Bir şey hissetmediğiniz halde hissediyor gibi yapmak mı zordur yoksa bir şey hissettiğiniz halde hissetmiyor gibi yapmak mı? Dogtooth (Köpek Dişi), The Killing of a Sacred Deer(Kutsal Geyiğin Ölümü) filmlerinden de hatırlayacağımız Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un 2015’te Türkiye’de vizyona giren The Lobster(Istakoz), tam da bu ikilem üzerinden muhteşem bir kurguyla karşımıza çıkıyor. Colin Farrell, Ben Whishaw, Rachel Weisz ve Lea Seydoux gibi dünyaca ünlü oyuncuların bir araya geldiği film Cannes Film Festivali Jüri Ödülü almıştır. Konusu ve işlenişiyle distopya özelliği taşıyan film, günümüzün ikili ilişki anlayışına, modern dünyanın toplumsal kurallarına yapılan bir taşlama özelliğine sahip.
The Lobster bize, bekar olmanın yasak olduğu yakın gelecekte geçen bir hikâyenin perdesini aralıyor. Bekarsanız bir otele yerleştiriliyorsunuz ve 45 gün içerisinde otelden biriyle eşleşmeniz gerekiyor. Filmin ilginç noktalarından biri otel ziyaretçilerinin ekipler halinde ormana götürülüp bayıltıcı silahlarla bekar avına çıkarılmasıdır. Ne kadar bekar avlarsanız eş bulma sürenize o kadar gün eklenir. Bu tam da insanların zayıf noktasına oynayan bir kural, çünkü bekarları avlarsanız eş bulmak için daha fazla süreniz olacak. Eğer bu süre içerisinde eş bulamazsanız başta belirlediğiniz istediğiniz bir hayvana dönüştürülüyor ve doğaya salınıyorsunuz. Eğer uygun bir eş seçerseniz şehirde yaşamaya başlıyorsunuz. Yalnızca evli olanların “şehirli” olabilmesi evlilik kurumuna aristokratik bir anlam atfedildiğini gösteriyor.
Baş karakter David, uzun yaşadıkları ve ömür boyu üreyebildikleri için bir ıstakoz olmayı seçiyor. Fakat bu otelde eşleşmek hiç de kolay olmuyor; çünkü seçeceğiniz eşin karakteristik bir özelliği sizinkiyle uyuşmak zorunda. Örneğin burnu durduk yere kanayan bir kadınla birlikte olmanız için sizin de burnunuz durduk yere kanıyor olmalı veya duygusuzsanız partnerinizin de duygusuz olması gerekiyor. Otelde düzenlenen çeşitli uygulamalarla çift olmanın önemine sürekli vurgu yapılıyor, yalnız olunca yemek yerken boğazınızda bir şey kalırsa ölebilirsiniz ancak yalnız olmazsanız sizi kurtaracak bir eşiniz olur. Verilen bir başka örnek ise eğer yalnız bir kadınsanız her zaman tacize/tecavüze maruz kalabileceğinizdir.
Otel ziyaretçilerinin mastürbasyon yapması yasak, mastürbasyon yaptığı öğrenilen ziyaretçilerin elleri ekmek kızartma makinesinde kızartılıyor. Mastürbasyonun yasak olmasındaki amaç, cinsel arzularını gidermelerini engelleyip eş bulma isteklerini artırmak. Otelin kadın görevlileri, ziyaretçilerin cinsel isteklerini sürekli kılmak ve eş bulma sürecini hızlandırmak için onları ara ara ziyaret edip cinsel arzularını artırıyorlar. Başrolde hüzünlü ve sakin bakışlarıyla, köpeğe dönüştürülen ağabeyiyle birlikte otele giren David (Colin Farrel) başta olmak üzere tüm karakterler bu sistemi hiç sorgulamadan söylenenleri yerine getiriyor. Bu durum biz izleyicilere, normların biz onları sorgulamadan gündelik hayatımızda nasıl yer ettiğini düşündürüyor. Tabii filmde bazı karakterlerimiz açısından, hayatını insan olarak sürdürebilmek için eş bulmaya giden her yol mubahtır. Böylece dürüst olmayan temeller üzerine inşa edilmeye çalışılan ilişkiler görüyoruz, bu da bana kalırsa günümüz ilişkilerinin yozlaşmasına bir eleştiri olarak anlaşılabilir.
Elbette bekarlığın yasak olduğu sistemi karşısına alan, kendilerine ayrı bir yaşam alanı çizmeye çalışanlar da olacaktır. Eş bulma macerasına daha fazla devam edemeyen David’in otelden kaçmasıyla birlikte filmin ikinci kısmına giriş yapıyoruz. Otelden kaçan yalnız gezenlerle yolu kesişen David’in hayatı bambaşka bir yöne gitmektedir. Bu aykırı dünyada romantik veya cinsel ilişki yasaktır ve cezası vardır, mastürbasyon serbesttir. Yalnız başına dans edilir, bu yüzden de yalnızca elektronik müzik çalınır, burada hâkim toplumsal davranış şekli bireyciliktir. Bir aradasın ama yalnızsın, hayatın tehlikedeyken bile yalnız başına halletmek zorundasın. David burada kendisi gibi miyop bir kadınla romantik ilişki yaşamaya başlar, gizli gizli yürüttükleri ilişkilerini belli etmemek adına kendi aralarında bir beden dili geliştirerek anlaşırlar. Bu kısmın etkileyici sahnelerindendir, baskının olduğu yerde sevginin gücünü gösterir adeta. David ile ilişki yaşayan isimsiz kadın aynı zamanda hikâyenin anlatıcısıdır, izlerken sık sık onun sesinden filmin açıklamalarını dinleriz. Bu gizli aşkın ortaya çıkmasıyla kadın gözleri kör edilerek cezalandırılır, iki aşık bir şekilde oradan kurtulmanın bir yolunu bulup kaçarlar. Film, David’in eline bir bıçak alıp bir restoranın tuvaletinde bıçağı gözüne doğrultmasıyla sona erer, finali seyircinin hayal gücüne ve yorumuna bırakılmıştır. David aşkı için kendini kör edecek midir ya da filmin bu sahnesinde verilmek istenen mesaj nedir diye sorguluyoruz.
Lanthimos bizi çift olmanın zorunlu olduğu bir dünyadan yalnız olmanın zorunlu olduğu bir dünyaya sürüklüyor. Birbirinin tam zıttı dünyalar yaratarak modern ilişki anlayışını iki farklı uç örnekle yalın bir şekilde aktarıyor. Oldukça iyi seçilmiş müzikleri, karakter ifadeleri, renk seçimleri, izleyiciye de film boyunca gergin bir ruh hali yansıtıyor. Bütünsel olarak ele alındığında yönetmenin seyirciye bir ikilemi göstermek istediği ve bunu yer yer de ironi yaparak sorunsallaştırdığı görülüyor. Filmin alt metninde tartışılan, sorgulatılan sosyolojik ve felsefi birçok konuya rastlıyoruz. Aşık değilken hayvana dönüşmemek için eş seçenler ve yalnız gezenlerin arasında birbirlerine aşıkken aşık değilmiş gibi davrananlarla yazının başındaki ifadeye gidiyoruz:
Bir şey hissetmediğiniz halde hissediyor gibi yapmak mı zordur yoksa bir şey hissettiğiniz halde hissetmiyor gibi yapmak mı?