, limoni sarımtrak meyve gündemde epey yer tuttu.
Ülkenin dövizinin lüks tüketim malzemelerine akıp gideceğini savunanlar bir yana, namluların da gölgesinde “Dışa Açılmacılar” yani Özalcılar galip geldi ve Chiquita şirketi ülkemize de yerleşti.
Kafası meyve şapkalı güzel hanım
Temeli, dış sermaye destekli demiryolu vasıtasıyla gittikleri ülkelerde kolonizasyonu arttırmak amaçlı olan United Fruit, altın madenini aslında bu altınımsı renkteki meyvede bulmuştu ve liberalizm rüzgârları adı altında her yere kendi fırtınasını da taşıdı. Demiryolu şirketinin işçilerine ucuz yiyecek sağlamak amacı ile çekilmiş bu yolda, muz oldukça kârlı olabileceğini çoktan kanıtlamıştı ve olaylar bundan sonra epey bir hızla akmaya başladı.
Şirketler o kadar çok büyüdü ki, muz plantasyonları bulunan ülkelerdeki iç işlerine karışmaya ve istedikleri yönetimi işbaşına getirebilmeye başladılar. Şu meşhur “Muz Cumhuriyeti” tabiri de böylece doğdu.
Kötü şartlarda çalışan işçilerin ayaklanmasını engellemek için, askeri cunta yönetimlerini destekleyen kafasında meyve taşıyan sevimli, güzel hanım aslında bir toprak ağası olduğunu ya da en azından hanımağalığa meraklı bir sefahat ve kapital düşkünü olduğunu çoktan belli etmişti. Ancak para o kadar büyüktü ki, kendisinin hırslarını dizginlemek artık pek mümkün değildi.
Yüzyıllık yalnızlık
Zaman zaman içinde yer alanları da yiyen, hatta bazı patronları intihara sürükleyen bu rekabet, Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık adlı kitabında yer aldığı gibi, Şili’nin yetiştirdiği meşhur şair, uluslararası barış ödülü sahibi ve Nobel edebiyat ödülünü de kazanmış Neruda tarafından da işlendi.
Kolombiya’da ayaklanan işçilerin üzerine hükûmet yanlısı bir general tarafından ateş açılmasından tutun da, yine hükûmet karşıtı aşırı sol eğilimli gerilla kuvvetlerini desteklemeye kadar işine gelen her yere el atan ve suç karnesi oldukça kabarık olan bu sevimli yüzlü bayan eylemlerine devam ediyor.
Muz yiyebilmenin rahat ve konforlu yaşamla eş tutulduğu ülkemizde ise muz artık egzotik bir meyve kategorisinde görülmüyor.
Peki sonuç?
Sabah sabah kahvaltısını bir muz ve bir miktar çikolata ile yapan ben ise ikinci maddenin yapımında kullanılan palmiye yağının yine sevimli dostlarımız maymunların habitatından çalındığının bilincinde olarak, suçluluk psikolojisi ile bu yazıyı yazıyor ve siz sevgili dostlarımla paylaşıyorum ki, tek tek palyatif çözümlerle onu yemeyerek, bunu yemeyerek savaşamadığım bir sistemin ancak topluca ikamesi ihtimali ile alt edebileceğini sizlerle de paylaşmış olayım.
Yoksa, kişisel önlemler yalnız, vicdan rahatlatmaya yönelir ve ufak çapta bir onanizmden başka bir şey değildir. Buradan da muzun yine baştaki cinsel çağrışımlı anıştırmalarına geçtiysek durmak zamanıdır. Sözlerimi İtalyan felsefeci ve yazar Umberto Eco’dan bir alıntı ile nihayete getirmek istiyorum.
Şüphe Sarkacı
“Haklıydınız. Ne olursa olsun, bir veri ancak başka bir veriyle bağlantılıysa önem kazanır. Bağıntı, görüngüyü değiştirir. Dünyadaki her görünüşün, her sesin, yazılan ya da söylenen her sözün, görünürdeki anlamından öte, bize bir Giz’den söz ettiğini düşünmeye götürür insanı bu. Kural basittir: kuşkulanmak, durmadan kuşkulanmak. Bir ‘Giriş Yasaktır’ levhasının ardındaki anlamı bile okuyabilir insan.” Foucalt Sarkacı
Siz, siz olun bir muz ve bir parça çikolata yediğinizde, bunun bir muzdan ve çikolatadan ibaret olmadığını bilin ve aslında ne halt yediğinizi yine de unutmayın.