Otomatik Portakal, 1971’de asla güvenilir bir zaman kapsülü olmayacaktı. Kubrick Anthony, Burgess’in distopyan romanının ruh halini yansıtmak için şehri tamamen yeni, birleşen, dikkatle seçilmiş tipik brütalist bir mimari ve tamamen gri betondan yapılmış karmaşık kaldırımlara ve binalara usta bir şekilde dönüştürmüştü.
Yönetmenin gözünden, fütüristik olan şehir manzarası, kasvetli ve netameliydi ki zaten gerçek yerlileri tarafından da büyük ölçüde tanınmıyordu. Yine de bu mekânlar, bir zamanlar vardı. Bugün hâlâ yıkılmamış olanlara baktığınızda, Kubrick’in ortamla nasıl iç içe bulunduğunu ve duvarları boyamak için her zaman bilgisayara ihtiyacınızın olmadığının kanıtını görebilirsiniz. İşte o mekânların o günden bugüne değişimi…
Wandsworth Altgeçidi
Alex ve onun aşırı hiddetli arkadaşları, ilk kurbanlarını, Wandsworth Kavşağı altındaki geçitte buldu. Uzun ve kasvetli gölgeleri, evsiz adamın üzerinde belirdikten sonra adamı pataklamaya başladılar. Kubrick, tüneli, içki şişeleri ve sigara izmaritleri ile kirletti; fakat, kameranın objektifi yaklaştığında betonun sanki bir yıl önce döşenmiş kadar yeni olduğu görülüyor. Alt geçit, o günden beri deniz mavisi renginde ve etrafındaki alanlar, biraz derme çatma… Ama düşündüğünüz kadar baştan savma değil. Arabalar hâlâ vızır vızır üstünden geçiyor ve beton kenarları BMX sürücülerinin, kaykaycıların ve tabii ki de kamera kullanan film hastalarının sevdiği bir yer. Ne olursa olsun, Kubrick’in filmi buna benzer bir alt geçitten yürürken tetikte olmanızın sebebidir.
Thamesmead
Londra’nın güneydoğusunda koca beton yığınlarından oluşan bir mahalle olan Thamesmead, Alex’in evinin bulunduğu yerdi. Belediye Apartmanları, A Blok. Onu çöp ve kırık mobilyalarla kaplı Tavy Köprüsü’nde görürsünüz, sonra bir bakmışsınız, Southmere Gölü’nün kenarında arkadaşlarından birini pataklıyor. Bölge, labirenti andıran sokakları, yüksek kaldırımları ve brütalist binaları ile tam bir kötü distopyan örneğidir.
Bu çok katlı yapılar, bugüne daha çok uyuyor. Filmin ileriyi görme becerisi, çok net. Çünkü bu yapılar son yıllarda çıkarılan birçok sert sosyorealist film sayesinde, bugünkü berbat şehir planlamalarıyla ve gangsterler ile ilişkilendiriliyor. BBC’ye göre, Thamesmead aynı zamanda İngiltere’nin bilinen en azılı motor çetesini barındırıyor. Garip bir şekilde kötü onarıma rağmen, binalar çok güzel duruyor ve manzara, sanki gökyüzünden inmiş, betondan yapılmış devasa bir uzay istasyonunu andırıyor.
Chelsea Eczanesi
İnanın ya da inanmayın, Stanley Kubrick bir McDonalds dükkânında çekim yaptı. Ama filmde McDonalds değildi elbette, IMDB (Internet Film Veri Tabanı) bu mekânın Kubrick’in müzik market sahnesini çektiği King’s Road’daki Chelsea Eczanesi olduğunu belirtiyor. Kubrick tabii ki çekim yapacağı yeri tamamen değiştirdi ve bir sürü rengârenk ışıklarla ve plak yığınlarıyla donattı. Bu plakların arasında kendi bestelediği “2001: Uzay Odesa’sı” da vardı. Dükkânın iç tasarımı sanki 70’lerin televizyon showlarından fırlamış bir uzay gemisi gibi. Parlak yüzeyler, disko ışıkları… Gerçi neden böyle bir şeçim yaptığını da anlayabilirsiniz. Çünkü binanın dayanıklı bir yapısı, fütüristik kıvrımları ve binanın dış cephesini gören bir merdiven vardı. Binanın geçmişteki fütüristik yapısı bugün bile fark edilebilir, hatta şu an binanın iç cephesi en büyük Big Mac’lerle süslenmiş durumda.
Chelsea Bendi ve Albert Köprüsü
Kubrick tarafından seçilen Chelsea’nin bir başka yeri de Albert Köprüsü. Burası filmde evsiz adamın Alex’ten intikam aldığı yerdi. Alex, nehir kenarında dolaşırken arkasında nehrin güney kısmını ve yükselen endüstri binalarını görebilirsiniz. Kirli duman yok, o klasik kırmızı tuğlalı bacalardan yok. Chelsea ve etrafındaki büyük bir alan tanınamaz bir hâl almış. Artık Londra’nın gangster sahnelerinin kalbi değil. Gywneth Paltrow’un Sliding Doors(1998) filminde yağmur sularını süpürdüğü köprü de artık evsiz adamların yaşadığı bir yer değil. Gerçeklerle yüzleşmek gerekirse, bugün burada üzerinde “Made in Chelsea” yazan kameralarla gezen insanlar göreceksiniz.
Londra’nın Yıkılan Yapıları
Londra’da bazı yerler 21. Yüzyıla kadar dayanamadı. Mesela, Taggs Adası, Hampton Meydanı‘na yakın bir konumda olan ve filmin başlarındaki kavga sahnesinin çekildiği harabeler. Zaten filmin çekim zamanında da onarımsızlıktan muzdaripti ve bir müzik salonundan çok bombalanmış bir yere benziyordu ki zaten çekimden kısa bir süre sonra yıkıldı. 2. Dünya Savaşından önce en parlak zamanlarında insanlar arasında “Karsino” olarak biliniyordu. 1940’larda kapatıldı ve onu yeniden diriltmeye yönelik birçok girişime rağmen 1971’de buldozerler ile yıkıldı.
“Duke of New York” barı -ki gelecekten gelmiş zevksiz bir Avusturya barına benziyordu-, Stonegrove, Edgrave’deki Old Leather Bottle’ın kendisiydi. Görünüşe göre 70’lerde popüler bir et lokantasıydı ama sonradan uyuşturucu tacirliği dedikoduları dönmeye başladı. 2002’de yıkıldı ve yerine yeni binalar dikildi. Eğer oraya şimdi giderseniz Kubrick’in bir zamanlar oralarda film çektiği aklınızın ucundan bile geçmez ki bu da üstünde biraz düşündüğümüzde trajik bir durum.
Kaynak: bfi.org.uk