My Octopus Teacher (Ahtapottan Öğrendiklerim) , Pippa Ehrlich ve James Reed tarafından yönetilen 2020 Netflix Orijinal belgesel filmi. Belgeselde Craig Foster, ahtapotla geçirdiği bir yılı bizlerle paylaşır.
Belgesel, Craig Foster’ın içsel dönüşümünü anlatıyor aslında. Güney Afrika’da Kelp yosunları arasında geçen belgeselde doğayı neden yakından gözlemeliyiz ve onun nasıl parçası olabiliriz, bunu anlamak mümkün.
Belgeselde, Batı’nın yaptığı ziyaretçi/gözlemci yaklaşıma karşı duygusal bir bağ var. Bilim insanları, en gelişmiş ekipmanlarını kurar ve doğayı gözler. Oraya misafir olur. Craig böyle yapmıyor. Craig, etrafıyla “doğa” ile bağ kuruyor. Belgeselde sıklıkla mideme yumruk yedim, midemde kasılmalar hissettim gibi tepkiler veriyor. Bu, olayın, mekanların kişi ile solar pleksus/karın bölgesi ya da duygusal olarak bağ kurulduğunun da bir işareti.
Belgesel kişisel egomuzun, ben merkezli düşünce tarzınca gelişen Batı için de, bir izlenim taşımakta. Batı’yı kavramsal olarak alıyorum. Analitik, dışsal düşünceden, duygusal bağ kurmaya, bir varlığı hissetmeye doğru gelişen bir hal. Bu arada, duygusal bağ kurmak da insanın olması gereken yeri değil. Ancak analitik düşünceye göre daha geliştirici bir nokta olduğu kesin?
Belgeselin, doğa ile duygusal bağ kurmanın çekildiği yer de ilginç bir yer. Beyaz adamın, siyahilerin olduğu karaya gidip bildiğimiz senaryonun geliştiği bir mekanda izliyoruz bu bağ kurmayı.
Başlıkta vurgulamak istediğim şey, belgeselin de en önemli çıktısı “zararsız” olmak. Öldürmemek. Bunu düşünmemek, bunu arzulamamak. Çünkü bunu düşürseniz, bunu arzularsanız, hayvanlar bunu görür ve aramızdaki güven zarar görür. Dürüst olmalısınız, duygular ve düşünceler saklanamaz, söylemeseniz ne olacak? “Hayvanlar” bunu anlar.
Hayvanlar, insanlara tekrar güvenmeye başlıyor. Bu harika bir aşama. Zaten güvenmeye başlamışlardı ancak bu Netflix ile daha da görünür oldu. İnsan ve hayvan arasındaki “güven” sorunu çok ciddi bir sorun. Bunun tam farkına varamadık. Ancak buraya doğru gelişiyoruz sanırım. Bu sıkıntı, astral ortamlarda insanlık üzerinde sorunlu karmalar yaratıyor.
Doğanın göreceli olarak gelişmiş bir modeli olarak insan, bir alt türünü, küçük kardeşini ya da küçük çocuğunu öldürüyor, kesip yiyor. Güvensizliğe bakın.
Nyingma Budist geleneğinde yetişen “Skydancer” isminde kadın Lama’nın hayvanlarla ilgili yaptığı açıklamayı duymanızı isterdim.
Gıda çok politik bir konu olmaya başladı. Ekoloji, agrekoloji, organik, doğal, gıda toplulukları gibi birçok oluşum “gıda”yı konuşuyor. Bu politik kavramlardan çok uzak olan Lama şöyle diyor. Onlar bize güveniyor, bu güveni nasıl boşa çıkarırız? Açlıktan ölsek de onlara zarar veremeyiz. (bu konuda bütün bu topluluklarda Batı’nın istediği şekilde gıdayı konuşuyorlar ve işin içine inmiyorlar gördüğüm kadarıyla. İlişkiler Batı aklıyla dışsal kuruluyor ve inceleniyor. Bu işin astrali nerede? Güven nerede inşa ediliyor arkadaşlar? Temiz gıda, zehirsiz gıda dediğin kavramın duygusal bir bağı var mı? Astral dünyalardaki sorumluluklar anlamında bunu soruyorum).
Bu dostlar bizim altlığımız olmalı. Gıda, hayvan hakları, su, toprak, ekoloji, organik gibi modern kavramların çok ötesinden bir kaynağa gidiyor Lama’nın söylediği. Düşünün, Tibet platosundasınız ve hayvanlar giderek çoğalıyor onları “para” için götürüp kasaba vermiyorsunuz. Ellerinizle onları terk etmiyorsunuz. Şimdi, bu ifadeler duygusal olarak sizi tetikleyebilir ancak konu duygusal değil, su değil, ateş ile ilgili.
Bu belgesel, insan ile hayvan krallıkları arasındaki ilişkilerin düzelmeye başladığının da bir göstergesi benim için. Daha birçok örnek eminim vardır. Afrika’da Aslanlara fısıldayan adamı sanırım hepimiz biliyoruz.
İnsan, derine inmeli. Doğada neden yırtıcı hayvan var? Neden hayvanlar bize güvenmiyor? Şimdi ne oluyorda aslanlarla insanlar sarmaş dolaş oluyor? Ne oluyor da domuzlarla insanlar birbirlerini seviyor? Tam tersinden bakalım ne oluyor da hayvanlar daracık yerlerde ilaçlı bir şekilde yetiştiriliyor ve her gün onlarca hayvan kesiliyor?
İnsan üst realite olarak hayvan krallığı üzerindeki sorumluluğunu anlamalı. Ne yapacağız arkadaşlar hayvanlarla? Kesip yiyecek miyiz? Yoksa besleyecek miyiz? Onlar bir sonraki evrim basamağında bizim yerimize geçecekler (Vauv, Gıda için yeni bir söylem. Hemen topluluklar bunu sosyolojik olarak, politik olarak incelemeli. Ama bir dakika bu daha meta olmadı ki, nasıl inceleyecek?) Böyle mi onlara örnek olacağız? Karmayı düşünmesek de çalışıyor. Onları kesiyoruz, oluşan astral varlık da sonrasında bizi kesiyor, bitmeyen savaşlar var. Yokluk kıtlık var, dünya gibi bir yerde kıtlık, açlık nedir arkadaşlar? Mümkün olabilir mi böyle bir şey?
Lemurya, Atlantis kök ırklarının sorunlarını yaşıyoruz. Beşinci ırk olarak bu karmaları anlayalım. Vegan dostlar, organikçiler, doğalcılar, zehirsizciler, zararsızlık konusunda işin köküne inelim. Sorun bir hayvanın kesilmesi değil. Sorun astralde oluşan karmalarımız. Sorun, bize yakışmayan kabalık. Nezaketsizlik. Gıdayı konuşan modern topluluklar, analitik beyinler, değerli dostlar, işin içine inelim. Doğa nedir önce onu anlayalım. Topraktan numune alıp hangi mineral eksik diyip ona göre dikim yaparsak bu sadece fiziksel numune olup. Eğer biz, fiziksel hayat ile sınırlıyorsak kendimizi, o zaman daha zamanı vardır ve gıdayı Batı aklıyla konuşmaya devam ederiz.
Daha da ileriye gidiyoruz. İnsan kendini hatırlayacak, doğayı anlayacak. Hayvan kardeşlerimizi anlayacağız. Politik Gıda değil, gerçek gıdayı konuşacağımız günlere.
Not: Sevgili Ahtapot ailesi, küçük Avni Onur zamanında sizlere zarar verdi, bundan üzgün olduğunu bilin. Ancak bundan dersini de aldı. Vicdan gelişimi için gerekli tatbikatı yapıyordu. Sizleri uzun uzun izledi, bazı anlar hala ekranında duruyor. Büyük abileriniz olan bizlerin kalp gelişimi için gösterdiğiniz özveriden dolayı çok teşekkür ederim.