Öyle bir çağda yaşıyoruz ki içi boş sevgi sözcükleri, sahte duygular ve yapmacık insanların moda olduğu kadar, yüzeysel fikirleri dile getirip bunları popülizm üzerinden satmak da bir o kadar moda. Sürekli fazla gerçekçi ve kalıpçı olmanın dayatıldığı, mantıklarından gözlerinin önündeki şeyleri göremeyen insanların olduğu bu dönemde, edebiyat en büyük kurtuluş yolu olması gerekirken, insanlar için havada kalmış, geçici duygulardan ibaret, gereksiz bir olaymış gibi gösterilip, sesi kesilmeye çalışılır. Ya da tam tersi herkes şiir okur, herkes bilir iyi kitapları, bir roman nasıl olmalı, popüler kültüre nasıl satılmalı, kaliteli edebiyat nedir? Fakat, şimdi bahsedeceğim şey bunlara rağmen, neden edebiyata, kurgu dünyasına her şeyden çok ihtiyacımız var?
Yazın dünyasında kendini bulmuş, edebiyatın çok boyutluluğunun ve ruhun en temel ihtiyacı olduğunun farkına varmış insanlar, yani, yazarın da dediği gibi “Olduğu yerden başka her yerde yaşamak isteyenler…” kalplerini edebi dünyada bırakanlar bilir ki, edebiyatın sonu yok, bir okyanus gibi. Bizlere verilmiş bir armağan. Bu özel gücün farkında değiliz. Birisinin beynine girmek, kalbini hissetmek, onu anlamak, en zayıf ve en mucizevi yanlarını keşfetmek… Eğer bunların farkında değilseniz, hiçbir kurguya körü körüne bağlanmamışsınız demektir. Sanmayın ki hayatınız muhteşemdi ve buna ihtiyacınız yoktu. Bizler yaşadığı dünyadan başka kalpleriyle beyinleriyle her yerde, özellikle de, kendi kurgu dünyasında yaşayanlar, hakikatlerden kaçmıyoruz. Tam tersi onlarla yüzleşiyor, onları eleştiriyor ve sorguluyoruz. Bize dayatılan yalanlarla ve oyunlarla, bu uyuşmuş düzene inanmıyoruz.
Bazı insanlar çok gezenler çok okuyanlardan daha iyi bilir derler. Elbette çok gezmek insanın vizyonunu geliştiren en büyük araçlardan biridir, fakat bu cümle kalpleri kelimelerle dolu insanların, onların bir hakikatten ve bilgelikten çok daha fazlası olduğuna inananların, gülmesine sebep olur. Çünkü oraya gitmiş bir insan yeni yerler görüp tecrübe edinmek, orayı beğenmek ve güzel anılar yaşamaktan öteye geçemezken, okumuş insan oraya bakmaz, orayı görür. Kısacası orayı tüm hücreleriyle hisseder. Hatırladığı, yaşadığı somut şeylerdense oranın ona hissettirdikleridir. Okuduğunuzda o insanın bin yıl önce, belkide şu an varolmayan yerlerde yaşadıklarını görürsünüz. Nazım Hikmet’in “Ceviz Ağacı” şiirini okumadıysanız, Gülhane Parkı’nı ne kadar gezerseniz gezin, Nazım Hikmet’in size hissettirdiği şeyleri hissedemezsiniz. Gezerken edindiğiniz şeyler beyninizi doyururken, ruhunuzun açlığını kelimelerden başka hiçbir şey gideremez.
Üstelik edebiyatın olduğu toplumlarda hala umut vardır derler. Eğer gerçek bir edebiyatınız varsa, bu cümle sizde beklenti yaratabilir. İngiliz şair Percy Shelley “Şiir her şeyi sevgiye dönüştürür. En güzel olanın güzelliğini yüceltir, en çok bozulmuşa bir güzellik katar, onun gizli simyası, ölümden hayata akan zehirli suları altına dönüştürür.” derken yanılmıyordu. Acıya, hoş bir trajik yan katarak onu ilgi çekici sunar insanlara edebiyat. En acılı toplumların, kaliteli edebiyatlarının olmasının nedeni de budur. En gelişmemiş toplumlarınsa önce yazarlarının, edebiyatçıların dillerini kesip, parmaklıklar ardında edebiyatını savunmasından asla utanmayışının nedeni, yine budur.
İnsan mutsuz olduğu yanılsamasına kapılmamalı hemen. Belki de Aslı Erdoğan’ın dediği gibi “Kimileri için yüreğinin şiirini bulmanın tek yolu, cehenneme alevlerle yaklaşmaktır.” Yüreğimizdeki kelimeleri bulamadığımızdandır belki de bu mutsuzluğumuz, bu nefretimiz dünyaya. Acıya ya da mutluluğa kulak vermeyip, kendimizi her şeyden üstün sanmamızın nedeni hiç okumadığımızdandır belki de, anlamaya çalışmayıp, kurgu dünyasına ait küçücük bir şey gördük mü burun kıvırmamızdandır. Ama bitmeyeceğini ve sürekli yeni bir şeyler keşfedeceğini bilmektir edebiyat ve her zaman içinde umut da barındırır ve ne olursa olsun sesi susturulamaz, en çaresizler için bile.
“Rakamlar zengin edebilir, hatta mutlu bile edebilir ama bizi kelimeler kurtaracak.” (Mütevazı Bir İntikam, Bahadır Cüneyt Yalçın)