Bir buffalo sürüsü geçiyor Michael Reynolds’ın yanından. Reynolds şöyle diyor: “Bu buffalo sürüsündeymişim gibi hissediyorum kendimi ve hepsi bir metrelik uçuruma doğru izdihamla koşuyorlar.
Dosdoğru uçuruma doğru koşuyorlar. Ben o sürünün içerisindeyim ve diyorum ki; oraya gitmiyorum, o yoldan aşağı gitmiyorum. Bu yüzden bir şekilde bütün sürüyü etkilemeliyim ki, sağa veya sola dönecek ve bu kenardan aşağı düşmeyecek olsunlar. Ve eğer insanlık gezegeni kurtarılmayacak hâle sokulursa öldüm.”
Böyle başlıyor film. Bu sözleri söyleyen Mimar Michael Reynolds; 35 yıldır New Mexico’nun çöllerinde radikal sürdürülebilir yaşamla ilgili denemeler yapıyor. Ona göre en büyük ilerleme hatalar yapmakla evrimleştiğine olan inancı.
Yani “hata yapabilme hakkı.” Evet, o hata yaparak özgür olduğunu ve kendisini özgür hissettiğini söylüyor bize. Ama herkes onun gibi görmüyor. Onun bu düşüncelerini hayalperestlikten başka bir şey olmadığını sanıyorlar ve gerçek dışı olarak gördükleri bu çalışmaları askıya almaya çalışıyorlar. Onun yaşamış olduğu zorluklara değinmeden önce, mimarın hayali ve gerçekleştirdiği bu devrim hakkında birkaç noktaya değinmek istiyorum.
Garbage Warrior Türkçe ismi ile Çöp Savaşçısı. Bu belgeselde Reynolds’ın hayatı ve gezegen için verdiği mücadele anlatılıyor. Reynolds bir Amerikalı, öncelikle Amerika’da yeni mimarlığın ve yeni bir hayat tarzının peşine düşüyor. Amacı, doğaya zarar vermeyen, kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayabilen evler inşa etmek.
Bunu yaparken kullanacağı tek şey; kullanılmayan atıklar, pet şişeler, lastikler. Ama daha çok ihtiyaç duyduğu şey; deneme ve yanılma yöntemiyle “hata yapabilme özgürlüğünü elde ederek düşüncelerini rahatça gerçeğe dönüştürebilecek bir ortam bulmak.”
Reynolds; kendi kendine yetebilecek kadar üreten, ısıyı doğadan alıp içeride tutan, suyu kendisinin bulduğu, doğa ile uyumlu ve doğaya herhangi bir zarar vermeyen, paranın geçmediği, herkesin kendi ihtiyaçlarını karşılayabileceği evler inşa ederek, içinde yaşanan tüketim sistemine sürdürülebilir bir yaşamı inşa etmektedir. Onun benimsediği doğayla uyumlu bu mimari sistem, hiç kuşkusuz; tüketimle çıkılmaz bir yola sapan biz insanlara, sonumuzun nereye gittiğini de gösteriyor ve bizi uyarmaya çalışıyor her şey için çok geç olmadan.
Bu belgesel; sıra dışı bir mimarın yaşadıkları ve doğa için savaşan bir hippinin hayatını, yaşadığı zorlukları anlatıyor. Amerika gibi kapitalizmin hâkim olduğu ve kapitalizm ile tüketen, tektipleştiren, doğayı ranta açan bütün düşüncelere karşı geliyor ve geliştirdiği sürdürülebilir mimarisi ile çöpleri geri dönüştürerek bunun savaşını veriyor. Ayrıca Reynolds belgeselde, tüketim üzerine kurulu olan bu dünyayı değiştirme mücadelesini ele alıyor. İzleyende büyük bir hayranlık uyandıracak ve her şeyi değiştirmek için mücadeleyi hâlâ mümkün kılabilecek bir belgesel.
Reynolds, Cincinnati şehrinin üniversitesinde mimarlık okuluna gitmiş, diplomalı bir mimar. Ama bu mimarlığın, gezegenin yaşamış olduğu sorunlar karşısında duyarsız kaldığına inanmış ve beş para etmediğini düşünmüş. Gezegenle hiçbir alakası olmayan bir mimarlık anlayışına karşı, gezegenle uyumlu ve gezegeni kurtaracak sürdürülebilir bir mimarlık anlayışını ortaya atmış. Ona göre mevcut tüketime dayalı mimarlık, insanları kendilerine bağımlı hale getirmekle kalmayıp birçok sorunla da baş başa bırakıyor. Bu tüketime dayalı mimarlığın doğanın tüketilmesini durduramadığı gibi insanlarında ihtiyaçlarını da karşılamadığını söylüyor.
Reynolds, “Gezegeni yaşanmayacak hâle getiriyoruz ve gezegeni tekrar yaşanabilir kılmak için yeni bir yaşam tarzı geliştirmeliyiz” diyor. Bunun en iyi yolu ise tükettiğimiz ve “çöp” olarak adlandırdığımız eşyaların, doğaya bıraktığımız tahribatların tekrar geri dönüştürülmesi ile olur.
Reynolds “Earthship” adını verdiği ilk evi yapıyor. Evin ısınma, su ihtiyacını kendi kendine karşılayan bir sistem geliştiriliyor. Daha sonra Taos’ta “kale bileşimi” adını verdikleri bir yerleşim yapılıyor. 30 sene önce yaptıkları bu yerleşim test evi olarak kullanılıyor. İlk yapılan bu evler sadece deneme amacıyla 10 yıl boyunca kullanılıyor ve sürdürülebilir mimarlık üzerine çeşitli denemeler yapılıyor. Hiç kuşkusuz bu denemeler başarılı oluyor. Yapılan bu çalışmalarla ilgili çeşitli dergilerde makaleler, kitaplar yayınlanıyor ve yazılar çıkıyor. Bunu duyan birçok insan Reynolds’un geliştirdiği bu mimarlık için harekete geçiyor ve bu savaşa katılıyor. Reynolds ile tanışan ve bu amaç için hep onun yanında yer alacak Seth, Damien, Phil, Ted, Rory’den oluşan gönüllü bir grup ortaya çıkıyor. Bu grup Reynolds ile birlikte çalışmalarına hiç ara vermeden devam ediyor. Bu çalışmaların sonunda bira kutularıyla, pet şişelerle ve lastiklerle evler inşa ediliyor.
Michael Reynolds: “Doğa insanları tamamen yeryüzünden silebilir. O bizi silmeden bir çözüm bulmamız gerekir” diyor.
Bu çalışmaları devam ederken devlet tarafından Reynolds ya da diğer adıyla Mike’nin çalışmaları askıya alınıyor ve mimarlık lisansı iptal ediliyor. Mike bunlara karşı 2005 yılında kendisinin hazırladığı “Test Sitesi Yasası’nı” meclise sunuyor ancak meclis üyeleri tarafından yasa gerçekdışı görülüyor, yasanın uygulanmayacağı söyleniyor ve böylelikle yasa erteleniyor. Mike çalışmalarını durdurmak zorunda kalıyor, onun yanında çalışanlar işlerini bırakıyor. Gezegenin her geçen gün yok edildiğinin farkında olan ve bunu anlatmaya çalışan Mike’nin sesi politik baskılar ile yasa dışı ilan ediliyor. Oysa Mike’nin yapmak istediği tek şey; insanın doğaya verdiği bu tahribatı durdurmak ve bir an önce gezegenden özür dileyip sürdürülebilir bir yaşamı inşa edebilecek bir mimarlık için adım atmak.
Politikanın ve yasaların çözüm üretmek yerine çevreye daha çok zarar verdiğine inanan bu sıra dışı adamın, çöplerle bu tahribata karşı savaşan insanın dediği büyük felaket maalesef etkilerini gösteriyor. 2004 yılında Hindistan’ın Andaman Adaları’nda bir tsunami gerçekleşiyor. Tsunami çok büyük bir yıkıma neden oluyor. Ancak bu, Mike ve yedi kişilik gruba sürdürülebilir evleri yapmaları için bir fırsat yaratıyor. Ekip tsunami ile yerle bir olan Andaman Adaları’nda yeni sürdürülebilir evler inşa etmeye başlıyorlar. Oradaki insanlar tarafından iyi karşılanan ekip insanlarla birlikte 14 gün içerisinde birçok sürdürülebilir, kendi ihtiyaçlarını kendisi üreten evler yapıyorlar. Yaşanan bu gelişmelerden sonra Mike tekrar yasalarla uğraşmaya başlıyor; sisteme karşı direnmek için onlar gibi giyiniyor. Yaptığı bu projelerin kabul olması için birkaç avukatla tanışıyor ancak bütün çalışmalara rağmen Mike’nin sunduğu tasarı başarısızlıkla sonuçlanıyor, sistem tarafından kabul edilmiyor.
Bu başarısızlıktan sonra Mike şöyle diyor:
“Amerika rüyası benim için bitti.” Sonra ekliyor; “Amerika rüyası, artık benim için, doğaya verdiğimiz bu tahribattan sonra, ‘hayatta nasıl kalabileceğiz’ oldu.”
Reynolds’un yaşadığı bu zorlu dönemden bir ay sonra New Mexico’nun Matamoros eyaletinde Rita Kasırgası yaşanıyor. Bu kasırganın doğaya ve insanlara verdiği zararları ortadan kaldırmak için Mike ve ekibi harekete geçiyor. Kasırgadan etkilenen insanlar için bir Earthship ev inşa ediyorlar. Sanki yasalara karşı kazanamadıkları savaşı bu kasırgadan sonra kazanacaklardı. Bu sefer doğanın savaşını vereceklerdi ve hiç şüphesiz sistemle sömürülen ve tahrip edilen gezegenin savaşını, gezegenin sürdürülebilir ve daha yaşanabilir olması için adım atan Mike ve ekibi kazanacaktı.
Öyle de oluyor. Öncelikle 2006 yılının Ekim ayında B.M. Mimarlar Kurulu; Mike ve ekibinin Andaman Adaları’ndaki çalışmalarını öğrendiklerinde, Mike’nin elinden alınan ve devlet tarafından iptal edilen mimarlık lisansını onlara geri vermek için tekrar davet ediyorlar. Bu gelişmelerden en güzeli ise şu: 2007 yılının Mart ayında Mike’nin “Test Sitesi Yasası” sonunda Devlet Yasama Meclisi tarafından kabul ediliyor. Gezegen için giriştikleri bu sürdürülebilir yaşam savaşını çöplerden yaptıkları evlerle birlikte kazanan Mike ve arkadaşları, her şey için çok geç olmadan harekete geçilebileceğini bizlere gösteriyorlar.
Ayrıca bu belgeselin yapımı sırasında ortaya çıkan karbon izi yağmur ormanı restorasyonu projeleri ile telafi edilmiş. Bunun yanında, belgeselde gösterilen kamyonlar kızartma yağlarıyla çalışmaktaymış. Bütün bunlar bu belgeselin izlemeye değer olduğunu gösteriyor bize.