Dalganabak grubu, 2013 yılında Kadıköy’de bir araya gelip kendi bestelerini yapan bir grup olarak tanınırken, şimdilerde gruba yeni üyelerin eklenmesiyle beraber bambaşka bir forma dönüşmüş durumda. Elektronik altyapısıyla beraber, akustik enstrümanları da birleştiren grup; funk, jazz, balkan ve swing gibi stillerle yeni bir dünya müziği oluşturma yolunda ilerliyor.
Müziğe nasıl başladınız?
Sercan: Benim ailemdeki herkes müzisyen. Kendimi bildim bileli müzik ile iç içeydim. Profesyonel olarak, on yedi yaşımda müziğe başladım. Üç yaşında davulla fotoğrafım bile vardı. İlk enstrümanım, klavye idi. Sonrasında bas gitar çaldım. Usta-çırak ilişkisine bağlı olarak birçok şey öğrendim. On dokuz yaşımdayken, usta kişilerle sahnedeydim ve on yedi yıldır müzik yapıyorum.
Hakan: Aslında bir devrim oldu. Ailem müzik ile ilgilenmemi istemiyordu. Sitede oturuyorduk. Sitede davulcu bir abi vardı. Sürekli onun kapısının önünden geçerken, o davulun sesi, beni çıldırtıyordu. Sonrasında onunla zaman geçirmeye başladım ve bana biraz darbuka öğretti. Aileme çok ısrar etmeme rağmen, bana darbuka almadılar. Tam olarak dokuz yaşındaydım ve Ataşehir’de oturuyorduk. İlk defa, otobüse binip Kadıköy’e geldim. Darbukanın Kadıköy’den alınacağını söylemişlerdi. Darbukayı aldım ve eve geldim, fakat ailem tek başıma gittiğim için büyük tepki gösterdi. Hatta darbuka, ailem tarafımdan elimden bile alındı. Murat abim, müzik konusunda benimle hep ilgilendi. Konservatuvara yazılmam için elinden geleni yaptı, fakat ailem yine istemedi. Ailem sağlıkçı olduğu içini benim de bu yönde ilerlememi istiyorlardı. Sonrasında başka alternatifler karşıma çıktı ve on yıldan beri müzik yapıyorum.
Ozan: Ortaokuldayken gitar çalanları ve şarkı söyleyenleri çok kıskanırdım. Onlardan esinlenerek, müziğe başlamak istedim. Enstrümanım gitardı ve böylece on iki yaşında müzik hayatıma girmiş oldu. Tabii ki ilk zamanlarda iki akor öğrenip sonrasında bu iki akor ile her şeyi çalabilirim diye düşünmüştüm. Bunun böyle olmayacağını anladığımda sene 2000 olmuştu ve ben konservatuvara gitmeye karar verdim. Mersin’de konservatuvar okudum. Şu an ise klarnet çalıyorum. Yaklaşık olarak da on altı yıldır, müzik, hayatımda diyebilirim.
Nasıl bir araya geldiniz?
Hakan: Biz, Dalganabak grubunun kemancısı Engin ile beraber vapurda çalıyorduk. Sonrasında Ozan ile tanıştık. Onlar albüm çalışması için Toros Dağlarına gittiler. Ben de, onların yanına, misafir olarak gitmiştim. O zamandan itibaren, Vapuring Trio Dalganabak ile çalıyorum.
Ozan: Dalganabak grubunun ortaya çıkışı, Gezi Parkı dönemine denk geliyor. O zamanlarda, Bodrum Kültür Sanat’ın düzenlediği bir festival vardı. Oradan davet aldık. Bodrum’da, belediye önündeki meydanlarda, sokak gösterileri yapmaya başladık. Orada bir demo kaydı yaptık ve içinde kendi bestemiz de vardı. Dalganabak olarak, yaptığımız ilk demo kayıttı. Sercan ile 2014 yılında tanıştık. Sound olarak klavye eksiğimiz vardı. Anlaşabileceğimiz birini bulmak çok zor gerçekten. Hem müzikal anlamda hem de arkadaşlık anlamında. Bu durum sevgili bulmak gibi bir şey.
Bizim toplumumuzda müzik yapmanın zorlukları var mı?
Hakan: Elbette var. Benim asıl mesleğim eczacılık. Bu meslekten, çok para kazanıyordum. İşi bıraktıktan sonra inanılmaz zorluklar yaşadım ve hala yaşıyorum. İki yıl içerisinde, hala kendimi toparlayamadım. Yeni bir enstrüman almak için çok daha fazla çalışmamız gerekiyor. Bir Japon arkadaşla beraber, bir grup kurmuştum ve vapurda çalıyorduk. Japon arkadaşım Türkiye’de müzik yaptığı yeni zamanlarda, şöyle bir şey yaşamıştık: İki hafta prova yapıp çok iyi hazırlandık. Vapurda çalarken bir teyze gelip para şapkamıza, ayağıyla vurdu. O sırada paralarla beraber şapka merdivenlerden aşağıya yuvarlandı. Halktan, teyzeye tepki bekledik fakat, kimse sesini bile çıkarmadı. Teyzenin böyle bir davranış sergilemesine karşılık, müziğimizi devam ettirdik. Bu olay benim için çok büyük bir travma oldu ve hiçbir zaman unutamadığım kötü hadiselerden biri olarak kaldı. Benim şu zamana kadar olan, bütün vergi borçlarımın hepsi, sokakta yaptığım müzik yüzünden. Gerisini siz düşünün…
Sercan: Burada, bir şeyleri, direterek göstermeye çalışıyoruz. İnsanların, kaybettiği, farkında olmadığı şeyleri, farkındalık yaratarak ortaya koymayı deniyoruz. Çokta destekçimiz olduğunu söyleyemem.
Toplumumuzda, sokak müziğine bu kadar önem verilmemesinin sebebi, sizce ne olabilir?
Hakan: İnsanlar, müziği hala bir eğlence olarak görüyorlar. Aslında bir yandan da bu bizim işimiz. Orada bir şapka ve demo kaydımız var. Demo kaydın içinde olan, dört şarkının bestesini kendimiz yaptık. Burada bir emek var. Bu emeğin karşılığını istiyoruz sadece. İnsanlara, illaki şunu mu demek gerekiyor: “Burada şapkamız var ve burada da kendi bestelerimizin olduğu kaydımız var. Demo kaydımızı almak istemezseniz de şapkamız var.” Gerçekten bunu mu söylememiz gerekiyor? Bilmiyorum ama biz insanlara hala bunları aşılamaya çalışıyoruz. Beşiktaş hattında bu durum aşılanmış durumda. İnsanlar geliyor ve emeğimizin karşılığı olarak para bırakıyorlar. Fakat bu durum, Eminönü vapurunda pek aynı değil. “Birileri buraya geldi ve bir şeyler çaldılar. Bizi eğlendirdiler. Güzel bir vapur gezisi oldu” diye düşünüyorlar. Orada teşekkür etmeyi bile boş geçiyorlar.
Dalganabak grubu dışında farklı bir mesleğiniz var mı?
Ozan: Şehir Tiyatroları’nda üç sene çalıştım. 2013-2016 arasında oradaydım. Hıdırellez’de oynuyordum. Aynı zamanda, sahne üzerindeki müzisyeni oynuyordum. Oyunculuk konusunda, akademik bir kariyerim yoktu fakat, bu konuda uzmanlaşmış kişileri izledikçe, ben de onlardan çok şey öğrenmiş oldum.
Sercan: Dalganabak grubu dışında, başka bir grupla da çalıyorum. “Komik Günler” grubu ile yeni çalışmaya başladım. Bu grup, reggae konusunda profesyoneller ve geçenlerde yeni bir albümleri çıktı. Bizim için kardeş bir grup diyebilirim.
Bir müzik grubu üyelerinin, aynı zamanda başka bir müzik grubunda çalmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sercan: Ben, bu durumu, daha çok jazz sanatçılarında görüyorum. Çünkü, jazz sanatçıları, farklı müzik gruplarında aktif olmayı seviyorlar. Türkiye’de de ciddi bir şekilde, jazz müzisyenleri yetişiyor. Bir proje olduğunda da hemen etkileşime geçip bunlara dahil olunabiliyor.
Jazz konusunda, Türkiye’de büyük bir atılım olduğunu söylediniz. Toplumumuzda, son zamanlarda, Jazz neden bu kadar ön plana çıktı?
Ozan: Aslında, bayağıdır bizim ülkemizde jazz var. Son zamanlarda, iyi müzisyenler de ilgilerini, jazz müziğine yöneltmiş durumda. Jazz müziği, üst bir algı gerektiren bir müzik. Teknik kapasite ve teorik bilgi olarak, en üst müzik tarzlarından bir tanesi. Gereksinim ve donanım istiyor. Bu konuda kendini çok iyi geliştirmiş müzisyenler var ülkemizde. Teknolojinin sayesinde, dünyanın birçok yerindeki müziğe kolaylıkla ulaşılabiliyor. Bu yüzden, ülkemizde daha hızlı bir gelişim söz konusu olabiliyor.
Peki, Jazz müziğini, ülkemiz benimseyebildi mi?
Sercan: Aslında jazz müziğin, dünya vitrinindeki yeri, etnikleşmeye doğru gidiyor. Uzun bir süredir, popüler müziği besleyen bir alandı jazz. Dinlediğimiz çoğu düzenlemeler, jazz altyapılı aslında. Şu an jazz müziği, geleneksel jazz halini almaya başladı. Aslında evrensel müzik, jazz olmaya başladı.
Ozan: Kendi etnikliğinden sıyrılıp başka coğrafyaların etnikliğine doğru bir gidişatı var.
Jazz müziğini ne ile besliyorsunuz?
Ozan: Elimizde çok güzel materyaller var. Türk müziği, çok zengin. Jazz müziği ile armonik ve ritmik olarak doğru analiz yapıldığında, ortaya gayet güzel işler çıkıyor.
Sizi besleyen müzisyenler var mı?
Ozan: Tabii ki var. Alp Er Sönmez, Jülide Özçelik, Elif Çağlar, Jehan Barbur gibi isimler, Türk müziği ile jazz müziğini sentezleyip ortaya güzel ürünler koyuyorlar.
Sercan: Ozan’ın söylediği sanatçılar, bizim gelişim dönemimize denk geldiği için hissiyat olarak müziğimiz içinde yer alıyorlar.
Sizi daha önce hiç dinlememiş birine, müziğinizden nasıl bahsedersiniz?
Ozan-Sercan: Kendi aramızda bunu konuşmuştuk. World müzik, olarak tanımlamıştık. Bir şarkının içerisinde, jazz müziğin içinde olan, shuffle ritmini ve reggie rifflerini duyabiliyorsun. Türk müziği ritimleri de aynı zamanda, bu duruma eşlik etmiş oluyor. Böyle bir tarza ne denilebilir sorusuna da, “world müzik” tanımını yapıyoruz.
Besteleri kimler yapıyor?
Sercan: Herkesin kendine ait bestesi var.
Müzik sizin için ne ifade ediyor?
Ozan: Bizim için bir şey ifade etmesinden çok, müzikle ne ifade edebiliyor olmamız daha önemli. Durağan bir gün geçiriyorum. O gün içerisinde bir beste yapmak istiyorum. Fakat bu, çok zor oluyor. Sırf beste yapmak için yapılmış bir ürün çıkıyor ortaya. Yoğun duygular içinde olduğum zamanlarda ise hemen ortaya güzel şeyler çıkabiliyor.
Sercan: Müziği, bir meslek olarak görmüyorum. Para kazandığımda sürpriz oluyor. Sanat alanında, birçok şey değer kazanmaktan çok değer kaybediyor. Ve hiçbir zaman, iş olarak görmedim. Gördüğüm zamanlar oldu fakat, bunlar zorunluluktandı. Müzisyen bir ailenin içinde olduğum için, bir iş olarak görmedim. Babam düğünlerde bağlama çalardı. Ailede eski kuşaklardan gelen, bir Abdal kültürü var.
Önümüzdeki dönemler için bir projeniz var mı?
Sercan: Bir hayalimiz var: Dalganabak müzikali yapmak. Daha teatral bir sahneye dönüştürüp kendi bestelerimizden oluşan hikâyeyi sergilemek istiyoruz. Çok yakın bir zamanda bunu gerçekleştirmek istiyoruz.
Neden grubunuzun adı Dalganabak?
Ozan: Çıkış anı biraz komikti. İlk başta da bahsettiğim demo kaydımızın, son şarkısı olan “Tophane Rıhtımı” ile bağdaştırabilirim. Tophane Rıhtımı’nı cover haline getirmiştik. Şarkının son cümlesi, “dalgana bak” diye bitiyor ve buradan bir esinlenmeyle grubumuzun adını koymuş olduk. Kayıtları yapmış olmamıza rağmen, bir grup ismi bulmuş değildik. Düşünüp Dalganabak ismine karar kıldık. Bizim hayat tarzımızı ve müziğimizi de yansıtması dolayısıyla, iyi bir grup ismi seçtiğimizi düşünüyorum.
Müziğinizi kendi hissettiklerinize göre mi çalıyorsunuz, yoksa halkın isteklerini dikkate alıyor musunuz?
Sercan: Biz, halkın istediği, popüler müziğe direnmeye çalışıyoruz. İnsanlara, müziğimiz dokunsun istiyoruz, onların yaşadığı bir anıyı canlandırmak istiyoruz. Hepimizin ortak kaygıları olsun, herkesin hissettiği duygulara aşina olalım istiyoruz. Bu yüzdendir ki, kendi bestelerimizi ısrarla çalıyoruz. Israr edince, reaksiyon değişiyor. Ötelenip dışlandığımız da oluyor. Müziğimize şaşıran insanlarla da çok karşılaşıyoruz. İlk defa özgün parçalar dinliyorlar ve müziğimizi seviyorlar. Bizim bu şekildeki tutarlı davranışımız, bir süre sonra insanları yumuşatacak ve her özgün olan müziği dinlemeyi sevecekler.
Müziğinize geleneksellik katıyor musunuz?
Sercan: Geleneksel motifler, müziğimizin içinde var. Mesela bir şarkımız, balkan ezgilerinden oluşuyor.
Müziğinizi bir ideolojiye bağlıyor musunuz?
Sercan: Müziğimizi, bir ideolojiye bağlamıyoruz. Hissettiğimiz duygular, bizim için daha önemli. Vapurda yaşadığımız anlar, bizim bestelerimizi oluşturuyor.
Hakan: Örneğin; “Vapur Telaşı” şarkımızda asıl olan, halkın tepkilerinden ortaya çıkmasıdır. Biz, vapurda çılgınlar gibi müzik yaparken, insanlar etrafımızı sarmış oluyor. Tüm insanların, bir yere yetişmesi gerekiyor ve etrafımızı tamamen sarmış oluyorlar. Biz de bu durumda, insanların dikkatini çekmek istiyoruz. Çünkü insanların bu şekilde, toplu halde, hareket etmesini istemiyor; onların müziğe eşlik etmesini istiyoruz. Onlar, vapur kapısının etrafında toplandıklarında, biz orada kayboluyoruz. Bu yüzden, şarkımızın adını “Vapur Telaşı” olarak seçtik ki, insanların yansımalarını müziğimize aksettirebilelim. “Çocuk Sevinci” adlı şarkımızda ise çocukların hareketlerini baz alarak, ortaya bir beste koymuş olduk. Bu şarkıyı, vapurda çalarken, bir çocuk gelip birden dans etmeye başladı. Şarkının adı da, “Çocuk Sevinci” olarak kaldı. Bu şarkıyı, çocuklara çalmış olduk aslında.
Müzik, bizim toplumumuzda nereye doğru bir ilerleme kaydetmeli?
Ozan: Müzik, sokaklarda rahat rahat yapılabilecek duruma gelmeli. Yıllardır verdiğimiz mücadele, hep bu yöndeydi.
Vapur veya metroda müzik yapabilmek için sınava tabi tutulma konusunda, ne düşünüyorsunuz?
Hakan: Audition yapan insanların, müzisyen olduklarını düşünmüyorum. Belediye de çalışan görevliler, audition yapıyorlar. Audition yerine, şöyle bir şey yapabilirler: Kendi projelerini sunarlar, biz de bu projeler içinden beğendiklerimizi seçebiliriz. Ama böyle bir projeyi, müziğin içerisinde olan başarılı insanların yapması gerekir.
Ozan: Böyle durumlarda sınav yapılacaksa da belli başlı insanların olup daha profesyonel bir şekilde değerlendirmeleri gerekmektedir.
Müziği neden vapurda yapmayı tercih ettiniz?
Ozan: Vapur çok güzel bir iş yeri değil mi?
Sercan: Herkes, denizin üstünde bir ofisi olsun ister. Ayrıca insanların ruh hali, çaldığımız müziğe göre dönüşüm geçiriyor. Hikâyelerinin camdan yansımaları, beni çok etkiliyor. Bu yüzden vapurda çalmak, her daim tercihim.
Sizi dinleyenlere neler söylemek isterseniz?
Ozan: Çok yakında, Arpej Yapım’dan albümümüz çıkacak. Güvendiğimiz besteler var. Bir tanesi de Gesi Bağları.
Ayrıca şu an röportajı; Hakan, Sercan ve ben olarak “Vapuring Trio Dalganabak” olarak yaptık. Fakat kadromuz, altı kişiden oluşuyor. Kemanda, Engin Ergen; gitarda, Onur Güney Kumaş; davulda, Emre Kılınçer ve diğer klavyelerde Alpay Vural var.